Üzerinden 4 yıl geçti. 10 Ekim’de bir barış mitinginde IŞİD saldırısıyla 103 insanımızı kaybettik. O gün o miting alanında olan, kendi gelemese de aklı kalbi orda olan ve hayatta kalan hiçkimse bir daha eskisi gibi olamadı. Yitirdiklerimize olan borcumuz gibi yaşıyoruz bu hayatı. En çok da unutturmamak ve hesap sormak için.
Geçtiğimiz hafta başta katliamın yaşandığı Ankara Garı olmak üzere ülkenin dört bir yanında anmalar gerçekleşti. Bugünden bakınca kaybettiklerimizi anmak, katiller ve bu katliamda payı olanların hesap vermesini sağlamak öncelikli görevimiz. Her yıldönümünde sanırım çoğumuzun bilinci ve vicdanında bu görevi ne denli layıkıyla yerine getirip getirmediğimiz sorusu yankılanıp duruyor. Muhtemelen bu yıl her zamankinden daha fazla bu muhasebeyi yaptık çünkü 2019 10 Ekim’inde yeni bir savaşın eşiğindeydik.
10 Ekim’de Türkiye’nin dört bir yanından gelen binlerce kişi neden toplanmıştık o meydanda? 7 Haziran seçimlerini kaybeden AKP’nin çözülme ve gerilemesini durdurmak için savaş seçeneğini masaya koyması üzerine “barış” demek üzere buluşmuştuk. Aradan 4 yıl geçti, AKP daha çok yenildi, daha hızlı çözüldü ve daha çok ölüm gördük. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve şimdi bir yenisi “Barış” Pınarı…
Savaşın ne denli kötü bir şey olduğunu yazmanın hiç gereğinin olmadığı bir andayız. Yaşıyoruz, görüyoruz ve sızım sızım kanıyoruz. Fakat bugün bu savaşa onay verenlerin bir kısmına, Meclis’te AKP’nin yarattığı atmosferi dağıtma zorluğu yerine “vatanseverlik” sıfatına sarılma kolaylığına kaçanlara bir hatırlatma yapmanın tam yeri ve zamanı. 10 Ekim’de yitirilenleri anıp Meclis’te tezkereye evet oyu verenler, sosyal medyada, yazılarında 10 Ekim’de kaybedilenleri anıp bu amansız savaşı onaylayanların yas tutmaya hakkı olduğunu düşünmüyorum.
Savaş kararının hangi ihtiyaçlarla neden alındığı ve nasıl icra edildiği konunun uzmanı yazarlar, gazeteciler ve araştırmacılar tarafından uzunca anlatıldı. Ayyuka çıkmış bu gerçekliği bir de benim yazmama gerek yok. Ama hatırlatmamız gerek bir şey var ki 10 Ekim’de o meydanda buluşanlar DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından yapılan şu çağrıya kulak verip Gar Meydanı’nda toplanmıştı: “…Gelin bir saniye bile ertelemeden barışa ve kardeşliğe birlikte sahip çıkalım. Yüreği barıştan yana atan herkesi 10 Ekim’de Ankara’da barışa ses vermeye çağırıyoruz!”
İşte bu yüzden şimdi AKP’nin bizi sürüklediği bu bilinmezliğe karşı ses çıkaramayan ama 10 Ekim’de ölenleri ananların siyasal basiretsizliğine eyvallah deyip geçemeyeceğiz. Meclis’te “içimiz yanarak evet” oyu vereceğiz diyen CHP, sınırlarını AKP’nin çizdiği bir hareket alanına hapsolduğunu bir kez daha gösterdi. Rakibin kendisini hapsettiği savunma alanının dışına çıkamayan futbol takımlarının dahi yenilmeye, ligde havlu atmaya mahkûm olduğu bir dünyada ana muhalefet partisinin bu kararının siyasi sonuçlarını varın siz düşünün. Ayrıca CHP’nin ve kimi muhalif isimlerin AKP’nin çektiği çizginin makbul tarafında kalması demokratik muhalefetin tek sorununun AKP iktidarının yıkıcı politikaları olmadığını gösteriyor.
Pir Sultan “İlle dostun bir tek gülü yaralar beni” dizeleriyle meşhur nefesinde şöyle de der: “Dar günümde dost düşmanım belli oldu. Bir derdim var idi, şimdi elli oldu.”
Dertlerimiz elli olsa da dileğimiz tek: Barış. O gün hayatta kalan herkesin bu dileği gerçek kılmak için çabalamaya devam etmek gibi bir sorumluluğu var. Bu sorumluluk 10 Ekim’de sesi, nefesi kesilen yol arkadaşlarımıza olan borcumuz ve böylesine büyük bir borcun kefareti olmaz.