Kürt hareketi doksanlardan bu yana dünyada ve Ortadoğu’da yaşanan jeopolitik-ideolojik kırılmalar karşısında kendisini hızlıca mobilize ederek süreç içinde siyasete doğrudan etki eden bir özne haline geldi. Yükselen Kürt realitesi, Kürt meselesine artık geleneksel paradigmalar üzerinden bakılamayacağını; yeni bir okumaya, yeni bir akli seçeneğe ihtiyaç olduğunu mikro-makro iktidarlara güçlü bir şekilde hatırlattı.
Değişen koşullar Türkiye’deki Kürt meselesini de doğrudan etkiledi. AKP Kürt savaşı ve barışı karşısında diğer iktidarlardan farklı olarak asimetrik bir yol izledi. Kürt meselesini pragmatist hedefleriyle iç içe geçirerek çözüm girişimleriyle birlikte otoriter devletin ajandasına entegre etmeye çalıştı. Bu pratikler AKP için bir siyasal kültüre dönüştü.
Yeni süreçte (1 Ekim 2024) popülist siyasal kültürün taktiklerini yeniden güncelledi; kutuplaşmanın öznelerini hızlıca ikame etti. İçerde CHP’yi, dışarıda İsrail’i şeytanlaştırarak milliyetçi tabanı yanında tutmak, Kürt meselesini kendi kontrolünde ve yine milliyetçi-muhafazakâr bir çerçevede sabitlemek yeni dönemin stratejik heyulası gibi dolaşıma sokuldu.
CHP ise Kürt meselesinde yürütülen yeni süreçte en azından eski CHP olmadığını ispatlamak için “sahaya ineriz, ama oynamayız” gibi bir tutumla kendisini sınırladı. Bir taraftan seçimlerde Kürtlerden aldığı desteğin yarattığı ahlaki borçluluk, diğer taraftan seçimleri Kürtsüz kazanma ihtimalinin tetiklediği kaygı CHP’yi sürecin içinde tuttu tutmasına ama inisiyatif almaktan hep çekindi.
AKP’nin yargı tacizleriyle siyaseti dizayn etme stratejisi CHP’nin bu konumunu belirledi. Yargı şiddetiyle CHP’nin siyaset alanı daraldıkça, CHP AKP’nin belirlediği oyun alanına sıkıştı ve yargı baskısıyla ortaya çıkan mağduriyet odaklı siyasete sırtını dayadı.
Mağduriyet siyaseti bir süreliğine halk üzerinde etkili olabilir. Ancak kapsayıcı ve cesur bir ajanda ile iç içe geçmediği müddetçe tek başına işe yaramaz, çağımızın seçmeni de bunu yutmaz. Bu nedenle mağduriyet durumu ahlaki olarak toplumu etkilese de günün sonunda ülkenin derin meseleleri, hakeza konjonktürün sıkışık ve acil gündemleri karşısında yetersiz kalır. AKP’nin 23 yıldır hem kendi seçmenini hem de muhalif seçmeni nevi şahsına münhasır algı lojistiğiyle maniple etme becerisini de eklediğimizde mağduriyet siyasetinin etki alanının ne kadar sınırlı kalacağı daha iyi anlaşılmış oluyor.
Yine AKP’nin baskı stratejisine karşı CHP’nin erken seçim çağrıları ve yapılan mitinglerle tabanını canlı tutması önemlidir. Fakat burada da halkın erken seçime hevesli olduğuna dair emarelerin zayıf olduğu saha araştırmalarından anlaşılıyor. Ayrıca şimdilik sandığa mesafeli duran ama yıllardır bir şekilde sandıktan birinci olarak çıkan bir partiye “sandıktan korkuyor” demenin de halkta ciddi bir karşılığı yok. Esasen halk erken seçim değil sorunlarına çözüm arıyor.
Nihayetinde mağduriyeti arkasına alarak erken seçim çağrılarıyla sınırlı kalan bir strateji iktidar koltuğunda oturmak için yeterli olmayabilir. CHP için ülkenin temel meselelerini de içeren, demokrasi odaklı, kapsayıcı ve cesur bir yol haritası lazım. Bu politik ihtiyaçtan hareketle CHP Kürt meselesinin demokratik çözümünü de kolaylaştıracak şekilde cumhuriyetin demokratikleşmesi konusunda tereddütsüz inisiyatif alarak iç ve dış siyasette daha etkili olabilir. Türkiye partisi olmanın yolu da hakeza Kürt meselesi başta olmak üzere ülkenin temel meselelerinde güçlü bir iddiaya sahip olmaktan geçer.
CHP şimdilik bunların aksine bir yol izliyor. Sürecin belki de doğal rutini olabilecek İmralı görüşmelerini tartışmaya açmak, oradan bir gedik açmak sürecin en kötü pratiği oldu. CHP’nin bu tutumunu “CHP sürecin kuyrukçuluğunu yapmak zorunda değil” gibi yapılan çiğ analizler jakoben anlayışın refleksidir. Bu analizler ülkenin temel meselelerine yabancılaşan yerlerden çıktığı apaçık ortada. Bunun yanında Türkiye partisi olma iddiası taşıyan bir siyasetin seçimlerde Kürtlere ihtiyacı varken “Kürt barışına katkı sunarsam başka seçmeni kaybederim” korkusuyla inisiyatif alamıyor olması da siyasetsizliğin yeniden icadı olarak tanımlanabilir. Bu tür ikilemler CHP’yi siyasetsizliğe ittiği gibi savrulmaya da götürebilir. Savrulma derinleşirse Sözcü gibi nasyonalizmi azdıran platformlar bile CHP üzerinde etkili olmaya başlar. Umarız böyle olmaz.
Çatışma çözümünün bir çözüm sürecine evrilmesi durumunda süreç yine milliyetçi-muhafazakâr bir çerçevede yürütülecek gibi görünüyor. Kürtlerin bu sürecin dışında kalması siyaset dışı bir beklenti olur. CHP sürecin dışında kaldığında ise yine “Kürtler AKP’yle anlaştı” retoriği köpürtülecek. Bu bayat propaganda hiçbir sorunu çözmeye yetmeyecek. Bu kısır döngüden çıkmanın yolu, CHP’nin sürecin yeni aşamasında daha cesur, kapsayıcı ve proaktif bir pozisyon almasından geçiyor. Yeni aşamada CHP’nin yükü ve sorumluluğu artıyor.









