Bedri Türkmen/İstanbul
Binlerce insanın hayatını kaybettiği 17 Ağustos depreminin üzerinden 20 yıl geçti fakat yaşananlardan gereken dersler çıkarılmadı. Deprem Bilimci Dr. Savaş Karabulut, Marmara’da peş peşe depremler yaşanabileceği ve olası depremde 625 bin insanın ölebileceği uyarısı yaptı. Mimarlar Odası’ndan Esin Köymen ise toplanma alanlarının AVM ve rezidans olarak ranta açıldığına dikkat çekti
1999 yılında 16 Ağustos’u 17 Ağustos’a bağlayan gece saat 03.01’de meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki yer sarsıntısı Türkiye tarihinin en büyük ikinci depremi olarak kayıtlara geçti. Merkez üssü Gölcük olan deprem, Marmara Bölgesi’nin genelinde hissedildi. Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın kırılmasıyla meydana gelen deprem, İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya ve Yalova’da can ve mal kaybına neden oldu. Derinliği 17 kilometre olan sarsıntıda yer kabuğunun sağa doğru hareket ettiği ve 120 kilometrelik bir hat boyunca kırıldığı tespit edildi. Resmi rakamlara göre, depremde 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi de yaralandı. 5 bin 840 kişi de kayboldu. Ancak resmi olmayan rakamlara göre ise 50 bin insanın hayatını kaybettiği belirtiliyor. 17 Ağustos depremini yaşayan bir çok insan yaşadığı travmanın etkisindeyken bazı uzmanlar İstanbul’da olası büyük bir deprem daha bekliyor.
İstanbul’un o dönem depremden en çok etkilenen bölgesi olan Avrupa Yakası’nda ilçe ilçe zemin araştırmaları yapan ve raporlar hazırlayan Jeofizik Mühendisi, Deprem Bilimci Dr. Savaş Karabulut ile TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen, gazetemize konuştu. Her iki uzman da 17 Ağustos depreminden ders alınmadığı söyledi ve İstanbul’da olası bir depremde 625 bin insanın hayatını kaybedeceği tahmininde bulundu.
‘Yüzleşmek yerine betona teslim ettiler’
Jeofizik Mühendisi, Deprem Bilimci Dr. Savaş Karabulut, 17 Ağustos 1999 Kocaeli Gölcük depreminde yaşamını yitirenlerin yakınlarının hala büyük bir travma içinde olduğunu ve bu konu hakkında konuşmak istemediğini söyledi. Yerel yöneticilerin ve siyasilerin 17 Ağustos depremi ile yüzleşmesi gerektiğinin altını çizen Karabulut, “Ama siyasiler bırakın yüzleşmeyi yeni projeler yaparak devam ediyor. Şehri betona teslim etmeye devam ediyorlar. Tüm yapıların kontrol edilmemesine devam ediyorlar” dedi.
Marmara’da uyuyan tehlike
Karabulut, tehlikenin Marmara Denizi’nin içinde olduğunu ve uyanmayı beklediğini vurguladı. Bu tehlikenin Marmara Denizi içinde her an büyük bir gürültü koparabileceğini ifade eden Karabulut, “Büyükşehir Belediyesi Haliç-Avcılar arasında kalan alanın mikro bölgelemesini (zemin etütlerini) yurtdışı fonlarıyla/yardımlarıyla bitirdi. Ancak Avcılar-Silivri arası (Gürpınar hariç), Çevreyolu-Karadeniz sahili arasında kalan alan ve Ümraniye-Tuzla arasındaki alan hala çalışılmadı ve zemin durumları tam olarak bilinmiyor. Bilim insanları birçok proje üretti ancak bu projeler ihalelerle yönetilmediğinden kütüphanelerin tozlu raflarında tutulmaya terk edildi. Yani 17 Ağustos depreminin ilk sürecinde bir şeyler uygulandı ve sonrasında yine unutuldu” diye konuştu.
