İkinci yüzyılda Türkiye ve bölgede barış ve bir arada yaşamanın yolunu ve koşullarını Gazeteci-Yazar Akın Olgun ile konuştuk:
İmralı’nın önerdiği; demokratik toplum, demokratik ulus ya da demokratik modernite dediği; çok kültürlü, çok dilli modeli öne çıkarıyor. Türkiye’nin tek tip modelini de geriletiyor
Pazar söyleşisi / Nezahat Doğan
DEM Parti heyetinin PKK lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmede Öcalan’ın ortaya koyduğu yedi maddelik mesaj hem Türkiye hem de Suriye ve Ortadoğu için geleceğe yönelik önemli bir açılım sundu. Öcalan’ın mesajı sonrasında DEM heyetinin ilk görüştüğü partinin MHP olması da sürecin geleceğine dair önemli bir ipucu veriyor. Sürecin aktörlerinin üzerine düşen sorumlulukları, ikinci yüzyılda Türkiye ve bölgede barış ve bir arada yaşamanın yolunu ve koşullarını Gazeteci-Yazar Akın Olgun ile konuştuk…
- PKK Lideri Abdullah Öcalan yedi maddelik mesajında, “sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması, pozitif katkı sunması elzemdir. Bu katkıların en büyüğü de TBMM olacaktır” diyor. Mesajda söz edilen hukuki ve şeffaf zemin ne anlama geliyor?
Bugünkü yedi madde 2015 Dolmabahçe Mutabakatı içerisinde de yer alıyordu. Tabii 2015 Dolmabahçe mutabakatında daha zengin ve daha derinlikli bir program vardı. Bugünkü süreci de Dolmabahçe mutabakatının devamı olarak görüyorum. Hatta belki de daha somut hale getirilmiş, çünkü içerisinde aciliyet vurgusu var. Yedi maddenin içerisinde daha da hızlandırılmış ve sonuç almaya dönük olarak planlanmış bir sürecin işlendiğini gözlemliyorum. Bu durum acil bir ihtiyaç olarak doğdu ve bunun Bahçeli’den gelmiş olması da bu aciliyeti somutlayan bir durumdu.
- Abdullah Öcalan’ın Meclisi vurgulamış olması ne anlama yatıyor?
Abdullah Öcalan daha önce de meclisi işaret etmişti ama meclisten beklenen sonucu alamamıştı. Süreç mecliste bir konsensusla ilerlerse, bunun hukuki altyapısının da oluşacağını, toplumsal meşruiyetin TBMM çatısı altında doğacağını ve sürecin daha hızlı ilerleyeceğini söylüyor bize. Bigün MHP sürecin önünde duran hatta süreci başlatan parti. MHP’nin devlet içerisindeki, özellikle güvenlik politikası içerisindeki yerini düşünürsek ve tuttuğu milliyetçi zemine bakarsak bu durum aslında sürecin AKP, CHP, MHP, DEM partisi ve diğer partilerin desteğiyle daha hızlı ilerleyebileceğinin işaretini veriyor bize. MHP’nin, AKP’nin, CHP’nin içerisinde olduğu bir süreç daha hızlı ve daha büyük adımlar atılarak ilerleyecektir.
- MHP ya da iktidar bu sürece ilişkin olarak bir müzakere, bir çözüm ifadesi yerine barışın olmasını istiyoruz diyor. MHP ve iktidarın sadece barış kelimesini kullanmasını neye bağlıyorsunuz?
Devlet Bahçeli bu meselenin toplumsal meşruluğunu Türk ve Kürt kardeşliği üzerinden bir ifadeyle sağlamaya çalışıyor. Çünkü ultra milliyetçi bir siyasetten bahsediyoruz ve onun kendi tabanı var. Doğal olarak bu tabanı ikna etmek ya da bu süreci tabanın anlayacağı dil üzerinden inşa etmek istiyor olabilir. Bunu normal karşılıyorum. MHP kendi tabanını konsolide etmek istiyor ve bunun için de toplumun hayır diyemeyeceği Kürt-Türk kardeşliği üzerinden bu söylemi kuruyor. Elbette o söylemin içerisinde bizim kabul edemeyeceğimiz yönler de var. Bu dil hala Kürtleri aşağılıyor, Kürt siyasetini küçümsüyor. İmralı’ya dönük olarak kurduğu cümlelere de çok klasik milliyetçi söylemler denebilir. Ama bir yandan da zaten öyle olması normal sayılabilir.
