• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
29 Aralık 2025 Pazartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Forum

Yaşamı örgütleyen ve dönüştüren sosyalizm, demokratiktir

28 Aralık 2025 Pazar - 23:00
Kategori: Forum, Manşet

Kadın bedeni, doğurganlık, aile ve emek üzerinde denetim kuran en merkezi mekanizma devlettir. Sosyalizmi bu aygıtla özdeşleştiren her yaklaşım, farkında olsun ya da olmasın, patriyarkanın yeniden üretimine kapı aralar. Nitekim gerçekleşen de o olmuştur

Ebru Özel

Sosyalizm tartışmaları her alevlendiğinde aynı refleks devreye giriyor: Birileri hemen pozisyon alıp “gerçek” sosyalizmi kimin temsil ettiğini tartışmaya başlıyor. Çoğu zaman da tartışmanın pusulası devlete, iktidara ve merkezi örgütlenmeye sabitleniyor. Oysa mesele tam da burada düğümleniyor. Devlet, iktidar, program, örgüt, merkez, tarih… Her şey var. Ama kadınlar yok. Kadın emeği yok, bakım emeği yok, ev içi üretim yok, kadınların direniş pratikleri yok. Sanki sosyalizm yalnızca fabrikalarda, parti binalarında ve devlet aygıtlarında kurulacakmış gibi yazılıyor. Bu şekilde sosyalizmi devletle özdeşleştiren her yaklaşım kadınları ve yaşamı bu tartışmanın dışına itiyor.

Son yapılan tartışmalarda içine düşülen en büyük hatalardan bir diğeri de, reel sosyalizmin mirasını sorgulanamaz bir dogma gibi ele almak. Oysa evrende hiçbir şey sabit değil; her şey bir oluş, olgunlaşma ve sönümlenme sürecinden geçiyor ya da başka bir biçime evriliyor. Bu durum yalnızca doğa yasaları için değil, düşünsel ve siyasal paradigmalar için de geçerlidir.

Her tarihsel dönemin bilimsel birikimi, düşünsel formu, üretim tarzı ve toplumsal sorunlar olarak tanımladığımız çelişkilerin konumu ve mahiyeti, o dönemin dünyaya bakışını belirler. Değerler bütünü, kavramsal çerçeve ve siyasal tahayyül bu maddi ve toplumsal koşullardan bağımsız değildir. Dolayısıyla geçmişin deneyimlerini kutsallaştırmak kadar, bugünün gerçekliğinden kopuk biçimde tekrar etmek de siyaseti kısırlaştırır. Asıl mesele, mirası inkâr etmeden ama onu bugünün ihtiyaçları, çelişkileri ve olanakları üzerinden yeniden düşünme cesaretini gösterebilmektir.

Kadınların mücadele deneyimi ise bize çok daha açık bir hakikati gösteriyor: Sosyalizm devralınan bir miras değil, her gün yeniden kurulan bir mücadele pratiğidir. Kadınlar, yaşamın en sert eşitsizlikleriyle yüz yüze geldikleri her alanda, bu pratiği teorinin önüne koyarak var ettiler.

Tam da bu nedenle, sosyalizm tartışmalarında ilk sormamız gereken soru şudur: Bu tartışmada kadınlar nerede? Daha doğrusu, daha yakıcı bir soruyla yüzleşmek gerekiyor: Kadınlar neden hala görünmez kılınıyor?

Kapitalist düzende kadınlar tipik olarak “ev kadını” olarak tanımlanır. Bu tanım Kastik katilin en önemli kavramsallaştırmalarından biri olup yaşamın her alanına sirayet eden, kendisiyle sınırlı kalmayıp toplumsallaştırılmaya çalışılan bir tanımdır. Dolayısıyla masum değildir; yeniden ve yeniden kadınların işçi olmadığı iddiasını üretir. Emek kavramı ise daraltılarak yalnızca artı-değer üreten, ücretli ve erkek egemen üretken çalışmayla özdeşleştirilir. Kadınların ev içi emeği, bakım emeği ve toplumsal yeniden üretimdeki merkezi rolü bu sayede sistematik biçimde görünmez kılınır. Kapitalizm, kadın emeği olmadan var olamayacağı gerçeğine rağmen kadın emeğini gizlemeyi bir varoluş gerekçesi sayar.

Bu görünmez kılmanın tarihsel bir kökeni mitolojik düşünce aşamasına kadar gider ve oldukça da kanlıdır.