‘Bilimsel çalışmalar dikkate alınmıyor’
Yapılan araştırmalarda 2000 yılından sonra yapılan yapılarda, 17 Ağustos 1999 depreminden sonra yapılmış ve depreme uygun yapılması gereken yapıların yüzde 17’sinin olası depremde orta ve ağır hasar göreceğinin rapor edildiğine işaret eden Karabulut, “İlk aklımıza gelen ise ‘17 Ağustos depreminden önce yani 2000 öncesinde yapılan yapıların durumu nedir?’ sorusu. Ancak buna hiçbir bürokrat cevap veremiyor, çünkü bilmiyor. Bilim insanları, meslek odaları, uyardı ve uyarmaya devam ediyor. Bizler bilimsel olarak tehlikenin ve olası problemlerin farkındayız. İstanbul Avrupa yakasının tamamının zemin sorunlarını çalıştım. Marmara Denizi’ne komşu ilçeler ile Büyükçekmece-Küçükçekmece gölleri arasında kalan alanın en büyük zemin problemlerini yaşayacak alanlar olarak belirledim. KHK ile ihraç etseler de, bilimsel üretimime devam edip, sorunları ortaya koymaya devam edeceğim. Ancak siyasi iktidarlar, yerel yönetimler ve bürokratlar bu çalışmaları/uyarıları ne yazık ki günümüze kadar dikkate almadı” diye sitem etti.
Deprem nerelerde bekleniyor?
Yaptıkları çalışmalarda Marmara Denizi içinde 7 büyüklüğünde deprem veya depremler olacağı tahmininde bulunan Karabulut, sözlerine şöyle devam etti: “Kuzey Anadolu Fay fonu Marmara bölgesine ulaşmadan üç kola ayrılıyor. Marmara Denizi içinde bulunan üç çukurun (Çınarcık, Orta Marmara ve Tekirdağ) kuzeyinde ve güneyinde iki kola ayrılıyor. Yaklaşık 1200 kilometre derinliğindeki çukurlukların kuzey sınırındaki sarp yamaçların sınırından fay hatları geçiyor. Günümüzde bu fayların birlikte ve/veya ayrı ayrı kırılıp, 7 ve üzeri deprem(ler) üretmesini bekliyoruz. Fay hatları, orta kolu Armutlu’dan ve Güney Kolu Bursa’nın kuzeyinden geçmektedir. Bizim şu anda en çok kitlendiğimiz şey Marmara’nın kuzeyindeki kolu. Yani Adaların güneyinden başlayıp, Büyükçekmece’ye kadar devam eden kol olarak dediğimiz kolda 7.4 büyüklüğünde, Kumburgaz baseni olarak adlandırdığımız Orta Marmara çukurluğunun kuzeyinde (bu fayın enerji biriktirmeye devam ettiği, Lang ve arkadaşları, 2019 Nature Communication çalışmasında ispatlanmıştır) 7.1 büyüklüğünde deprem bekliyoruz. Bulut ve arkadaşları tarafından Tectonophysics dergisinden yayınlanan çalışmada ise Marmara Denizi içindeki tarihsel depremler incelenmiş ve deprem döngüsünün 1894, 1912 depremleriyle başlayıp, 1999 depremiyle devam ettiğini ve hala kırılmayan fayların bir gün gelip kırılacağı modellenmiştir.”
‘Peş peşe sarsılabiliriz’
Karabulut, yapılan çalışmalarda Marmara hattında beş depremin olacağının öngörüldüğünü, şimdiye kadar iki büyük deprem yaşandığını, geriye üç depremin kaldığını söyledi. “Depreme hazır olmamasının sorumlusu yerel yönetimleri elinde bulunduran belediyeler ve siyasi iktidarlardır” diyen Karabulut, “1766 yılında peş peşe iki büyük deprem olduğunu biliyoruz. 6 ay arayla 7’nin üzerinde iki deprem olmuş. Şimdi aynı durum tekrardan olabilir. Yakın zaman içinde Marmara’da peş peşe depremler tekrardan olabilir. Fayın tek parka kırılması halinde depremin şiddeti 7.6 olabilir” öngörüsünde bulundu.
‘625 bin insan hayatını kaybedebilir’
Karabulut, İstanbul’da olası bir depremde 625 bin insanın hayatını kaybedeceğini tahmin ettiklerini de vurguladı. Depremin yanı sıra tsunami gibi ikincil etkilerin de en çok korktukları olgular olduğunu ifade eden Karabulut, “Marmara’da bulunan sarp yamaçlar büyük deniz dibi heyelanlarına neden olabilecek boyuttadır. Bu durum hem kuzey hem de güney kıyılarının tsunami tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir” dedi.