- Bunu hangi anlamda söylüyorsunuz?
Adı üstünde MHP. Burada önemli olan Bahçeli ve MHP’nin pozitif olarak sürecin önüne geçmiş ve önünü açmış olmasıdır. Bu sürecin konuşulabilir hale gelmesini de sağlıyor. Önümüzde bizi engelleyen ya da barış karşıtı bir söylemle karşımıza çıkan sert bir tutum yok. Aynı durum Kandil için de geçerli. Kandil de önemli, bölge için önemli bir aktör ve seslendiği geniş bir kesim var. O da bu meseleyi ideolojik olarak durduğu yerden ve hassasiyetleri de kollayarak ifade etmeye çalışıyor. Bu açıdan çok benzer bir durum diyebiliriz.
- Bahçeli süreci başlattığı anda İmralı, Kandil ve Kürt siyaseti barışa ve müzakereye varız dedi. Dolayısıyla Kürt tarafının barış zemini için ortak bir duruş sergilediğini söyleyebilir miyiz?
Yani Kürt siyaseti hiçbir zaman barışı boşa düşürecek ya da barış karşıtı bir pozisyon almadı. Hatta en ufak girişimler sayabileceğimiz durumlarda bile onu çok önemsedi ve önünü açmaya çalıştı. Bu aynı zamanda Kürt siyasetinin hem bölgede hem Türkiye’de kendisini aştığı yeri; politik ve diplomatik ayağını çok ince ve hassas dengeler üzerine kurarak hareket ettiğini gösteriyor. Bu çok doğru bir yöntem.
- Abdullah Öcalan’ın paradigmasına da baktığımızda özellikle Suriye, bölge ve Ortadoğu’da demokratik toplum ya da demokratik modernite fikri ortaya çıkıyor. Bugün bu fikriyatın neye tekabül ettiğini düşünüyorsunuz ve tam olarak nereye koyuyorsunuz?
Burada bölge açısından bir liderlik öngörüsünden bahsedebiliriz. Çünkü küçük burjuva diktatörlüklerinin çöktüğü ya da gerilediği yerde Öcalan ve Kürt siyaseti farklı bir model öneriyor. Bu model yeni de değil, Kuzeydoğu Suriye diye tanımlanan Rojava’da hayata geçirildi. Suriye’de Türkiye, SMO, HTŞ ve Kürt güçleri arasındaki temel sorun da bölge değil model meselesi bence. İki model var. Biri Türkiye’nin önermiş olduğu tek tip model. Türkiye Suriye için klasik bir ulus devlet modeli öneriyor. Ama diğer tarafta da Kürtlerin önerdiği, İmralı’nın zamanında felsefi, politik, ideolojik altyapısını oluşturduğu, demokratik toplum ya da demokratik modernite diye ifade ettiğimiz, çok kültürlü, çok dilli bir demokratik yapı ve model söz konusu. Bu ikisi arasında büyük bir çatışma ve kavga var aslında.
- Bölgede bütün dengelere de baktığımızda hangi model öne çıkıyor?
Burada Kürtlerin önermiş olduğu model daha fazla öne çıkmaya başlıyor. Kürtlerin üretmiş olduğu modelin Suriye için adım adım hayata geçtiğini ya da geçeceğini düşünenlerdenim.
- Bu modelin uluslararası ilişkiler ve bölgede etkili ülkeler açısından da öne çıktığı söylenebilir mi? Türkiye kendi pozisyonunu bu anlamda kayıp mı ediyor?
