Yeni bir yılı daha karşılıyoruz. Her yeni yıl için yeni umutlar ve yeni dileklerde bulunuyoruz. Yıl sonunda bir yılın muhasebesini yapıyoruz. Çıkan sonuç herkese göre değişir ama çoğu zaman yılı hayattan beklentilerimizin karşılanmadığı, ekonomik olarak borçlu, hak, hukuk, adalet ve özgürlük açısından alacaklı olarak bitiriyoruz. Tekrar baştan başlıyoruz umutla.
2024 yılı Ekim ayında Devlet Bahçeli’nin Sayın Abdullah Öcalan’ı Meclis’e davet etmesi ve Sayın Öcalan’ın 27 Şubat 2025 “Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısıyla demokrasi ve özgürlük umutlarının yeniden yeşerdiği ve başka bir yaşamın mümkün olabileceğini düşünmeye başladık. Bir yıl barış için gerekli hukuki ve siyasi adımların atılmasını beklemekle geçti. Tabii ki sadece beklemedik; mücadele de ettik. Bir yılı kadınlar başta olmak üzere barış ve özgürlük isteyenlerin mücadelesi ve bir de halkın devlete, iktidara güveni olur mu soruları ile geçirdik.
Bu soru yersiz değil tabii ki. Bu ülkede Kürt halkı başta olmak üzere demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesi yürütenler devletin baskı ve zor politikaları ile yaşamak durumunda bırakıldı. Devlete dair pozitif değil, negatif bir hafıza söz konusu.
Sadece Aralık ayının bize hatırlattıklarına baksak bile bu negatif hafızadan ne kastettiğimiz anlaşılır. Bazı tarihler vardır; takvim yaprağında değil insanın yüreğinde iz bırakır. 13 Aralık, Erdal Eren’in idamı, 19-26 Aralık Maraş Katliamı, 19 Aralık Cezaevi Katliamı, 19 Aralık Taybet Ana’nın katledilişi, bir hafta ölü bedeninin sokak ortasında bekletilmesi, 28 Aralık Roboski Katliamı. Farklı zamanlarda yaşanmış bu acıların ortak yanı yaşam hakkının bizzat devlet tarafından ihlal edilmesidir.
Barış severler, barış mücadelesi bir daha benzer acıların yaşanmaması için hakikatin açığa çıkarılması, gerçekle yüzleşilmesi ve adaletin sağlanması ile sahici bir barışın mümkün olacağını savunuyor. Pozitif bir barışın geçmişi yok sayıp, üzerine sünger çekmekle değil, yüzleşmek ve ‘bir daha asla’ demekle mümkün olacağına inanıyorlar. Dünya deneyimleri de bize bunu gösteriyor. Elbette ki her ülkenin deneyimi farklıdır. Türkiye de kendi siyasal, toplumsal koşullarına göre bir barış inşası geliştirmek durumunda. Ancak iktidarın 90’lı yıllardan bugüne Kürt sorununun çözümü ve toplumsal barış deneyimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının temel nedeni, sorunun adının konulmaması, sorunun hak ve özgürlük sorunu, bir halkın kendi varlığı ve özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması sorunu olarak değil de güvenlik sorunu, “terör” sorunu olarak ele almasından kaynaklanmaktadır. Sorun yanlış tanımlanınca çözüm de gelişmiyor. Cumhuriyetin kuruluşunda aktif rol oynayan Kürtler 1924 Anayasası ve sonrası geliştirilen devlet politikası olarak geliştirilen inkâr, imha ve asimilasyon, Kürt halkının verdiği mücadele ile fiilen aşılmış olsa da zihinsel olarak aşılmaması bugünkü sorunun çözümü önünde de engel teşkil etmektedir. 27 Şubat çağrısı sonrası yaşanan gelişmeler, TBMM’nin gerekli hukuki ve siyasi adım atma konusunda isteksizliği, zamana yaymasında, sorunun çözümüne parçalı, bütünsel yaklaşılmamasında bu zihinsel altyapının etkisinin olduğunu daha net göstermiştir. Sorunu konuşulmadan sadece silahların bırakılmasına kilitlenmesi, demokrasi ve özgürlüklerle bir bütün ele alınmaması da bununla ilgilidir.
Son bir yılda yaşananlara baktığımızda toplumda güçlü bir barış talebi olsa da barış siyasetinin zayıf olduğunu, partizanlık ve seçime indirgenmiş siyasetin toplumun barış taleplerini, eşitlik, özgürlük, demokrasi, adalet taleplerine çözüm bulmak ve gerekli hukuki ve siyasi adımları atmak yerine parti çıkarlarını öncelediği görülecektir. Toplumu öncelik olmaktan çıkaran parti çıkarları ve kendi bekasını toplumun bekası önüne alan siyaset, topluma yabancılaştırılıp ve çözümün değil sorunun bir parçası haline gelmiştir. Bu siyaset daha doğrusu siyasetsizlik toplumsal sorunların ağırlaşmasına, dinci, cinsiyetçi, milliyetçi ve militarist politikalarla toplum nefessiz bırakmaktadır. Toplumsal gerçeklik bu durumu kaldıramamaktadır. Toplum yeni bir siyasete, yeni bir başlangıca ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacı kim karşılarsa kazanan da o olacaktır. 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum çağrısı bu yeni siyasetin adı ve programıdır.
Yeni bir yıla kadınlar, halklar, inançlar, hak savunucuları ve barış severler yeni bir umutla giriyor. Barış, bir lütuf değil haktır. Özgürlük, bir tehdit değil gerekliliktir. Yaşam hakkı ve özgürlük ise pazarlık konusu yapılamaz, yapılmamalıdır.
Yeni yıla barışla girsek ne güzel olur.









