Zamanın ruhu sadece Trump’un istediği yere çökebileceğini düşünen ve bunu tehditlerle dile getiren en hafif deyimle gangster tarzında ya da zayıflasa da halen belirleyici emperyalist güç konumunu koruyan ABD emperyalist sermayesinin araya herhangi bir perde koymayıp doğrudan iktidar/devlet hiyerarşisinin tepesine oturmasında dile gelmiyor. Birkaç yüzyıllık kapitalist dünya düzeninin tarihindeki tüm olağanüstü dönemlerde tanık olduklarımızın hepsini adeta karikatürize ederek ve mantıki sonuçlarına vardırarak sergilenen ve “yeni dünya düzeni” politikasına da model olarak sunulan bu gidişatın sivri noktaları da o ruhun anlaşılması açısından çarpıcı birer veri oluyor.
Trump’ın insanlarıyla birlikte yakılıp yıkılan Gazze’ye ilişkin hayallerini yapay zeka marifetiyle canlandırması ezilen halkları bekleyen felaketlerin de imgesi olarak tepemizde sallanıyor mesela. Vicdanı, merhameti zaten olmayan emperyalist kapitalist barbarlık düzeninin bunu da eskisi gibi timsah gözyaşlarıyla perdelemekten vazgeçtiğinin ifadesi olarak. Elbette ki tıpkı Gazze’de olduğu gibi karşıtını yarata yarata…
Dünyanın tüm kapitalist devletleri, tüm sermaye kesimleri de bu modele göre yön tayin ediyor. Uzun zaman önce girilen bu yol şimdi en çıplak, en pervasız haliyle bütünlüklü bir konsept haline getiriliyor. Yeni dünya düzeni deniliyor adına da. Neoliberalizmin ilk dönemlerinde SSCB’nin çöküşünün rüzgarını da arkalarına alarak ilan ettikleri yeni dünya düzeninin en “yeni” hali bu oluyor! Mazlumu suçlu, zalimi mağdur ilan ettikleri bu düzen, jargonundan tutalım her pratiğiyle tüyler ürpertici, mide bulandırıcı! Bu haliyle benimsenip edilgen bir kadercilikle kabul edilsin isteniyor.
Son olarak Suriye’de olup bitenler karşısında yapılan açıklamalar Türkiye’de medyasından siyasetçisine, devletlilerinden diğer ideolojik aygıtlarına kadar hemen hepsinin çoktan girdikleri yolu şimdi Trump gibi soğukkanlıca ve hızlanarak yürüdüklerini gösteriyor. Mağduru, zulme uğrayanı el birliğiyle suçlu ve hedef ilan ediyorlar. Esad rejimi döneminin de ezilenlerinden olan Suriyeli Alevilere bugün yaşatılanlar karşısında yapılan açıklamalarda olduğu gibi…
Hükümet sözcüsü iki günde bine yakın sivilin tanklarla, ağır silahlarla yapılan saldırılarda işkence edilerek öldürülmesine karşı yaptığı açıklamada “rejim artıkları”dan bahsedebiliyor. O “rejim artıklarının” temizlendiğine işaret edebiliyor. Hemen hepsi işin kendilerine dayandığının bilinciyle ardı ardına yaptıkları açıklamalarda provokasyondan bahsedip Suriye’de sağlamak istedikleri istikrarın hedeflendiğini söyleyebiliyor. İran’a işaret ediliyor, karşılıklı diplomatik tehditler yollanıyor, yeni hamlelere hazırlık yaparcasına… “Abilik” yaptıkları HTŞ şefi ele de veriyor kendilerini. Katliamın faillerinin Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu bileşenlerinden iki grup olduğunu söylüyor, kendisini temize çıkarma kaygısıyla…
İstanbul’daki Aleviler yaşanana tepki göstermek istediklerinde 40 yıllık kurumları hiçe sayılarak “marjinal” ilan edilebiliyor, anında yasak ilan edilip kentin en mutena bölgesine yüzlerce polis yığılabiliyor, sokaklar tutulup trafiğin yönü değiştirilebiliyor.
Zamanın ruhu Trump’ta cisimleşip emperyalist kapitalizmin sureti haline gelirken en fazla mazlumlara ya da mazlum hale gelenlere yapılanlar karşısındaki kalpsizlikte dile geliyor.
Tıpkı kadınlara karşı dünya gericiliğince alınan kolektif düşmanlık tutumu gibi.
Bir dönemin ruhunu okumak isteyenler mazlum ya da mazlum hale gelen halklara ya da kadınlar karşısındaki tutumlara, politikalara bakmalıdır. Kadınların bu kolektif düşmanlık karşısındaki nabzını almak isteyenler de 8 Mart meydanlarına…
Bu 8 Mart’ta da bu ruh tüm açıklığıyla dile geldi. 23’üncü Feminist Gece Yürüyüşü için ilan edilen yasakla Taksim ve civarı felç edildi. Kadınlar barikatları, mesafeleri aşarak ulaştılar belirlenen yere ve yaptılar açıklamalarını. En az 20 bin kadın vardı meydanda ve hazmedilemeyen bu tablonun intikamı, bir grup kadının dağılırken tuzağa düşürülüp darpedilerek gözaltına alınması oldu.
Ama hırs ettikleri o intikamı alamadıklarını da bilerek… O meydandaki kitlesellik, coşku ve o meydana ulaşmak için aşılan onca engel düşünülünce kolektif düşmanlığın hedefi olan kadınlar için farklı rövanşlara hazırlanmaya bıraktılar öfkelerini.
“Aile Yılı” ilan ettikleri 2025’i kadınlar, “mücadele yılı” ilan ettiler keza ve bunun perdesini de beklediklerinden güçlü bir hışımla açtılar.
Kadınlara yönelik bu düşmanlığın temelinde sadece Aile Yılı mottosuna meydan okumaları, gelecekleri için hazırlanan tüm o tuzaklara teslim olmayacaklarını ilan etmeleri yoktu. Özellikle ezilen Kürt halkı ve Kürt kadınlarıyla bütünleşmiş bir hareket olmak da canlarını fena sıkan başka bir etmendi. Kürt kadınlarının simgesi olan “Jin, jiyan, azadî!” sloganını tüm kadınların sloganı haline getiren bir hareket olarak onlarla aynı dili, aynı “barış” sloganlarını, aynı özlemleri paylaşmalarıydı…
Zamanın ruhu Suriye’de Alevilere, Kürtlere, buralarda işçiye, emekçiye, Kürde, kadına olan düşmanlıktaki agresifleşen ruhsal dalgalanmalarla konuşuyor. Karşısındakilerin de kendi ruhlarını, dillerini yaratmalarıyla iç içe geçerek…