Türkiye bölgedeki durumu HTŞ üzerinden bir oldu bittiye getirmeye tek tip bir model oluşturmaya ve Suriye içindeki yer alan bütün kesimleri de bu tek tip modelin içerisine yerleştirmeye çalıştı ki bugün çatırdayan şey aslında biraz da bu. İlk zamanlarda HTŞ’nin Şam’a girmesi ve uluslararası bir anlaşmayla hükümetin HTŞ’ye devredilmesi Türkiye’nin elini güçlendirmiş gibi gözüktü ve Türkiye bunun üzerine politika yaptı. Suriye’de MİT’in şoförlüğünü yapan bir lider durumu ortaya çıktı! Bu eğer gerçekten bir devrim olsaydı Coloni de MİT’in şoförü olmazdı. Burada adım adım Türkiye’nin bölgede dayatmış ya da önermiş olduğu tek tip modelin gerilediğini görüyoruz. O model çatladığı ve tutmadığı için de yeni bir model inşası gerekiyor. Bu yeni arayış içinde İmralı’nın önerdiği; demokratik toplum, demokratik ulus ya da demokratik modernite dediği; çok kültürlü, çok dilli model öne çıkarıyor. Türkiye’nin tek tip modelini de geriletiyor.
- 2013 – 2015 sürecinden sonra iktidarın hem Türkiye’de hem Suriye’de Kürtlere karşı bir çöktürme politikasını devreye soktuğu, İmralı ile görüşme ve yeni sürece rağmen bunun halen devam ettiği ifade ediliyor. Bu bir çelişki değil mi?
Ben bunu bir çelişki olarak görmüyorum. Türkiye masaya oturduğunda elinde daha geniş, daha büyük imkânlar olsun diye bir baskı kurmak istiyor olabilir. Türkiye devletinin geleneksel tutumu güvenlik politikası temelinde inşa olduğu için bir elinde sopa, bir elinde havuç modelini her zaman kullanıyor. Ama bu havuç sopa modeli artık Kürtler açısından bir şey ifade etmiyor. Kürtler bunu çok iyi biliyor ve çoktan aşılmış durumda bu mesele. Burada asıl görülmesi gereken şeyin yenişememe hali olduğunu düşünüyorum. Birbirinizi yenemediğinizde doğal olarak bir masa oluşur ve bu masa eşitlerin masası olur. İşte bugün olan da bu. Ama Türkiye büyük devlet olma iddiasını taşıdığı ve burnu aşağıda tutmamak için öyle değilmiş gibi davranmak zorunluluğu hissediyor. Burada bir kibir hali oluşuyor ama bunun Kürtler ve Kürt siyaseti açısından bir önemi yok.
- Kürtler nasıl bir siyaset yürütüyor?
Kürt siyaseti meselelere günlük gelişmelere göre bakan bir siyaset değil. Bugün bir Kürt devleti olmayabilir ama devlet aklıyla da bakan bir siyasetten bahsediyoruz. Dolayısıyla hem diplomatik hem politik hem ideolojik alanda sonuç almaya, kazanıma yönelik çoklu bir mücadele yürütüyor. O yüzden Suriye’ye baktığımda Kürt siyaseti Rojava’yı çok önemsiyor ve elbette önemsenmesi de gerekiyor. Ama daha büyük bir şey, yani Suriye var elinin altında. Suriye’yi yönetmenin parçası olduğunuzda ve sizin önerdiğiniz model orada inşa olduğunda aynı zamanda Kuzeydoğu Suriye’yi de korumuş oluyorsunuz. Daha büyük bir hikâyeden bahsediyorum. O nedenle Kürt siyaseti kısa vadeli değil, orta ve uzun vadeli bir siyaset ve strateji öngörüyor. Bunu da aslında Öcalan’ın stratejik ortaklık temelinde kurduğunu görüyoruz. Stratejik ortaklık cümlesini çok önemsiyorum çünkü bu barışı da kapsayan ama barışı da aşan bir ortaklığı, aynı zamanda masanın kendisini de tarif ediyor. Yani şimdi kurulacak olan masa aynı zamanda bir stratejik ortaklık masası…
- Demokratikleşme, barış, Kürt sorununun çözümü ve stratejik ortaklığın oluşması sürecinde tarafların, partilerin ve sivil toplum örgütlerinin ne yapması gerekiyor?
Bence yeniden Amerika’yı keşfetmeye gerek yok. Meseleye 2012’de başlayan sürecin devamı olarak bakarsak yapılması gereken üç şey var: Meselenin TBMM çatısı altında tartışılması ve onaylanması, hukuki zeminin oluşturulması ve toplumsal meşruiyetin sağlanması.
- Bu üç unsur nasıl gerçekleştirilebilir?
