Abdullah Öcalan’la 9 ay kalan 33 yıllık tutsak Nasrullah Kuran’la çağrıdaki anlam derinliğini konuştuk:
Önder Apo bu tarihsel stratejik hamleyle aynı zamanda Ortadoğu’yu dönüştürüp demokratikleştirmenin ön basamağı haline getirme arzusunu taşıyor. Kürtlüğü böyle bir başarı çizgisine taşımaktan daha değerli ve anlamlı ne olabilir?
Mahsum Sağlam
33 yıllık tutsak Nasrullah Kuran’la söyleşimizin bu bölümünde çağrının içe dönük anlamlarını konuştuk. Çağrıda Kürtlerin yer almadığı suçlamalarını, savunmalarında ortaya koyduğu çerçeve ile çağrının kesişmesini, anlam yoksunluğundan anlam patlamasına uzanan meşakatli yolculuğu ve yeni anlam çabalarını sorduk. Nasrullah Kuran, çağrıdaki altmetinleri savunmalar ışığında değerlendirdi.
- Demokratik toplumla Abdullah Öcalan neyi kast ediyor? Çağrıda geçen bazı kavramlar tartışılıyor. Kimi kesimler Kürtlerin taleplerinin görülmediği minvalinde yorumlar geliştirdi. Ne söylemek istersiniz?
Demokratik toplumla kuşkusuz ahlaki ve politik toplumu kastediyoruz. Bu da toplumun kendi öz düşüncesi ve eylemi doğrultusunda kendi kendini yönetebilmesi, örgütleyebilmesi demektir. Demokratik toplum, demokrasiyi hayatın özgür gelişmesinin teori ve pratiği olarak kabul eder. Bunun bilinciyle tahakküm ve zorbalığı red ederek kendini, kendi için belirlediği amaçlarla yönetmeyi esas alır. Özün gürleşmesi anlamına gelen özgürlükle özdeş bir ilişki sergiler ve kaynağını buradan alır. Önder Apo bu nedenle ahlaki politika, demokrasi ve özgürlük ilişkisini özdeş ilişkiler bağlamında el alıp değerlendirir. Demokratik toplumun en üst iradeleşme hali, Demokratik Ulus iken başlangıç ve gelişme hali ise, devlet ve demokrasi uzlaşısı kapsamındaki Demokratik Cumhuriyet’tir. Demokratik toplum, “Evrensel olan çoklu ve farklı olandır; dolayısıyla birlik farklılıklardan oluşur” ilkesiyle hareket ettiğinden, etnik, dini, mezhebi ve cinsi farklılıkları ayrışmanın değil zenginleşmenin dinamikleri olarak görür.
Çağrı metnine atfen, “Kürtlerin talepleri, sorunları görülmedi” demek, görme özürlüsü olmanın da ötesinde bir anlam özürlüsü olmayı gerektirir. Zira davet bin yıllık Kürt-Türk ittifakının güncellenmesi bahsinden yola çıkıyor. Önder Apo da cevaben, “Günümüzde çok kırılgan hal alan tarihsel ilişki, kardeşlik ruhu içinde inançları da gözardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir. Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır” vurgusunda bulunuyor ve bunun hangi esaslar üzerinden geliştireceğini sıralıyor. “En sonunda da cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur, olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir” değerlendirmesinde bulunuyor. Demokratik uzlaşımın açılımı Demokratik Cumhuriyet’tir, bu kadar açık ve net. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Kürtlerin talepleri çağrının her cümlesinde ve her vurgusunda yer almıştır ve diğer halkları da içermektedir. Nihayetinde mevzu Kürt-Türk ittifakı ve çağrıları bundan yola çıkılarak yapılmıştır. Verili durumda Türkiye’nin demokratikleşmesi sorunuyla Kürt sorunu ilişkisi birbirini gerektiren ve biri olmadan diğerinin varlık kazanamayacağı bir ilişkiye dönüşmüştür. Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürt sorununun çözümünden ve Kürt sorununun çözümü de Türkiye’nin demokratikleşmesinden geçmektedir. Bu dualizmi biz yaratmadık, mücadelelerin seyri ve hayatın akışı bizi buraya getirdi. Önder Apo, tam da bu gerçeklikten hareketle demokratik değişim ve dönüşümün yeniden yapılanmayı Kürtlerin ve Türklerin önüne koydu ve birlikte yapmalarının yolunu açtı. Önder Apo bu tarihsel stratejik hamleyle aynı zamanda Ortadoğu’yu dönüştürüp demokratikleştirmenin ön basamağı haline getirme arzusunu taşıyor. Kürtlüğü böyle bir başarı çizgisine taşımaktan daha değerli ve anlamlı ne olabilir?
