Bu yazı yazılırken İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik soruşturma kapsamında 5. dalga operasyona henüz yeni uyanmıştık. Böylece soruşturmanın bir siyasi darbe olarak nitelendirilmesini haklı çıkaracak bir gelişme daha yaşadık. Yeni dalgada 47 kişi hakkında gözaltı ve arama kararı verilmiş. Detaylara gelince işin rengi epey açığa çıkıyor. CHP’li her belediyeye uzanma niyeti olduğu anlaşılan bir uzun soluklu bir darbe pratiği sergileniyor.
İstanbul’un Gaziosmanpaşa, Avcılar, Büyükçekmece belediye başkanları ile Adana’nın Ceyhan ve Seyhan Belediye başkanları da haklarında gözaltı kararı verilen isimler arasındaydılar.
Kayyımlar, belediyelere yönelik operasyonlarla yasaların askıya alınma pratikleri her geçen gün genişliyor. Savunma hakkı fiilen ortadan kaldırılıyor. Vatan Emniyet-Çağlayan arasındaki derin uyumla on binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı. Bu arada gündemde Cumhuriyet Halk Partisi’nin geçmiş kurultayı tutuluyor ve oradan da CHP baskılanmaya çalışılıyor. Bunun, CHP’yi eğer fırsatı bulunursa mevcut başkanlık sistemine iyice entegre etmeye yönelik bir hamle olduğu çok açık.
19 Mart darbesinden biraz daha geriye gittiğimizde ise Kürt belediyelerine yönelik darbeler silsilesiyle karşılaşıyoruz. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana sayısız belediyeye kayyım atanmış, kayyım furyası 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra da devam etmişti. Gerek DEM Parti belediyelerine gerekse de CHP’li belediyelere yönelik yürütülen operasyonlar, kayyım pratikleri ve nihayetinde Erdoğan’ın en güçlü rakibinin tasfiyesiyle zirvesini yaşayan darbe pratiği ile birlikte aslında rejimin oldukça koyulaştığını, seçimleri, şark despotizmlerinde örneği çokça olan göstermelik seçimler biçimine sokmak istendiği sır değil.
Bu uzun soluklu darbe pratiğinde olayların bir miladını belirlemek zor, ancak bu yazının yazıldığı günün sabahına kadar -yani 5.dalga İBB operasyonunun gerçekleştiği sabaha kadar- olan rejim pratikleri yasaların ve anayasanın askıya alındığı genel bir darbe hali içerisinde yaşadığımızı ortaya koyuyor. Bu noktada, “Abdullah Öcalan’ın tarihi 27 Şubat çağrısıyla başlayan süreç ile rejimin bugüne kadarki pratikleri bir arada nasıl olacak?” sorusu herkesin aklında. Kimileri Kürt halkına karşı düşmanlıklarının saklanamayan bir ifadesi olarak soruyor bu soruyu elbette ama derdi gerçekten demokratikleşme olanların da bu sıra dışı olaylar karşısında kafalarının berrak olduğunu söylemek güç. Herkesin kafası karışık, berraklaşmaya ihtiyaç var.
Bu berraklaşma serüveninde bazı yanılgılarla yüzleşilmesi gerekiyor. Evvela süreci yasal düzenlemelere indirgeyen yaklaşımla. Hemen belirtelim Kürt halkının ya da Türkiye halklarının iradelerinin gasplarının hiçbirisi doğrudan yasal eksikliklerden kaynaklanmadı. Yasal eksiklikler, boşluklar ya da yetersizlikler elbette var. Öte yandan Kürt halkını, Alevileri inkâr eden anayasal düzen değişince halk özneleşmeyecek. Tersine halk güncel ve tarihsel çıkarları için mücadele ettikçe özneleşecek ve bu özneleşecek halk yasal düzeni kendi ihtiyaçları çerçevesinde zorlayacaktır.
Örneğin sıkça dile getirilen şu talep bu noktada son derece nahif kalıyor: Kayyım atanmasına olanak tanıyan 5393 Sayılı Belediyeler Kanunu’nun ilgili maddelerinin düzenlenerek kayyım atamalarının son bulması. Bu gibi yaklaşımlar her şeyin bir yasal bir boşluktan kaynaklandığını ve bu yasal boşluğun giderilerek bu konuda önemli bir adım atılacağına dair bir beklentiye dayalı. Şüphesiz yasal boşluklar önemli ancak kumpasın, keyfiliğin, suç uydurmanın ve en önemlisi inkârın bir amentü haline geldiği bir rejimde bu gibi yasal boşlukların doldurulması neyi nasıl çözecek? Kaldı ki var olan yasal düzenin kendisi de şu anki haliyle kayyım atamalarında iktidara yakın bir bürokrat (vali, kaymakam) yerine en iyi ihtimalle belediyeyi kazanan partinin belediye meclisindeki bir temsilcisini görevlendirmesini düzenliyor.
Kayyım atamaları ve halkın irade gaspıyla ilgili yasal düzenin sürekli gündemde tutulması elbette önemli. Ancak asıl önemli olan şey stratejik olarak halk güçlerinin bir halkçı demokratik cumhuriyet programı etrafında örgütlenmesi ve bu hedefin siyasal araçlarının yaratılmasıdır. Yasal düzeni zorlayacak olan ve kayyım pratiklerine, siyasi darbelere, faşist inşaya karşı gerçek demokratik alternatifi yaratacak olan şey özneleşmiş halk pratiğidir. PKK’nin silah bırakma kararının ardından eğer yeni bir dönem oluşacaksa bu dönemin ana yürütücü öznesi bu stratejik hedefe odaklı bir hareket olacaktır.