‘Duyarlılık kısa sürdü’
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen ise 17 Ağustos depreminin üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen, depremin hemen ardından oluşan duyarlılığın ve bilinçlenmenin etkisinin çok kısa sürdüğünü söyledi.
Pek çok insanın hayatını kaybettiği, büyük çapta maddi yıkımların ve hasarların yaşandığı 17 Ağustos depremin sonrasında, deprem kuşağında bir ülkenin vatandaşlarının yanı sıra yöneticilerinin bile bu konularda ne kadar bilgisiz ve hazırlıksız olduğu gerçeğiyle yüzleştiklerini belirten Köymen, “Bu durum ne yazık ki yaşanan afet sonrası yapılacak müdahalelerde de kendini gösterdi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen kamuoyunda gelişen duyarlılıkla oluşan dayanışma süreci, depremin yıkıcı etkilerini azaltabilmek için önemli bir adım olmuştur. Ne yazık ki bu süreç çok uzun sürmedi. Yetkililerce, planlama süreçlerinde deprem dahil olmak üzere tüm afetlerin dikkate alındığı yeni bir yaklaşımın oluşacağı umudumuz gerçekleşmedi. Depremin hemen ardından hızlanan yeni planlama süreçleri; afetleri dikkate almadan, gayrimenkul firmalarının spekülasyonlarıyla yönlendirilen, kar amaçlı yatırımlara göre şekillendi” dedi.
‘Toplanma alanları rezidanslara dönüştürüldü’
Köymen, 1999 depreminden sonra, İstanbul’da 470 ‘Geçici İskân Alanı’ ve 562 ‘Birinci Derecede Acil Ulaşım Yolu’ belirlenmesine rağmen bu gün sadece 470 Afet Toplanma Alanı’ndan geriye yaklaşık 70 civarında alan kaldığını belirtti. Bu alanların bir kısmının da özel mülkiyet olduğu düşünülürse durumun vahametinin ortada olduğunu ifade eden Köymen, “Daha önce belirlenmiş olan afet toplanma alanlarının çok büyük bir kısmı tek tek yapılaşmaya açılarak büyük alışveriş merkezlerine ya da rezidanslara dönüştürülerek yok edildi. Mesela birkaç örnek verelim: Torun Center, Anthill, Starcity Outlet Center, Zaman gazetesi binası, Ağaoğlu My City, Meydan AVM, Onaltı Dokuz, Ora AVM, Forum İstanbul, Kiptaş Ünalan, DAP Royal Center, TOKİ Avrupa Konutları, Capacity AVM, Çınar Olimpia Park Sitesi, Selenium Plaza gibi birçok yer acil eylem planında deprem toplanma alanı olarak açıklanmıştı” diye sıraladı.
‘Önlemek yerine davetiye çıkarıyorlar’
Afet toplanma alanlarıyla birlikte kamusal alanların da talan edildiğini vurgulayan Köymen, “Planlama süreçleri; kentleri ve kırsal alanları yağmalamanın bir aracı haline dönüştürüldü. Özellikle İstanbul’da yapılan 3. Köprü, 3. Havalimanı ve yapılması düşünülen Kanal İstanbul gibi mega projeler ve bunların yer seçimleri nedeniyle afetleri önlemek bir yana yeni afetlere de davetiye çıkartılmaya devam edildi. Orman alanları, su toplama havzaları gibi İstanbul’un yaşam kaynaklarına yapılan müdahaleler nedeniyle geri dönüşü olmayan hasarlara da neden olundu” diye ifade etti.
‘Yasal düzenlemeyle talanın önü açıldı’
Köymen, Mayıs 2018’de İmar Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle getirilen ‘İmar Barışı/Affı’ düzenlemesinin de tüm bu olumsuzluklara bir yenisinin daha eklendiğine işaret etti. Kaçak yapılara getirilen afla, sit alanlarında, dere yataklarında, kamu arazileri üzerinde yapılan tüm kaçak yapıların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hesabına yatırılan bedeller sonucunda yasal hale getirildiğini belirten Köymen, “Bu durum bir yandan kamusal alanların ve korunması gereken sit alanlarının talan edilmesinin önünü açarken diğer yandan sağlam olup olmadığına bakılmaksızın tüm kaçak yapılara da yasal bir koruma getirmiştir. Bu düzenlemeyle de hem kentlerimizde hem de kırsal alanlarda yapılan tüm kaçak yapılar, ne sağlamlığına ne de nerede yapıldığına bakılmaksızın yasal koruma altına alındı. Kamuya ait araziler üzerinde yapılan kaçak yapıları bile kapsayan bu düzenlemeyle kamusal alanların da yasal düzenlemeler yoluyla talan edilmesinin yolu açılmış oldu” değerlendirmesi yaptı.