Muhtemelen meclisten geçecek bir onayla olacak bu. Bu görüşmelerin Meclis onayıyla yapılması ve sürecin adımlarının Meclis’te onaylanarak ilerlenmesi gibi bir yol olabilir. Her partinin kendi tabanında da benzer tartışmalar yaşanacağı için hukuki zemin de oluşacaktır. Bu yol aynı zamanda süreçte yer alacak isimleri de koruyacaktır. Bu aşamada ilk olarak Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ziyaret edildi ve partilerle görüşmeler başladı. Böylece Öcalan’ın da işaret ettiği ilk aşama hayata geçmiş oldu. Bundan sonra ana muhalefetin de dahil olacağı bir süreç işletilecek. Toplumsal meşruiyetinin sağlanması içinse çeşitli aktörlere ihtiyaç olacak.
- Nasıl aktörler?
Karşı tarafı ikna edecek isimlerin ortaya çıkması ve yapılan tartışmaların toplumda da tartıştırılarak sürecin toplum tarafından onaylanması gerekiyor. Bu sağlanmazsa süreç çok moralsiz yürümek zorunda kalır. Sürecin devam ettirilmesini sağlayacak olan şey moraldir. Bu da morali ve toplumsal meşruiyeti sağlayacak aktörlerin sahada olmasıyla mümkün olabilir. Kürt siyasi cephesinden baktığımda örneğin Demirtaş’ı çok önemli buluyorum bu anlamda. Önümüzdeki günlerde -bunu biraz da altını çizerek söylüyorum-Demirtaş’ın tekrar sahnede olacağını, daha deneyimli, daha programlı ve planlı şekilde politik ve siyasi arenada kendisini var edeceğini düşünüyorum.
- Bunu neye göre söylüyorsunuz? Bir hissiyat, bir öngörü mü?
Evet, bu bir öngörü…
- Ana muhalefet partisi CHP sürecin şeffaf yürütülmesi gerektiğini söylüyor ancak sürece sessiz ve temkinli mi yaklaşıyor? CHP’nin tavrını, yaklaşımını ve yapması gerekenin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin bu sürece dahil olması çok önemli. Sayın Özgür Özel, süreç Meclis çatısı altında şeffaf olarak tartışılırsa buna evet diyeceklerini ifade etti. Ancak CHP kendi iç tartışmalarını ve liderlik meselesini henüz tam olarak çözemediği için sürece dair stratejik ve politik öngörüler üretememiş durumda. Eğer ana muhalefet partisi netleşir ve TBMM çatısı altında sürecin taşıyıcı kolonlarından birisi olursa süreç çok hızlı ilerleyebilir. Toplumsal meşruluğun sağlaması açısından da tıpkı MHP gibi CHP’nin de sürecin içinde yer alması çok önemli. Ana muhalefetin desteği ve katkısının toplumsal meşruluğun sağlaması konusunda da geniş bir yelpaze açacağını bize gösteriyor. Bu sürecin CHP’nin kendi iç siyasetini de bir zemine oturtacağını düşünüyorum.
- Uzun zamandır toplumsal muhalefete yönelik yoğun baskılar vardı. Bugün barışın dillendirilmesi toplumsal alanda bir umudun yeşermesine de neden oldu. Sol sosyalist örgütlere, demokratik kesimlere, sivil toplum örgütlerine nasıl bir rol düşüyor bu sürece ilişkin?
Aslına bakarsak bir handikap yaşıyoruz. İktidar 2015’ten itibaren toplumsal muhalefete çok büyük bir baskı ve şiddet uyguladı. İnsanlar artık daha tedirgin ve ürkerek konuşuyor çünkü başına ne geleceğini bir önceki deneyimde görmüş durumda. O yüzden meselenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tartışılması ve onaylanması sivil toplum örgütleri de dahil birçok insanın daha rahat hareket edebilmesi ve konuşabilmesi açısından bir meşruluk zemini yaratmış olacak. Dolayısıyla bu sürecin Öcalan’ın işaret ettiği yer olan Meclis’te olgunlaştırılması, tartışılması ve onaylanması gerekiyor. O zaman biraz daha rahat konuşacağız diye düşünüyorum. Sol – sosyalist kesimler açısından süreç biraz daha karmaşık. Daha önce de bu böyleydi. Orada atılamayan, biraz statükoya dönüşmüş adımlar var.