Çok gerilere gitmeden yakın çağa baktığımızda; Avrupa’yı 12. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar kasıp kavuran cadı avları, sanıldığı gibi Orta Çağ’ın karanlığına ait bir sapma değil; yükselen modern toplumun, burjuva düzeninin ve kapitalist devletin kurucu şiddetidir. Ekonomik ve cinsel bağımsızlığa sahip köylü ve zanaatkâr kadınlar, şifacılar, ebeler, doğa bilgisine sahip kadınlar yeni düzen için bir tehditti. Bu tehdit, cadı avlarıyla ortadan kaldırıldı.

Tarihsel araştırmalar, cadı avları adı altında katledilen kadınların sayısının milyonları bulduğunu gösteriyor. Batı Alman feminist tarihçiler bu sayının yaklaşık 6 milyon olabileceğini söylüyor. Dahası, öldürülen kadınların mülklerine el konuluyor; servetleri devlete ve hazineye aktarılıyordu. Cadı avları böylece yalnızca bir kadın katliamı değil, ilk sermaye birikiminin kanlı kaynaklarından biri haline geldi.

Bugün olduğu gibi o devirde de devlet ve kilise açık bir iş birliği içindeydi. Kadın bedeni, doğurganlık ve bilgi denetim altına alındı. Doğum kontrolü yapan ebeler, kadınların kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olması, yeni ekonomi için “engel” olarak görüldü. Çünkü kapitalist devlet için nüfus; özgür bireyler değil, işçi ve asker kaynağıydı.

Bugün “Aile Yılı” ilan eden iktidarın yaptığı da özü itibarıyla bundan farklı değil. Kadın bedenini yeniden devletin stratejik alanı ilan eden, doğurganlığı teşvik eden, bakım emeğini “kutsal aile” söylemiyle kadınların sırtına yıkan bu politikalar; cadı avlarının modern versiyonudur. O gün kadınlar cadı diye yakılıyordu, bugün “makbul anne” olmadığı için yoksulluğa, güvencesizliğe, şiddete mahkûm ediliyor, cezaevlerine konuluyor, katlediliyor. Yöntem değişti ama amaç değişmedi: Kadın bedenini denetlemek, emeğini daha fazla sömürmek, yaşamı disipline etmek!

Bu noktada sosyalizmin tarihsel deneyimleriyle de yüzleşmek kaçınılmazdır.

Marx, kapitalizmin en güçlü eleştirisini yaptı; artı-değer, sınıf sömürüsü ve meta fetişizmi hâlâ vazgeçilmez kavramlar olarak düşünce sistematiğimizi oluşturmakta. Ancak Marx’ın analizinin merkezinde ücretli erkek işçi vardı. Ev içi emek, bakım emeği ve yeniden üretim süreçleri tali kaldı. Daha önemlisi, devlet sınıf tahakkümünün aygıtı olarak tanımlandı ama erkek egemen karakteri çözümlenmedi. Devlet sanki cinsiyetsizmiş gibi ele alındı.

Bu boşluk, reel sosyalizmde ciddi pratik sorunlara ve kırılmaya dönüştü. Kadınlar kamusal alana çıktı ama patriyarka sorgulanmadı. Fabrikada çalışan kadın, evde ücretsiz emekçiydi. Parti kadrolarında kadınlar vardı ama karar mekanizmaları çok büyük oranda erkeklerin elindeydi. Eşitlik ilan edildi ama erkek egemen siyasal kültür yerinde durdu.

Bu bir uygulama hatası değil, devlet ve iktidar merkezli sosyalizm anlayışının yapısal sonucuydu.

Açığa çıkan deneyimler bir kez daha gösteriyor ki, sosyalizm devleti değil yaşamı ve toplumu merkeze almak zorundadır. Çünkü devlet, tarihsel olarak yalnızca sınıf tahakkümünün değil, aynı zamanda erkek egemenliğinin de kurumsallaşmış biçimidir. Kadın bedeni, doğurganlık, aile ve emek üzerinde denetim kuran en merkezi mekanizma devlettir. Sosyalizmi bu aygıtla özdeşleştiren her yaklaşım, farkında olsun ya da olmasın, patriyarkanın yeniden üretimine kapı aralar. Nitekim gerçekleşen de o olmuştur.