- Bu yeni döneme girişte en esas adımlar nelerdir? Oluşan kaygıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeni döneme girişte esas adımlar Önder Apo’nun da işaret ettiği gibi önce dili dönemin gerçekliğine uygun hale getirmekten başlamalıdır. Sonra ciddiyet ve bunu tamamlayan bir samimiyet ve açıklık ilkesine somutluk kazandırmak gerekiyor. Önder Apo, bu konudaki rolünü zor koşullarda olmasına rağmen olağanüstü bir çaba ve açıklıkla işler hale getirdi. Kürt özgürlük hareketi büyük imkanlarla buluştuğu bir zaman ve zemin ilişkisini yakalamış olmasına karşın özgüvenle Önder Apo’nun çağrısına hiçbir ikircilik göstermeden katılım gösterdi ve bunu olanca netliğiyle kamuoyuna deklare etti. Ardından ateşkes ilanında bulundu.
Haliyle söz ve eylem sıralı daveti yapan tarafa yani MHP-AKP iktidar yapılanmasına geçti. Bu bağlamda yeni döneme giriş, çağrının tüm boyutlarıyla yaşam bulmasını sağlayacak olan siyasi ve hukuki zeminin oluşturulması ile mümkün hale gelebilecektir. Bu da başta Önder Apo’nun özgürleşmesi, çözüm için Meclis’te tüm partilerin katılım gösterdiği bir komisyonun çözümünün yol haritasını belirlemesi ve ardından özgürce siyaset yapma ve örgütlenme hakkının demokratik güvenceye kavuşturulduğu bir anayasa yapımı anlamına gelmektedir.
Eğer içerisinde bulunduğumuz 1-2 ay içerisinde böyle bir çaba açığa çıkar ve somutluk kazanırsa, yeni döneme hep birlikte adım atmış olacağız. Fakat halklar olarak şunun da farkında ve hazırlığında olmalıyız; Önder Apo sorumluluğunu üstlenerek inisiyatif aldı ve tarihsel bir stratejik hamlede bulundu. Doğru karşılık verilirse bu demokratikleşme hamlesi sadece Kürtlere ve Türklere her açıdan kazandırmaz, bölge halkları bakımından da büyük bir kazanım yaratılmış olur. Ancak Türkiye özgülünde faşizmle beslenen ve PKK sırtından geçinerek zenginleşen, mevki-makam sahibi olan bir kesimin varlığı da aşikardır. Hakeza bu kesimin ağırlıklı bölümünün mevcut iktidar içerisinde konumlandığı da bilinen bir husustur. Ola ki bu zihniyet süreci sabote ederek Önder Apo, halk ve hareketimizi karşı karşıya getirmeye, yılgınlık ve inançsızlık aşılamaya yönelik saldırılar geliştirebilirler. Bir yandan bin yıllık kardeşliğin yeniden tesisinden ve barıştan söz edilirken, diğer taraftan en nobran ve tahrik edici dile başvuruluyor olması, psikolojik savaş argümanlarının en üst düzeyde sahaya sürülmesi basit ve hafife alınmamalı. Neticede barış gerçekten barışmak isteyenlerle, kardeşlik kardeşlik ahlakına bağlılıkla ancak gerçekleşebilir. Önder Apo bütün gerçekliği ve ilkeselliğiyle buna giden yolu sonuna kadar açmıştır. Kürt, kuşandığı tarihsel mertlik ve erdemlilik vasfını hiçbir kaygıya düşmeden yeniden sergilemiştir. Gerisi davet sahiplerine kalmıştır. Olursa olur olmazsa da dünyanın sonu değil. Her kim neyi iyi biliyorsa onu daha iyi yapma yolunda daha çok yoğunlaşacak ve daha fazla çaba sahibi olacaktır. Sözün özü Kürtler 21. yüzyılın kaybedeni olmayacaktır.
