Türk devletinin ve Kürt halkının tarihinde son derece önemli olan bir süreç yaşanıyor. Sürecin kendisi ve geldiği nokta, her ne kadar eksik ve arzu edilen düzeyde olmasa da sonuç itibarıyla, hafife alınmayacak gelişmelerin yaşandığı bir süreç olarak devam etmektedir. Öncelikle geri dönüşü olmayan bir noktaya gelindiğini belirtmek gerekir.
Bunca olan bitenden sonra hem Kürt halkının durumu hem Kürt sorunundan etkilenen toplumlar, devletler ve ülkeler açısında hiçbir şey, 27 Kasım 1978 öncesi gibi olmayacaktır.
Belirtilen tarihte kurulan PKK ve soluk soluğa sürdürdüğü mücadele, Kürt halkının ve bölgenin kaderini değiştirmiştir.
O nedenle ne kadar yetersiz olursa olsun başlamış ve devam eden bu süreç, hiç yaşanmıyormuş gibi davranılamaz. Hangi noktadan bakılırsa bakılsın, süreç önemli değişimlere yol açmıştır. Burası açık.
Ancak şu noktanın da atlanmaması gerekiyor. Sürecin geldiği bu aşamada bazı adımların atılmış olması, Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin beklediklerinin gerçekleştiği anlamına gelmemektedir. Barışı ve demokrasiyi bekleyen Kürtler, Aleviler ve bütün demokrasi güçleri, nelerin değişeceğini ve nelerin olacağını, değişenlerin ve olanların beklentileri ne kadar karşılayacağını görmek ve bilmek istemektedirler. Üzerinde durulması, tartışılması gereken nokta da bu olmaktadır. Devletin güven vermeyen, sürekli yalpalayan ve hiçbir demokratik muhteva taşımayan tutumu, söz konusu tartışmaların temel nedeni olmaktadır.
Devlet, bu süreçte ne bekliyor? Devlet, iç politikada izlediği kuralsız baskıcı politikalarla demokratikleşmeden fersah fersah uzak durmakta, tek adam diktatörlüğünden ısrar etmektedir. Devletin dış politikadan da Türk- İslam Osmanlı İmparatorluğu kurmak isteği, barışçı bir tutum içinde olmadığı açık ve somut bir gerçekliktir. Devletin bölgenin ve İslam toplumunun üzerinde dolaylı yöntemlerle veya çeşitli baskılarla ciddi bir etkinlik oluşturmaya çalışması bundandır.
“İçerde kuralsız şiddete dayalı tek adam diktatörlüğü, dışarda komşulara yönelik saldırganlık” Türk devletinin temel- stratejik politikası olarak belirlenmiştir. Türk devleti, Kürtlerin “iradi ve örgütlü” varlığını ve Rojava gerçekliğini, bu stratejik politikasının hayata geçirilmesinin önündeki en önemli engel olarak tespit etmiştir.
Bu durumda devlet belirlediği amaca giden yolda ilerleyebilmek için yaptığı tespite uygun olarak Kürtlerin “iradi ve örgütlü” varlığını ve Rojava’yı tasfiye etmeyi ve Kürtlerin demokratik taleplerini bastırmayı asli görev olarak belirlemiştir.
Buna karşın başta Kürt halk önderi sayın Öcalan olmak üzere bütün Kürt dinamikleri ise barış devletin bu yönelimini, barışı ve demokratik toplumun inşasını gerçekleştirmek amacıyla değerlendirmek istemişlerdir.
Bu durum, devletin süreçteki beklentileriyle Kürt halkının beklentilerinin farklı olmasına yol açmıştır. Şu an barış ve demokratik toplumun inşası sürecine dair olan bitenler bu temel/stratejik çelişkinin sonuçlarıdır.
Son bir haftadır İmralı tutanaklarının kamuoyuna sunulması konusunda yaşanan tartışma bu çelişkinin yarattığı ve bu kapsamda ele alınması gereken bir tartışmadır.
Bilindiği gibi devlet, bütün ayak diremelere rağmen, en son doğru bir karar alarak sorunun gerçek muhatabı olan Sayın Öcalan’la görüşmek üzere bir heyet gönderdi. Sayın Öcalan ile yapılan uzun ve tarihi görüşme sesli kayıt altına alınmıştır.
Normal koşullarda bu tarihi görüşmenin tutanaklarının kamuoyuna sunulması gerekmektedir. Fakat devlet bunu yapmayarak yeni bir tartışma başlattı. Bunun üzerine DEM Parti’li heyet üyesi Gülistan Kılıç Koçyiğit görüşmenin içeriğini kamuoyu ile paylaştı.
Arkasından tutanaklarda sayın Öcalan’ın söylediklerinin çarpıtılmış bir özeti mecliste okutuldu. Yani devlet yetkilileri önce Sayın Öcalan’ın tarihi görüşmede söylediklerini sansürlemek istediler. Bunu yapamadılar. Bu defa Sayın Öcalan’ın söylediklerini çarpıtarak kamuoyuna sunmuşlardır. Bu yetmemiş, oldubittiye getirilerek toplantı sonlandırılmıştır. Bu da devletin en son oyunu olarak kayıtlara geçmiştir.
Devletin bu tutumu anlaşılmaz gelebilir. Öyle değil, tam aksine Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın, PKK yönetiminin ve Kürt halkının ortaya koyduğu barış iradesine karşı, devletin izlediği tutarsız ve demokratik içeriği olmayan ve barış ve demokratik toplum sürecini zehirleyen bu tutum, sistemli ve bilinçli bir politikanın sonucudur. Bu nedenle devlet, sürecin her aşamasında sorun yaratmaktadır.
Çünkü devlet, bir yılı aşkındır sürdürülen barış ve demokratik toplum sürecinde, bütün engellemelere, zamana yayma çabalarına rağmen beklediği sonuçları elde edememiş, Kürtlerin iradesini kıramamış, birliğini bozamamış, demokratik taleplerinden vazgeçirememiştir.
Gelinen bu noktada toplumsal rolü olan kurumların, aydınların, inanç önderlerinin inisiyatif alması hayati öneme sahiptir. Söz konusu çevrelerin, barış ve demokratik toplumun inşası için daha kitlesel ve daha yaygın biçimde mücadele etmeleri gerekmektedir. Zira haklı ve örgütlü olanlar, mücadele ederek kazanacaklardır.









