EGEÇEP ve İzmir Barosu, Dünya Çevre Günü’ne dair açıklamalar yaptı
Ege Kültür ve Çevre Platformu, (EGEÇEP), 5 Haziran Dünya Çevre Günü’ne ilişkin yazılı açıklama yayınladı. 5 Haziran’ın kutlama değil sorunlara karşı direnme günü olduğu belirtilen açıklamada, “Ege Bölgesi doğal zenginlikleriyle olduğu kadar bu zenginlikleri tehdit eden çevresel saldırılarla da gündemde. Tarım arazileri, ormanlar, meralar, su varlıkları ve kıyılar, sermaye projeleriyle kuşatılmış durumda. Aliağa’da yıllardır ruhsatsız çalışan İzdemir Termik Santrali’ne 2025 yılında yeniden ÇED olumlu kararı verildi. Bu karar, Anayasa Mahkemesi ve yerel mahkeme kararlarını görmezden gelerek, halk sağlığını ve çevre üzerindeki etkileri yok sayıyor. Aliağa’daki gemi söküm tesisleri, başta AB dışı ülkelerden gelen eski ve radyoaktif atıklı gemilerin sökümünde kullanılan tehlikeli yöntemlerle gündemde. Söküm işlemleri sırasında ortaya çıkan ağır metaller, asbest ve hidrokarbonlar, hem çalışanların sağlığını tehdit ediyor hem de deniz ve kara ekosistemine geri dönülemez zararlar veriyor. Denetimsizlik ve sürecin şeffaf yürütülmemesi bu sorunu daha da derinleştiriyor” denildi.
Altın madenlerinin Ege’nin dört bir yanında ciddi tahribat yarattığına değinilen açıklamada, Dikili-Çukuralan, Efemçukuru, Bergama-Ovacık, Balıkesir İvrindi ve Eşme-Kışladağ olmak üzere daha birçok yerde yeraltı ve yerüstü su varlıklarının tehdit edildiği vurgulandı. Yine Gaziemir’deki nükleer atıklar ve Harmandalı Çöplüğü’nün yarattığı tehlikelere dikkat çekilen açıklamada, Çeşme Yarımadası’nın yüzde 40’ını kapsayan kıyılar ve ormanların özel sermayeye açılması, yapılaştırılmak istendiği belirtildi. Ege’de plansız şekilde ilerleyen JES, RES, GES’lerin doğa dostu olmaktan uzak olduğu aktarılan açıklamada, “Jeotermal enerji santralleri özellikle Manisa ve Aydın’daki tarım arazilerini verimsizleştiriyor ve üzüm ile zeytin üretimini tehdit ediyor. Karaburun’daki RES ve GES projeleri ise biyolojik çeşitliliği yok ediyor. Enerji üretimi, bilimsel ölçütler doğrultusunda, gerçek ihtiyaçlar ölçüsünde ve yerelin rızası ile gerçekleştirilmelidir. İzmir’in içme suyunu sağlayan Tahtalı ve Gördes Barajları çevresindeki madencilik ve sanayi faaliyetleri su kalitesini tehdit ediyor” ifadeleri kullanıldı.
Tarım alanları yok oluyor
Seferihisar, Selçuk, Ödemiş, Bergama, Alaşehir gibi bölgelerde tarım arazilerinin ya yapılaşmaya ya da enerji ve madencilik projelerine kurban edildiği kaydedilen açıklamada, “Tire-Belevi Yol Projesi gerekçe gösterilerek zeytinlik ve incirlikler acele kamulaştırma yoluyla ellerinden alınan Çayırlı köylülerinin direnişi, Ege’nin dört bir yanında yaşanan benzer gasp uygulamalarının simgesi haline geldi. Tarım toprakları ve kırsal yaşam alanları, rant projelerine kurban edilmemeli; köylülerin mülkiyet ve yaşam hakları korunmalıdır. Başta Aliağa olmak üzere İzmir’de ve Ege’nin çeşitli bölgelerinde yoğun hava kirliliği yaşanıyor. Termik santraller ve sanayi tarafından oluşturulan bu kirlilik, yeterli denetimler olmadığı için giderek artıyor, halk sağlığını ciddi bir şekilde tehdit ediyor. EGEÇEP olarak, Egelilerin sağlıklı kentlerde yaşama haklarını ve havayı, suyu, toprağı koruyarak doğadan ve yaşamdan yana mücadele sürdürüyor, tüm Egelileri ekolojik yıkıma karşı sürdürdüğümüz direniş ve dayanışmada birlikte yol yürümeye davet ediyoruz” diye belirtildi.
İzmir Barosu’ndan açıklama
Öte yandan konuya ilişkin açıklama yapan İzmir Barosu da tüm yurttaşları sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı için mücadeleye davet ettiklerini belirtti. Artvin’de katledilen Reşit Kibar’ın durumuna dikkat çekilen açıklamada, “Yakın zamanda duruşmasını takip ettiğimiz dosyada görüyoruz ki asıl yargılanan sanıklar değil hak savunucuları. 2017 tarihinde, Antalya Finike’deki bölgelerindeki asırlık sedir ve çam ağaçlarını taş ocağı tehdidinden korumaya çalışırken öldürülen Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftini de cinayetlerinin aydınlatılmadığını da unutmadık. Ne sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı ihlal edenler cezalandırılıyor ne de bu haklar için mücadele eden hak savunucularına yönelik şiddet eylemlerinde bulunanlar. Bilinçli, sistematik ve geri dönülmez doğa tahribatı artık yalnızca çevre sorunu değil; insanlık suçu niteliği taşıyan bir ekokırım haline gelmişken ekokırım hâlâ suç olarak tanımlanmamıştır. Doğaya karşı işlenen ağır suçların yalnızca idari para cezalarıyla karşılanması, cezalandırma değil cezasızlıktır. Ancak bilinmelidir ki, toplumun tüm kesimleri doğayı ve yaşamı savunma sorumluluğunu taşımaktadır. İklim krizinin etkileri her geçen gün derinleşirken, doğa talanı hız kesmeden sürerken sessiz kalmak, bu suça ortak olmaktır. Yaşamı savunmak bir tercih değil, bir zorunluluktur” ifadeleri yer aldı.
Kaynak: MA