- Çağrıdaki ‘anlam yoksunluğu’ ve değişim-dönüşüm vurgularını nasıl yorumluyorsunuz?
Önder Apo’nun çağrısındaki “anlam yoksunluğu” vurgusu, esasta 90’lardaki real sosyalizm etkilerine ve o dönemde ulusal kurtuluş mücadelesini devlet kurma hedefine oturtan, bunu aşma gücünü gösteremediğinden tekrara düşen o dönemin Kürt Özgürlük Mücadelesine yöneliktir. Önder Apo, bu içerikteki çözümlemelerini “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı kitabında 4, 5 ve 6. bölümlerinde genişçe yapmıştır. Demokratik modernite paradigmasıyla birlikte ise, Önder Apo şahsında anlam yoksunluğundan anlam patlamasına uzanan oldukça kapsamlı bir mesafe alınmıştır. Ne yazık ki bu süreç dış müdahaleler sebebiyle kesintiye uğratıldığından tamamlanamamış, kurumsallaşmasını ve sürekliliğini her alanda oturtamamıştır. Demokratik modernite paradigmasının tüm içeriğiyle kavram, kuram ve kurum ilişkisi içerisinde gereğince bilince çıkarma ve pratikleştirmede yaşanan yetersizliklerden de bu gerçeğe işaret etmektedir. PKK’nin feshi, değişim- dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecinin bir de içe dönük böyle bir boyutu vardır. Kürt halkı somutunda halklarımızın özgürlük ve güvenlik sorununun çözümü Demokratik Ulus kurumsallaşmasında yatmaktadır. Bu da özgürlük güçlerinin öncelikle kendilerini Demokratik Ulus haline getirmelerine, onun prototipi olarak inşa etmelerine bağlıdır. Çağrı, aynı bağlam içerisinde yarım kalmış bu sürecin tamamlanmasını hedeflemektedir.
Önder Apo’nun aşırı milliyetçi savruluşların zorunlu sonucu olarak açığa çıkan ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültürealist çözümler kapsamındaki eleştiri ve reddiyesi ilk kez yapılmış ve çağrı metninde yer almış değil. “Sümer Rahip, Devletinden Demokratik Cumhuriyete”, “Bir Halkı Savunmak” ve son 5 ciltlik savunmalar serisinin tümünde Önder Apo istikrarlı ve tutarlı bir şekilde bu türden devlet eksenli oluşumları çözümsüzlük girdabının unsurları olarak değerlendirmiştir. Üstelik tarihsel ve güncel dayanklarını teorik düzeyde çözümleyip serimleyerek mahkum etmiş ve demokratik modernite paradigmasını bu eleştiriler üzerinden geliştirmiştir. Hal böyleyken yeni bir şey keşfetmiş gibi ve bu kavramların siyaset bilimindeki anlamlarını bilmiyormuşçasına demokratik özerklik, demokratik federasyon ve konfederasyonla karıştırarak yorumlayanları doğrusu biraz hayret, biraz da öfkeyle izledik. Bilmeyenlere anlatmak ve kavratmak zor değil, ama bilmediği halde biliyormuş gibi yapanları ve bilerek çarpıtanlara izah sadece zaman ve enerji kaybına yol açar. Bir yandan sonra maskelerini indirmek ve anladıkları dilden konuşup yola devam etmek en iyisidir.
- Çağrıyı dinlediğizde sizde nasıl bir duygu ve his uyandırdı. Bundan sonraki manevi duygu nasıl inşa edilmeli?