- Nasıl statükoya dönüşmüş adımlar?
Küçük burjuva diktatörlükleri diye ifade ettiğim kesimlere yüklenen anti-emperyalizm misyonu, solun belli kesimlerinde bir duruma dönük olarak bir ayak direme hali oluşturuyor. Yani aslında ezilen ulus karşıtlığına dönüşmüş bir söylem dinamiği ya da bir konumlanma, pozisyon alma görüyorduk. Ancak bu değişebilir.
- Neden değişebilir?
Çünkü Esad şu anda yok, devrildi. Esat’a bakarak anti-emperyalizm pozisyonu alanlar açısından dengeler değişti doğal olarak da Kürt siyasetinin bölgedeki rolü daha önemli hale gelmiş durumda. Kürt siyasetinin önermiş olduğu model özellikle bölgede yaşayan halklar; Hem Hristiyanlar için hem Dürziler için hem de diğer azınlıklar açısından onların garantörü durumunda. Sonuçta Esad üzerinden kurulan anti-emperyalizm söylemi çökmüş vaziyette.
- Bu çökmeden önceki durum nasıldı?
Kürtler eşittir emperyalizm gibi bir kafa karışıklığı vardı. Kürt siyasetinden emperyalizmle iş birliği yapıyor gibi bir anlayışla uzak duruyorlardı. Ama bu arada anti-emperyalizm üzerine kurulmuş olan Esad ülkesini terk etmiş durumda ve bugün başka bir model yaşanıyor burada. O yüzden bu süreçte solun sessizliğini birazcık da bu moralsizliğe, motivasyonsuzluğa bağlıyorum. Bu moral motivasyonu yeniden sağlayacak olanın da barış süreci olduğunu düşünüyorum. Eğer sol sosyalistler bu süreci doğru algılar ve doğru yerden desteklerse, önemli bir konuyu, Türkiye’nin demokratikleşmesi önündeki en önemli sorunu aşmış ve bunun için de elini taşın altına koymuş bir kesim olacaklardır.
- Abdullah Öcalan uluslararası hukuk ve sözleşmelere de aykırı olarak çok uzun yıllar tecritte. Başlayacak yeni bir sürecin çözüm odaklı gelişebilmesi için İmralı’ya yönelik nasıl bir statü değişikliğine ihtiyaç var?
Öcalan tecrit meselesini yeğeni ile yaptığı görüşmede dile getirmişti. Tecride nasıl bakacağımız meselesi de önemli. Onu sadece Öcalan’a değil, bütün bir sürecin üzerine uygulanan bir tecrit olarak düşünmek lazım. Bence Öcalan da bir bütün olarak bu sürecin önündeki, Suriye dâhil, Kürt siyasetine dönük bölgesel çapta bir tecritten bahsediyor. Bu tecridin ortadan kaldırılmasına ilişkin bir şey söylüyor diye düşünüyorum. Öcalan avukatlarıyla, ailesiyle siyaseten belli isimlerle görüşebiliyor olsaydı zaten böyle bir şey konuşmuyor olurduk. Belki böyle bir masa ihtiyacı da olmayacaktı.
- Abdullah Öcalan mesajında “devir Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir” diyor. Bu, 21 inci yüzyılın ilk çeyreğinde artık bir devir değişiyor mesajı mıdır?
Devletin kendisi de Türkiye’nin ikinci yüzyılına dair bir planlama yapıyor. Çünkü uluslararası güçlerin de ikinci yüzyıla dair planlaması var ve bunu pratik olarak da hayata geçiriyorlar. Israil’in yerleşimcilere ve Hamas’a yaptığı saldırıyla başlayan süreç Suriye’de Esad’ın düşmesiyle sonuçlandı. Bahçeli ve Cumhur İttifakı içerisindeki devleti temsil eden kesimler de bir okuma yapıyorlar bölgeye dair. Aynı zamanda NATO’nun bölgeye dair bir okuması ve projeleri var. Doğal olarak Türkiye bir NATO üyesi ve buna uygun politikalar tartışılıyor. Bu politikalar günübirlik politikalar değil, yüz yıllık belki de iki yüz yıllık plan ve projelerden bahsediyoruz. Burada Türkiye’nin ikinci yüzyılının nasıl bir yüzyıl olacağına dair bir okuma var. Aynı zamanda Türkiye’nin ikinci yüzyıl okuması ile Kürt siyasetinin ikinci yüzyıl okuması arasında bir bağ da var. Yani Öcalan’ın stratejik ortaklık diye tarif ettiği durumla birleşiyorlar. Dolayısıyla Öcalan’ın söylemiyle Bahçeli’nin söylemi arasında bir denklem oluşuyor.