Fay hatlarında, dere yataklarında, sit alanlarında, orman alanlarında vb. özel koruma alanlarındaki yapılanlar dahil olmak üzere pek çok kaçak yapının imar affından yararlandığını vurgulayan Köymen, “Üstelik bu düzenlemenin amaç maddesinde; imar affından/ barışından toplanan paraların ‘afetlere karşı daha güvenli bir yapılı çevre’ oluşturmak amacıyla kullanılacağı belirtilmiştir. Bu açıklama; yapılan düzenlemenin yol açacağı yıkımlar açısından ironik bir durumdur” dedi.
Kartal’daki çökmenin öğrettikleri
İmar Affı/barışı düzenlemesinden sonra Kartal’da çöken Yeşilyurt Apartmanı’nın bu düzenlemeyi yeniden gündeme getirdiğini söyleyen Köymen, 21 insanın hayatını kaybettiği bu olaydan sonra yaşananların; afet sonrası müdahalelerde ne derece hazırlıksız olunduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koyduğunu vurguladı. Köymen, tek bir yapının çökmesi nedeniyle bile alana ulaşımdan, kurtarma çalışmalarına kadar ortaya çıkan aksaklıkların, olası bir İstanbul depremine ne kadar hazırlıksız olduğumuzu da açıkça ortaya koyduğuna işaret etti.
Çözüm önerileri
Jeolojik koşulları, aşırı nüfusu, yapı stoku, dolgu alanları, dere yataklarının yerleşime açılması, hızlı ve çarpık kentleşmesi İstanbul’u deprem ve diğer afetler konusunda büyük bir risk altına soktuğunu vurgulayan Köymen son olarak şu önerileri sıraladı:
- Öncelikle daha fazla can kaybına yol açmadan İmar Affı düzenlemesi iptal edilmelidir. İstanbul’daki yapı stoku vakit kaybetmeden gözden geçirilmeli, yıkılma tehlikesi olanlar yıkılmalı, güçlendirilerek kullanımına devam edilebilecek yapılar güçlendirilmelidir.
- Bilimsel veriler ışığında; tarihi ve kültürel değerlerimizi koruyan, çevreye duyarlı, yaşanılabilir bir kent için deprem ve yol açacağı tüm sonuçlara karşı yasal mevzuatlar tamamlanmalı, denetim, gözetim ve uygulama sisteminin taşıdığı sorumluluğu yerine getirmesi sağlanmalıdır.
- İstanbul’daki kontrolsüz nüfus artışı ve plansız kentleşme kontrol altına alınmalıdır.
Uzman desteği alınmalı
Mimarlar Odası’nın olası İstanbul depremi ve afetler konusunda yıllardır sürdürdüğü bilimsel çalışmalarını ve raporlarını yetkililerle paylaştığı bilgisi veren Köymen, “TMMOB’ye bağlı meslek odaları olarak; afetlere hazırlık, planlama süreçlerinde doğal afetlere karşı ne tür önlemler alınabileceği, afet öncesi ve sonrası yapılacak işlerle ilgili uzmanların da katılımıyla pek çok panel ve sempozyum gerçekleştirdik. Ve bunların sonuçlarını hem yetkililerle hem de kamuoyuyla da paylaştık. Afetler nedeniyle yaşanabilecek olumsuz gelişmeleri ortadan kaldırmak, daha sağlıklı bir yapılı çevre oluşturabilmek için yetkililerin; bilimsel verileri, bu konularda çalışma yapan meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının rapor ve görüşlerini dikkate almaları gerekmektedir. Tüm bu görüş ve öneriler, planlama süreçleri de dahil olmak üzere yapılan tüm yasal düzenlemelerde yol gösterici olmalıdır” diye ekledi.