Çağrıyı bizler de halkımız gibi herhangi bir ön bilgiye sahip olmadan TV’den dinledik. Ömer Öcalan’ın Meclis’teki konuşması dışında önderlikle yapılan görüşmelere dair herhangi bir bilgimiz bulunmuyordu. Kuşkusuz “rivayetler muhtelif” türünden kulaktan kulağa fısıldanan ve sonu “kimseye söyleme” ile biten havadisler yok değildi. Fakat onlar da yaşananlar hakkında veri sunmaktan ziyade ağırlıkla muhataplara dönük anekdotları içeriyordu. Çağrının içeriğinin ne olacağına dair önceden tartışmalarımız olduğundan Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadeleyi sonlandırma vurgusunun yer alacağını kestirmek zor olmadı. Bahçeli’nin çağrı öncesinde yaptığı grup konuşmasını dinlediğimizde de “Bu kamuoyuna değil Önderliğe hitaben konuşuyor, Önderliğe mesaj veriyor” düşüncesine ulaşmıştık. Çünkü konuşmasında Kürt-Türk ittifakına ve birliğine gönderme yapan cümleler Önder Apo’nun değerlendirmelerinden alınmıştı. Anlayacağınız çağrının içeriğine bir nebze hazırlıklıydık ama bir o kadar da heyecanlıydık. Çağrı heyet tarafından okunurken, video çekiminden bir kare fotoğraf ekrana yansıtıldı. Doğal olarak ilgimiz ve yoğunluğumuz mesajdan çok Önderliğe, Hayri, Hamili ve Veysi yoldaşların fiziki görünümlerine kaydı. Sevinç ve hüznün iç içe geçtiği duygusal anlardı. Uzun bir aradan sonra bir fotoğraf karesi üzerinden de olsa Önderliği ve yoldaşları yeniden görmek sevindiriciydi. Zamanın insan fizyolojisi üzerindeki etkilerini gözlemlemek ise işin hüzünlendiren yönüydü. Bu duygu hali gözlemlerimizi kısa cümlelerle de olsa dışa vurmamızı, paylaşmamızı sağlıyordu. Ta ki fesih kavramı kulaklarda yankılanıncaya dek, fesih kavramı yankılandığında önce bir sessizlik ortalığı kapladı, sonra Önderliğin bununla neyi amaçladığını konuşmaya çalıştık. 99 deneyiminin yarattığı bilinçlenme ve Önderliğin stratejik hamle düzeyindeki ele alışını kavramakta zorluk çekmesek de ilk etapta bir burukluk ve içe dönme ihtiyacı duyduğumuzu belirtmek durumundayım.
- Mücadelenin 33 yılını cezaevinde geçirdiniz. Bu içe dönme ihtiyacının ruhsal, düşünsel anlamı nedir?
Nihayetinde Kürt özgürlük mücadelesiyle dünyaya gözlerine açan, onunla anlam ve varlık bulan kişilik ve karakter kazanan, tüm eksiklik ve yetersizliklerine rağmen bu kimlikle neredeyse özdeşleşen bir kuşaktan geliyoruz. Bu bağlamda aklın rıza gösterdiği ama ruhun cebelleştiği ikilemi bir arada yaşadığımız bir süreç oldu diyebilirim. Bununla birlikte şunun da farkındayız. PKK salt bir parti, bir araç olmaktan çıktı. Bir ruh, duygu ve düşünce olarak kültürleşti. Kendini aşan bir varoluşa, organizmaya dönüştü. Güncelin ihtiyaçları temelinde kendini yeniden formatlasa da özgürlük ve süresi olarak olgunluk döneminin en verimli çağına giriş yapmış durumda. Dolayısıyla Apocu ahlak öğretisinde ve onun maneviyatında bir kesinti meydana gelmiş olmuyor. Aksine büyümenin ve olgunlaşmanın seyrinde maneviyatımızı daha da güçlendirmiş ve pekiştirmiş oluyoruz. Önder Apo’nun tarihi hamleleriyle yerelden evrensel uzanan demokrasi ve sosyalizm anlayışımıza ideolojik, politik ve örgütsel anlamda yeni ufuklar kazandırıyoruz. Mevcut süreci, herhangi anlamlı bir beklenti içerisine girmeden değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci olarak adlandırmamızın kaynağında da bu yatıyor. Unutulmamalı ki Apocu diyalektik bir sürekli oluş diyalektiğidir. Kendini formlara hapsetmez, yaşamın akışkanlığı ve devinimiyle ilişki içerisinde kendini yeniler ve sürdürüyor.