- Bahçeli ve Kürtler arasında nasıl bir denklemden söz ediyorsunuz?
Burada tırnak içerisinde bir uzlaşı var. Kürtler de bu yüzyılda kendilerinin çok fazla avantajlı olduğu, tarihin yüzünü Kürtlere doğru döndüğü bir dönem geçiriyorlar ve doğal olarak Kürt siyaseti de bunu kaybetmek istemiyor. Bölgede yaşayan dört parçaya bölünmüş Kürt halkı için bu çok önemli bir süreç ve herkes bu fırsatı görüyor. Türkiye Kürtlerle kuracağı ilişki ile bölgesel denklem içerisinde bir güç haline gelmek isterken, Kürtler de hem Türkiye hem de bölgesel güçlerle kurduğu ilişkilerle vazgeçilmez bir aktör olarak orada var olmak ve kendi geleceğini kurmak istiyor. Bu geleceği kurarken de bölge için bir model önerisi sunuyorlar. İşte bütün ikinci yüzyıl tartışması bu modeller üzerinde şekilleniyor; tek tip bir model mi, yoksa bütün bölgesel mozaiği içinde barındıran demokratik bir model mi? Burada Kürtler doğal olarak demokratik modelin yanında duruyor. Türklerin önerdiği tek tip model ve Kürtlerin önermiş olduğu çoklu model bir araya gelecek ve yeni bir model oluşturulacak. İşte stratejik ortaklığı da buradan tanımlıyor.
- Stratejik ortaklık tarifini açabilir misiniz? Abdullah Öcalan’ın “yeni paradigmaya, Bahçeli ve Erdoğan’ın yeni paradigmasına, ben de pozitif anlamda katkı sunmaya, gerekli katkıya ehil ve kararlılıktayım,” sözü de buraya oturabilir mi?
Aslında bence oturuyor. Çünkü Suriye’deki gelişmeleri okuyan isimlerden biri Öcalan. İmralı notları hatırlanırsa daha iç savaş başlamadan önce Öcalan Suriye’yi işaret etmişti ve bir süre sonra da Suriye’deki 12 yıllık iç çatışmalar süreci başlamıştı. Öcalan’ın destek vermeye hazırım cümlesi Kürt siyasetin kendi bölgesel durumuyla da ilgili ve aynı zamanda oraya bir katkı sunmaktan da bahsediyor. Yani sadece Türkiye’nin modeline bir katkı sunmaktan bahsetmiyor, kendisinin ve Kürt siyasetin bölge için önerdiği paradigma için de bir katkı sunmaya hazırım diyor. Doğal olarak hem kendi pozisyonunu güçlendirmiş oluyor hem de şüphesiz bu pozisyon içerisinde yer alacak bir aktör olan Türkiye devletini de işin içine sokarak paradigmanın bir parçası haline getiriyor. İşte stratejik ortaklık masası diye ifade ettiğim şey bu.
Akın Olgunun derdi nedir?
Herkesin huzur ve barış içerisinde yaşayabileceği, kendini baskı altında hissetmeden özgürce ifade edebileceği bir Türkiye’ye çok ihtiyacımız var. Çok yaralandık, çok acılarımız var ve artık acılarımızı sarmak zorundayız. Benim derdim de bu acıları sarabilmek için ne yapabiliriz derdi. Ben o derdin yanında duruyorum birazcık. Çünkü hepimiz kendi acılarımızı sarmak ve bu yüzden de hemhal olmak zorundayız. O yüzden çok sert bir yerde durmak, sert, ezber cümleler kurmak yerine “Nerede nasıl davranırsam bunun karşılığı olur? Birileriyle nasıl temas kurabilirim ya da karşılıklı konuşabiliriz,” diyerek ortak kültürü oluşturmaya dönük bir dert edinme hali sağlayabilirsek çok güzel olacak. Benim derdim de biraz bu.