Geçtiğimiz yüzyıl, dünya çapında ulus devletlerin yaşadığı demokrasi krizlerinin bir yansıması olarak sayısız askeri darbeye sahne oldu. Askeri darbeleri takip eden gözaltı, tutuklama ve zorla kaybetme furyası ise darbelerin amacı olan toplumsal muhalefeti ezme ve direnişçileri yok etme politikalarının en ağır silahı oldu. Latin Amerika ülkelerinden Afrika ve Asya’ya uzanan bu askeri cuntalar, bu toplumların demokrasilerini baltaladığı gibi, etkileri bugün hala süren toplumsal tramva ve yarıklara yol açtı. Bu yılın bol ödüllü Walter Salles filmi ‘Hala Buradayım’, Brezilya’daki 1964 tarihli askeri darbenin Paiva ailesi özelinde, bir toplum üzerinde yarattığı yıkıma bakıyor. Hikâye, kaderi büyük oranda darbelerle şekillenmiş ve ‘gözaltında kayıplar’ ülkesi haline gelmiş Türkiye’deki izleyicilere de fazlasıyla tanıdık gelecektir.
Darbe öncesinde İşçi Partisi milletvekili olan, daha sonra mühendis olarak çalışan, beş çocuk babası Rubens Paiva, dikta rejimine karşı olan bir muhalif, sosyalistti. Sürgünde yaşayan direnişçilerin Brezilya’daki aileleriyle iletişim kurmalarına yardım ediyordu. Zaten diktatörlüğün radarında olan Paiva, 1971 yılında bir sabah Brezilya Hava Kuvvetleri’nin parçası olduğunu iddia eden silahlı adamlar tarafından “sorgulama” bahanesiyle evinden alındı.
Karısı Eunice ve beş çocukları, Rubens Paiva’yı bir daha asla görmedi.
Gözaltında kayıp
Sıcak ve güneşli bir Rio de Janeiro günündeyiz. Dingin ve pastoral bir atmosferle açılan film, izleyiciyi kandırıyor, askeri darbenin altıncı yılına girdiği Brezilya. Rubens ve eşi Eunice, çocukları ve dostlarıyla voleybol oynayıp plajda güneş altında eğlenmektedirler. Mutlu bir aile için sıradan bir gün. Sahilden gelip geçen askeri araçlar zaman zaman onları tedirgin etse de sanki en azından mutlu olmaya devam ederek direnmektedirler. Herkesin, özellikle de Eunice’nin bu anların kırılganlığının farkında olduğunu sezinleriz.
Film, hiç kimse için hayatın faşist bir yönetim altında olağan seyrinde ilerlemeyeceği gerçeğini çeşitli vesilelerle ifade eder. Rubens ve Eunice’nin kızları arkadaşlarıyla bir araba içinde içip şarkılar söyleyerek vakit geçirirken askerler tarafından kontrol noktasında durdurulur, dakikalarca üst araması, sözlü taciz ve itip kakmalarına maruz kalırlar.
Kısmen uzun bir girişe sahip olan filmin Rubens’in kaybolmasından önceki bu erken sahneleri, büyük resme baktığımızda darbenin tahrip edici gücünü kavramamız açısından hikâyenin dramatik yapısına önemli bir katkı sunuyor. Kendi halinde muhalif bir aile, herhangi bir siyasi aktivite içerisinde olmasa da, askeri diktatörlüğün çivili sopasından kurtulamıyor.
Devletin paramiliter güçleri, gün ortasında gelip Rubens’i aldıktan sonra, içlerinden bazıları eve karakol kurar ve evden kimsenin çıkmasına izin vermez. Bekledikleri, aradıkları direnişçilerin buraya gelmeleridir. Film, Rubens’in akıbetinden çok, Eunice ve ailesinin yaşadığı kayıpla nasıl başa çıktığına odaklanıyor. Ertesi gün Eunice ve büyük kızları Eliana’yı da alırlar. Kızı Eliana tutuldukları işkence merkezinden bir gün sonra çıksa da, Eunice günlerce karanlık bir hücrede hukuksuz bir şekilde sorgulanır, isimler vermeye zorlanır ve işkence görür. Salıverildiğinde ise, günler eşinin nerede tutulduğunu öğrenmeye çalışmakla geçer. Haftalar birbirini takip ettikçe Eunice, Rubens’in gözaltında olmasından ziyade kaçırıldığını anlar.
