Gençken, epey bir gençken, Allende deneyimi bizim en ciddi tartışmalarımızdan biriydi, hatırlıyorum. O zamanlar, ahlak dersleriyle dolu o muhteşem son konuşmasını dinlememiştik belki ama saygınlığı konusunda değildi zaten tartışma. Mevcut politik/toplumsal sistemin seçimler yoluyla, yani bir devrim olmaksızın değiştirilemeyeceğini ve bu tür girişimlerin de beyhude olduğunu düşünüyorduk. Sonraları, Allende’nin darbe göz göre göre gelirken sahada yapabileceği şeylerin olduğunu ama bunları yapmamayı tercih ettiğini, tehlikeyi küçümsediğini de okuduk sağda solda. Daha geçenlerde bir yerde okudum yine; özel doktoru Arturo Jirano, sabah 07.30’da Başkanlık Sarayı kuşatılmışken bile Allende’nin hâlâ “Zavallı Pinochet’e ne oldu acaba” diye söylendiğini, hatta onun darbeciler tarafından alıkonulmuş olduğunu düşündüğünü anlatıyor.
Son derece trajik! Ama yine saygımız asla azalmadı kendisine.
Tartışma zaten bununla ilgili değildi ama. Şimdi de değil. Aklı başında hiç kimse, temel insani duygularını yitirmedikçe, zaten kan dökülmesinden yana olmaz. Dahası, bir toplumsal dönüşümün, bir devrimin başarısı ne kadar şiddetli olduğuyla değil, durumu ne kadar kökten değiştirdiğiyle ölçülebilir. Örneğin korkunç düzeyde insan kaybı yaşanan Cezayir örneğinde, netice olarak toplumsal ilişkilerin ne kadar değiştiği tartışılır.
Nihayetinde, adına devrim ya da ne derseniz deyin, toplumsal/ekonomik/siyasal ilişkilerin bütününü değiştirmenin, tek bir yolu yok elbette. Bu, şabloncu bir yaklaşım olur. Bu anlamda, kendi payıma, devrimin ‘tek yol’ olduğuna olan kesin inancım, onun biçimleriyle değil, Marks’ın şu belirlemesiyle ilgilidir: “İşçi sınıfı, hazır devlet makinesini basitçe ele geçirip onu kendi amaçları için kullanamaz.” Alıntı yaparak tarihsel kişilikleri tanık kürsüsüne çıkarmayı sevmiyorum ama Lenin’in ta 1922’deki “Eski devlet mekanizmasını devraldık ve bu bizim talihsizliğimiz oldu. Bu mekanizma sık sık bize karşı işlemektedir” yakınması da aynı belirlemenin pratik ifadesidir sanırım.
Netice itibarıyla, Morales’i ya da aynı biçimde iktidara gelen diğer aktörleri kişisel olarak topa tutmanın çok manası yok gibi geliyor bana. Morales’in bir kez daha aday olması da ancak karşı tarafa demagoji fırsatı vermesi bakımından eleştirilebilir. Asıl sorun, mekanizmaya hâkim olamamanızda yatıyor. En trajik örnek Paraguay’dı, hatırlayalım. 81 yıl sonra solun ilk kez Fernando Lugo ile devlet başkanlığı seçimini kazanmasının üzerinden çok geçmeden polis, topraksız köylüleri (Lugo’nun temsilcisi olduğu topraksız köylüleri!) kurşuna dizip 17’sini katlettiğinde, adama dediler ki, madem cumhurbaşkanısın, bundan da sen sorumlusun! Bir tek oylamayla bitti başkanlığı! 81 yıldır Colarado Partisi denilen çetenin yönettiği bir ülkede mevcut katiller güruhuyla çalışmanın bedeli ağır oldu Lugo için.
Bütün bunları, birçok ülkede milyonlarca insanın ortaya koyduğu değişim iradesine itiraz olsun diye yazmıyorum elbette. “Mademki uluslararası sistem ‘başka türlü’ bir şeye izin vermiyor, o halde vazgeçelim” diyerek her şeyin daha ‘müsait’ olacağı güne kadar bekleyecek değiliz. Şu anda dünyanın dört bir yanında yaşananlar da dâhil olmak üzere hiçbir çabanın boşa gittiğini, boşa gideceğini düşünmüyorum. Hiçbirine burun kıvıramayız. Olup bitenler canlı pratiktir çünkü, filozofların yorumlarından değil, değiştirme isteğinin, eyleminin kendisinden söz ediyoruz. Ve Feuerbach Üzerine Tezler’in üçüncüsünden biliyoruz ki artık, “Ortamın değiştirilmesi ile insan faaliyetinin ya da kendi kendini değiştirmenin çakışması” aslında aynı süreçtir.
Doğrudan ilgisi olmayabilir belki ama yıllar önce (sonradan katledilen) bir yoldaşım, ‘ekonomik mücadele’yi “kendi yetersizliğini kanıtlayan bir mücadele biçimi” diye tanımladığında, önce biraz şaşırmıştım. Ama doğruydu söylediği. Siyasette de doğruydu üstelik. Hayat öyledir çünkü; bir sürü şey yaparsınız ve aslında her adımda yaptıklarınızın durumu tam değiştirmek için yetmediğini görürsünüz/görebilirsiniz ve böylece ‘daha başka bir şey yapmak gerektiği’ fikrine doğru ilerlersiniz/ilerleyebilirsiniz. Hiçbir şey yapmazsanız ne olur? Hiçbir şey yapmamış olursunuz! Ama o zaman, yapmadığınız şeyin yeterliliği/yetersizliği üzerine de bir fikriniz olmaz.
Sonuç olarak bizim ‘tek yol’umuz yine tek yol olsun ama devrim ‘ev yapımı’ bir şey değil, sokakta ve başka insanlarla birlikte yapılıyor. Bizim imanımız değil, onların aklının bu işe yatması belirliyor maçın sonucunu.