2025, Türkiye’de emekçiler için büyüme söylemleriyle örtülmeye çalışılan yoksulluğun, sömürünün ve cezasızlığın yılı oldu. İş cinayetleri ‘kaza’ denilerek geçiştirildi, ücretler açlık sınırının altına sabitlendi, çocuk emeği ve güvencesizlik kalıcılaştı. Buna karşı grevler, direnişler ve 1 Mayıs meydanları, emeğin insanca yaşam ısrarını ortaya koydu
Deniz Bakır
Türkiye 2025’i resmi kayıtlarda “büyüyen”, emekçiler açısından ise hayatta kalmanın dahi zorlaştığı bir yıl olarak geride bıraktı. İktidar cephesinden “enflasyon düşüyor”, “istihdam artıyor” açıklamaları gelirken fabrikalarda, tarlalarda, şantiyelerde ve atölyelerde ölüm birikti. İş cinayetleri, münferit ihmallerin değil; güvencesizliği kural, yoksulluğu kader, cezasızlığı sistem haline getiren emek rejiminin sonucu olarak yaşandı.
Yaklaşık 35,5 milyon kişinin çalıştığı ülkede işçi ölümleri artık sıradan istatistiklere indirgeniyor. Oysa her rakam, denetimin kâğıt üzerinde kaldığını ve en kırılgan kesimlerin—yoksulların, göçmenlerin, kadınların ve çocukların—en tehlikeli işlere itildiğini gösteriyor.
Alevlerin içinde çalışmak

Temmuz ayında Eskişehir Seyitgazi’den Afyon’a yayılan orman yangınları, “doğal afet” söyleminin ardına gizlenen yapısal ihmalleri açığa çıkardı. Müdahale sırasında 5’i orman işçisi, 5’i AKUT gönüllüsü olmak üzere 10 kişi yaşamını yitirdi. Yetersiz ekipman, plansızlık ve önleyici politikaların yokluğu bir kez daha ölümle sonuçlandı. Açılan soruşturmalar ise büyüyen cezasızlık duvarına çarptı.
Dilovası’nda yanarak çalışmak

Kasım ayında Kocaeli Dilovası’nda ruhsatsız bir parfüm imalathanesinde çıkan yangın, sömürünün en çıplak halini gösterdi. Aralarında 3 çocuğun da bulunduğu 7 işçi yaşamını yitirdi. Sigortasız çalışma, koruyucu ekipman yokluğu ve iş güvenliği denetimsizliği “ne pahasına olursa olsun üretim” anlayışının bedeli oldu. Bazı sanıklar hakkında “olası kast” talep edilse de şirket sahibinin cezaevinde ölmesi adalet arayışına yeni bir gölge düşürdü.
Okul hariç her yerde: Çocuk işçiliği

2025, çocuk işçiliğinde kırılma yılı olarak kayda geçti. İSİG Meclisi verilerine göre yıl boyunca en az 91 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi. Tarım, inşaat, gıda ve sanayi; çocuklar için ölüm alanlarına dönüştü. MESEM uygulaması ise “meslek edindirme” adı altında çocuk emeğini ucuz işgücüne bağlayan bir mekanizma olarak öne çıktı. Haftada bir gün okul, dört gün iş modeliyle yüz binlerce çocuk ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırıldı.
Göçmen işçiler: Görünmeyen ölümler
Karaman OSB’de Afganistanlı 17 yaşındaki Zahra Hosseini’nin makineye sıkışarak ölümü, göçmen emeğinin nasıl görünmez kılındığını bir kez daha hatırlattı. Kayıt dışı, sigortasız ve denetimsiz çalıştırılan mülteci işçiler, yaşarken güvencesiz; ölürken bile çoğu zaman istatistik dışı bırakıldı.
Algoritmanın gölgesinde çalışmak
Moto kuryelik 2025’te en riskli mesleklerden biri olarak öne çıktı. Uzayan mesailer, hız baskısı ve parça başı çalışma modeli, kuryeleri sürekli ölüm riskiyle karşı karşıya bıraktı. Onlarca kurye hayatını kaybetti. Kurye Hakları Derneği’nin kuryeliğin “çok tehlikeli işler” sınıfına alınma çağrısı, güvencesizliğin geldiği noktayı gözler önüne sererken bakanlık ise ‘tehlikeli işler’ sınıfına almakla yetindi.
1 Mayıs: Yasaklara rağmen meydanlar