Eunice’in dünyası giderek karanlığa gömülürken, “kaybedilen” eşini bulmak için askeri diktatörlük rejimi altında zorlu bir hukuk mücadelesine girişir. Bu süreçte içine düştükleri mali sıkıntılar, ailenin São Paulo’ya taşınmasına neden olurken, Eunice’in verdiği mücadele onu her geçen gün daha dirençli birine dönüştürür.
Zamansal atlamalarla anlatılan bu uzun soluklu mücadele, Eunice’nin hukuk diplomasını alıp bir hukukçu olarak çalışması ve Rubens’in devlet güçleri tarafından kaçırılıp öldürüldüğünü ortaya çıkarması ve ölüm belgesi almasıyla bir tür zaferle sonuçlanır. Ancak geçen yıllar boyunca aile, yalnızca kayıplarıyla değil, aynı zamanda zamana yayılan ağır bir psikolojik işkenceyle de yüzleşmek zorunda kalır.
Bu yıl En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilse de ödülü alamayan Fernanda Torres, zaman ilerledikçe umutsuzluğa kapılmayı ve buna boyun eğmeyi reddeden bir kadının sarsılmaz direncini bütün anlarına yansıtabiliyor. Duygularını büyük jestlerle değil, ölçülü bir yoğunlukla aktaran oyuncu, Eunice’in nadir içe dönük öfke anlarını bile ince ince örüyor.
Torres’in performansının en büyük başarısı ise Eunice’in gözlerinde büyüyen bastırılmış bir yasın güçlü yansımasını izleyicinin içinde büyütebiliyor olmasından geliyor.
Hala burada olmak: yas ve mücadele
Hala Buradayım’ın Eunice karakterinin gücü, kayıp ve yasını yaşam direnci ve hak mücadelesine dönüştürmesinden, yani filmin duygusal çekirdeğini oluşturan bu dönüşümden kaynaklanıyor.
Rubens’in gözaltında kaybedilmesiyle alakalı bir haber yapan bir gazeteci Eunice’le röportaj yaptıktan sonra ailenin hep birlikte fotoğrafını çekmek ister. Fotoğrafı çekerken, gazeteci onların gülümsemesini değil, kederli görünmelerini talep eder. Bunun üzerine Eunice çocuklarına daha fazla gülümsemelerini söyler. Kahkahalar atarak merceğe bakan aile, onların acı çekmelerinden zevk alan zalimlere karşı hala burada olduklarını ve yaşadıklarını deklare ediyor gibidir. Diğer bir yandan, bu duruş; birlikte atılan her kahkaha, paylaşılan güzel anlar ve yaşamın içinde bir biçimiyle varolmak, artık fiziksel olarak orada olmayanları onurlandırır sanki. Brezilya’da ve ötesinde, baskı ve korku yönetimini geri getirmek isteyen güçlere yönelik bir uyarı niteliği taşır; siz gidici biz kalıcıyız.
Eunice ve Rubens’in oğlu Marcelo’nun otobiyografik romanından uyarlanan ve Brezilya’da aşırı sağcıların gösterimlerini engellemeye çalıştığı Hala Buradayım, Paiva ailesi üzerinden, 1985’e kadar askeri bir darbe altında ezilen Brezilya’nın yirmi yılına bir bakış atıyor. Bu duyarlı bakış, Brezilya’da olduğu gibi askeri diktatörlük dönemlerinden farklı zamanlarda geçmiş Türkiye’deki izleyicilerle de güçlü bir etkileşime geçecektir.
Film bugünlerde vizyonda.