Kadınların tarihsel mücadele deneyimi bize şunu öğretir: özgürlük, devleti ele geçirerek değil; yaşamı dönüştürerek kurulur. Kadınlar yüzyıllardır, devletin dışında ve çoğu zaman ona rağmen, yaşamı örgütlemenin yollarını bulmuştur. Rojava’da kadın öncülüğünde yaşanan devrimsel süreç, dayanışma ağları, kolektif bakım pratikleri, kriz anlarında geliştirilen yaşam stratejileri bu hafızanın ürünüdür. Bu nedenle kadınların olmadığı bir sosyalizm tartışması, yaşamdan kopuk; yaşamdan kopuk her teori ise kaçınılmaz olarak iktidarı önceller ve ele geçirildiğinde de mücadele ettiği karşıt iktidara benzeşir.

Kadını, doğayı ve toplumu merkezine alan Demokratik Toplum Sosyalizminde özgürlük yukarıdan dağıtılan bir lütuf değil, toplumsal ilişkiler içinde kurulan bir pratik olarak görülür. Ve bu pratiğin asli öznesi kadınlardır. Çünkü yaşamı sürdürme, kriz anlarında dayanışma kurma, kolektif olanı örgütleme deneyimi tarihsel olarak kadınların hafızasında birikmiştir. İnsanlık tarihindeki ilk toplumsallaşma deneyimleri de kadın öncülüğünde gelişmiştir.

Bugün mahalle dayanışmalarında, ekoloji mücadelelerinde, bakım krizine karşı geliştirilen kolektif çözümlerde bu tarihsel deneyimin izlerini açıkça görüyoruz. Bu yüzden sosyalizm “bir gün kurulacak bir sistem” değil; bugün, burada, yaşamın içinde inşa edilen bir toplumsallıktır. Geleceğe havale edilen değil, “an”da yaşanan bir toplumsal ilişkiler biçimidir.

Şunu açıkça söylemek gerekir ki: Kapitalizmin kadınla kurduğu ilişkiyi görmeden sosyalizm kurulamaz.
Cadı avlarını, doğum politikalarını, “Aile Yılı” söylemlerini aynı hatta okumadan özgürlükten söz edilemez.

Sosyalizm ya kadınların kurucu öznesi olduğu demokratik bir toplumsallıkla yol alacak,
ya da erkek egemen devlet aklının dar koridorlarında dönüp duracaktır.

Ve tarih bize yaşamı dışlayan hiçbir teorinin, yaşamın başarı şansının olmadığını acı deneyimlerle defalarca gösterdi.

Bu yüzden, sosyalizm tartışmalarını devlet arşivlerine, eski parti kongrelerine ya da teorik dogmalara hapsetmek büyük bir yanılgıdır. Sosyalizm devleti değil toplumu; iktidarı değil özgürlüğü, tahakkümü değil dayanışmayı esas aldığı ölçüde geleceği vardır.

Demokratik sosyalizm, yaşamı örgütleme iddiasıdır. Ve yaşam, yüzyıllardır kadınların omuzlarında taşınmıştır.

Sosyalizm, kadınların direniş hafızasından, kolektif yaşam pratiklerinden ve eşitlik ısrarından güç alıyorsa anlamlıdır, dönüştürücüdür ve nihayet demokratiktir.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Yoksulluk ve ölüme karşı yaşam mücadelesi…  

Sonraki Haber

Barış yasası: Demokratik cumhuriyete ulaşmanın kurtuluş yoludur

Sonraki Haber

Barış yasası: Demokratik cumhuriyete ulaşmanın kurtuluş yoludur

SON HABERLER

DEM Parti Eş Genel Başkanlarından Alevilere yönelik saldırılara tepki

Yazar: Yeni Yaşam
28 Aralık 2025

Zübeyir Aydar: Kürtlerden korkmayın, barışın

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
28 Aralık 2025

Arap Solu Projesi Nerede? (3)

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
28 Aralık 2025

Barış yasası: Demokratik cumhuriyete ulaşmanın kurtuluş yoludur

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
28 Aralık 2025

Yaşamı örgütleyen ve dönüştüren sosyalizm, demokratiktir

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
28 Aralık 2025

Yoksulluk ve ölüme karşı yaşam mücadelesi…  

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
28 Aralık 2025

Kuzey ve Batı Suriye Siyasi Meclisi’nden BM’ye acil uluslararası koruma çağrısı

Yazar: Yeni Yaşam
28 Aralık 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır