Geçen hafta boyunca Suriye sahasında önemli bir hareketlilik vardı. Yeni Suriye’nin inşası temelinde HTŞ ve SDG ilk defa Şam’da bir araya geldi. Toplantının detayları hakkında spekülatif bilgiler dışında kamuoyuna yansıyan net bir bilgi olmadı. Ancak mutabakata varamadıklarını söylemek mümkün. Muhtemelen görüşmeler devam edecek. Aynı zaman diliminde Kobanê işgalini kolaylaştırmak için SMO tarafından Tişrîn barajı ve Qerekozak üzerinden iki koldan başlatılan saldırılar devam ediyor. İşgal girişimi Kürtler için sembolik değeri yüksek olan Kobanê’yi düşürmeyi hedefliyor. Çatışmalar yaklaşık bir aydır sürmesine rağmen büyük bir direnişle karşılandı ve başarılı olamadı.
Yeni Suriye’de Kürtleri statüsüz bırakmayı, Alevi bölgelerini insansızlaştırmayı, Dürzi ve Hristiyan toplumlar üzerinde şiddet eksenli bir korku imparatorluğu kurmayı hedefleyen yeni bir siyasal mühendislik devreye girdi. Özellikle Alevi toplumuna yönelik işkence, insan kaçırma ve kaybettirme, mala ve mülke çökme pratikleri SMO’nun saldırlarıyla eş zamanlı olarak sürmektedir. HTŞ bu insanlık dışı saldırıları “kontrol dışı güçlere” mal edip işin içinden çıkma kurnazlığıyla hareket ediyor. Resmi olarak da saldırıların kontrol dışı olduğunu ifade ettiler. Ancak bu ciddiyetsiz ve sorumluluktan kaçan bir açıklamaydı.
Bu aşamada Suriye’de cihadistler dışında hiç kimsenin yaşamı güvende değil. Yeni rejimi destekleyen kesimin dışında kalan farklı kimlikler için yaşam giderek zorlaşıyor. Bu topluluklar içinde şu an en savunmasız kesim, Baas rejiminin yaptığı kötülüklerin mal edilmeye çalışıldığı Alevi toplumudur. Tüm duyarlı kesimler Suriye’de olası bir Alevi katliamı riskini fazlasıyla ciddiye almalı. Fırat’ın batısında Alevi toplumuna, Fırat’ın doğusu ve batısında Kürt toplumuna yönelik saldırılar bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Bu bağlamda uluslararası toplumun bir gözü Alevi toplumunda, diğer gözü Kürt toplumunda olması gerekiyor. Müslüman toplum dışında kalan farklı toplumlara yaklaşım HTŞ için büyük bir test alanı olacak.
Yeni Suriye’de askeri ve siyasi bürokrasinin tamamen HTŞ eksenli radikal dincilerden oluşması, yabancı savaşçıların çoğuna general rütbesi verilmesi, DAEŞ’in önceki kadrolarından bir kısmına valilik, bir kısmının bakan olması ve HTŞ eksenli cihadist İdlip modelinin Suriye’nin yeni rejimi haline getirilmesi yukarıda bahsettiğimiz farklı toplulukları fazlasıyla tedirgin etmeye yetiyor. Rejimin askeri, ideolojik, politik ve iktisadi kimliği hakkında sis perdesi yavaş yavaş aralanıyor; Suriye’de İslamcı bir rejimin inşa edildiğine dair tezler bir bir gerçekleşiyor.
Baas rejiminin düşmesiyle birlikte bir süreliğine gündemde tutulan Rojava’nın silahsızlandırılması tezi, SMO’nun saldırıları, HTŞ’nin farklı topluluklara yönelik rövanşist pratikleri, yeni askeri-siyasi bürokrasinin tamamen radikal dincilerden oluşmasından kaynaklı stratejik bir hata olarak görülmeye başlandı. Yeni Suriye’de saldırılar ve belirsizlikler derinleşirken silahsızlanma tezinin konuşulması başta Suriye Kürtleri olmak üzere tüm Kürtler arasında tepkilere neden oldu. Zira devam eden saldırılar ve belirsizlikler karşısında Rojava savunma dinamikleri, hem Kürtlerin hem diğer halkların ve inançların “güvenliğinin teminatı” olarak görülüyor. Yeni rejimin dağınıklığı, istikrarsızlığı, güven vermeyen ideolojik ve askeri örgütlenme biçimi, hakeza Alevi toplumuna yönelik rövanşist saldırılar ve Kobanê’nin işgal planları Rojava’da güvenliğin sağlamlaştırılması tezinin daha geniş kesimlerde karşılık bulacağı kanaatini güçlendiriyor.
En kritik gelişmelerden biri ise HTŞ’nin Suriye’de yetki devri için Ulusal Diyalog toplantısına Türkiye’nin desteklediği SMO’yu davet etmemesiydi. Sınır kapılarını HTŞ’ye devretmelerine rağmen SMO’ya hükümet ve yönetimde yer verilmemesi dikkat çekici bir gelişmeydi. Türkiye önümüzdeki günlerde yeni rejimde kendilerine yer verilmeyen, bundan dolayı parça parça bölünerek ve de SDG karşısında dağılan SMO’yu tasfiye edip tamamen HTŞ ile hareket edecek bir stratejiyi devreye koyabilir. HTŞ-SMO gerilimini, SMO’nun iç çatışmalarını (2021-2021’de SMO çeteleri arasında 184 çatışma yaşanmış); Dürzi, Alevi ve Hristiyan toplumunun reaksiyonunu da hesaba katarsak Fırat’ın batısında çatışmaların belirsizlikleri büyüterek süreceği ve istikrarı sağlamanın giderek zorlaşacağı anlaşılıyor.
Rejiminin düşmesiyle birlikte ilk başta geçiş sürecinin kısa olacağı söylenmişti; ancak HTŞ’den yapılan açıklamaya göre bu süreç dört yıla kadar uzayabilirmiş. Suriye’nin nereye doğru gideceği, nasıl idare edileceği bilinmeyen ve demokratik bir irade ile iş başına gelmeyen olağanüstü bir rejimle dört yıl yönetilmesinin tahmin edilenin ötesinde sorunlara gebe olduğu gayet açık. Şayet geçiş süreci uzatılırsa büyük ihtimalle ya HTŞ’nin merkezinde olduğu ara rejim modeliyle radikal İslamcılar tamamen Suriye’ye hakim olacaklar ya da geçiş sürecinde yıpratılıp bir köşeye atılacaklar.
Sonuç olarak; Suriye’de siyasal İslamcılar iktidarın kurucu unsuru haline geldiler veya getirildiler. Kendilerine Tunus, Libya, Mısır örneklerinde olduğu gibi Suriye’ye de bir geçiş şansı verilmiştir. Cihadistler bu şansı kapsayıcılıktan uzak, salt kendi ideolojik ve politik menfaatleri ile sınırlı tutacak bir yol izler, diğer farklı kimliklere yaşam şansı tanımazlarsa aşılacak, alternatif olmaktan çıkarılacaklar. Hakeza yeni Suriye’de tarihsel arka planı olan din ve mezhep savaşlarının güncelleme seçeneği, ya da bu tür tarihsel krizi kaşıyacak politikalar, etnik ve mezhepsel boğazlaşmadan öteye gidemeyecektir.
Rövanşist arzuların peşinden gitmek yerine değişen dönüşen dünyayı gören bir yerden bakarak yeni ve demokratik bir Suriye kurmak en rasyonel yol olsa da Cihadistlere şimdilik en kolay gelen yol, Esad’ın kaldığı yerden mutlak rejimi kendilerine göre makyajlayıp yola devam etmek. Önlerinde iki senaryo var; birincisi ya mutlakiyetçiliği sürdürüp bir süre sonra Ortadoğu’daki diğer iktidarlar gibi devrilip yok olmak, ikincisi küresel ve bölgesel hegemonyalardan sıyrılarak ülkenin tüm iç dinamikleriyle birlikte demokratik bir Suriye inşa etmek.
Suriye toplumu geçiş sürecinde ve sonrasında normalleşerek sorunlarının çözülmesi beklentisi içine girmiştir. Bu beklentilerin karşılanmadığı her aşama gerilimlere ve kaosa gebedir. Bu bağlamda yeni Suriye’de siyasi ve askeri öznelerin hiç birinin çoklu seçeneklere sahip olmadığı görülmelidir; doğrusu bütün aktörlerin Suriye’de seçenekleri azalmıştır. İç dinamiklerin seçeneklerinin azalmasını fırsata çevirmeye çalışan tüm denklem ve senaryolar büyük süprizlerle karşı karşıya kalacaktır.
Mevcut koşullarda ahlaki ve politik açıdan en belirgin seçenek Suriye’nin bir an önce normalleşmesidir. Suriye’nin normalleşmesi bağlamında olması gereken şey ise geçiş sürecinin uzatılarak Suriye halklarının keyfi bir rejimin insafına bırakılması değildir. Bunun aksine uluslararası kurum ve kuruluşların gözetiminde hızlıca herkesin dahil olabileceği bir Suriye konferansı yapılarak bu konferansta seçimlerin veya yeni anayasının tarihinin netleştirilmesi, ülkenin diğer sorunlarının tartışılıp karara bağlanmasıdır.