2025 1 Mayıs’ı, yasaklara, ablukalara ve gözaltılara rağmen emeğin iradesini gösterdi. İstanbul’da Taksim bir kez daha kapatılırken, işçiler ve emekçiler ülkenin dört bir yanında ücret, güvenceli iş ve insanca yaşam talepleriyle alanlardaydı. 1 Mayıs, yıl boyunca süren grevlerin ve direnişlerin de moral eşiği oldu.
İş cinayetleri tablosu
2025’in ilk 11 ayında en az 1.956 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Ölümler en çok sanayi, inşaat, tarım ve taşımacılıkta yaşandı. Ölenlerin büyük bölümü kayıt dışı, güvencesiz ve sendikasızdı. En az 91 çocuk işçi yaşamını yitirdi; göçmen işçi ölümleri ise büyük ölçüde kayıtsız kaldı.
Ücretler açlığa sabitlendi
Yıl sonunda açıklanan asgari ücret 28 bin 75 TL oldu. Ancak Aralık ayında açlık sınırı 30 bin 655 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 90 bin TL’nin üzerine çıktı. Ücretler daha cebe girmeden erirken, asgari ücret tartışması 2026’ya devreden en yakıcı toplumsal kriz başlıklarından biri haline geldi
2026’ya kalan: Direniş ve ısrar

2025, emeğin korunmadığı bir ülkede büyüme söyleminin neye mal olduğunu açık biçimde gösterdi. Yoksulluk derinleşti, ölüm sıradanlaştı, adalet gecikti. Ancak aynı yıl, emeğin susmadığını; grevlerle, direnişlerle ve meydanlarla hâlâ sözünü söylediğini de kayda geçirdi. Bu yük, 2026’ya yalnızca bir bilanço değil, aynı zamanda bir mücadele hattı olarak devredildi.
- 2025’in son günlerinde metal işçilerinin MESS dayatmalarına karşı eylemleri öne çıktı. Metal havzalarında on binlerce işçi fiili eylemlerle sefalet dayatmasına yanıt verdi.
- Belediye işçilerinin ücret ve TİS mücadeleleri yıl içinde en öne çıkan hareketlerden biri olarak kayıtlara geçti.
- Kadın işçilerin güvenceli çalışma talepleri damga vurdu. Kadın işçiler eşit işe eşit ücret ve kreş hakkını mücadelenin merkezine taşıdı.
- Grev yasaklarına, sefalet zamlarına ve baskıya rağmen işçiler üretimden gelen gücü kullanmaktan vazgeçmedi.
- Gaziantep Başpınar OSB’de tekstil işçileri düşük ücret ve sendikal baskıya karşı haftalarca direndi.
- Wan’da kayyımın işten çıkarmalarına karşı belediye işçileri emeği halk iradesiyle birlikte savundu. -Buca, Bakırköy, Dersim ve Diyarbakır’da belediye işçileri maaş ve TİS gasplarına karşı iş bıraktı.
Gazetemiz yazarı Özgür Müftoğlu, 2025 yılında emek mücadelesini değerlendirdi.
Özgür Müftüoğlu’nun yazısı şöyle:
“İşsizlik ile yoksulluk kıskacında bir yıl
2025 yılına girerken AKP iktidarının emekçi kesimleri yoksullaştıran ekonomi politikaları yeni bir boyuta taşındı ve “enflasyonu, ücretleri baskı altına alarak düşürme” iddiası ile asgari ücret, hedeflenen enflasyona göre ve yıl boyunca başka bir artış olmamak üzere belirledi. Yılın ilk ayı henüz geride kalmamış, yeni asgari ücret işçinin cebine girmemişken öngörülen enflasyonun tutturulamayacağı anlaşıldı ve hedef yükseltildi ama asgari ücret değişmedi. Türkiye’de ücretlilerin yarıdan fazlasının geliri olan asgari ücret ve onun yüzde 5 kadar üstünde olan ücretler, yılın daha ilk ayında açlık sınırının altında kaldı; artan enflasyon karşısında ücretler yıl boyunca erimeye devam etti. Hedef enflasyona göre ücret belirleme politikası asgari ücretle sınırlı kalmadı. Kamuda memur ve işçi statüsünde çalışanlar ile özel sektörde çalışanlar için yapılan toplu sözleşmelerde de ücretler, TÜİK’in hükümetin isteklerine göre saptırdığı veriler ve Merkez Bankası’nın gerçek dışı öngörüleri dikkate alınarak belirlendi.
“Ücretleri baskı altına alarak enflasyonu düşürme” politikası, enflasyonun düşmesini sağlamadığı gibi, milyonlarca emekçiyi ve ailelerini beslenme, barınma, sağlık gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak düzeyde yoksullaştırdı. Bu bağlamda 2025 boyunca geçerli olan asgari ücret 22 bin 104 TL iken Türk İş’in Kasım ayı için hesapladığı açlık sınırı 29 bin 828 TL oldu. Başka bir
Ifadeyle 2025’in 11. ayında asgari ücret, TÜİK’in enflasyon verilerine göre “bir ailenin sadece gıda harcaması” esas alınarak belirlenen açlık sınırının yaklaşık yüzde 35 gerisine düştü.
Ücretleri toplu iş sözleşmesiyle belirlenen kamu çalışanı memur ve işçilerin ortalama ücreti ise Türk İş’in -gıdanın yanı sıra giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalar üzerinden- belirlediği yoksulluk sınırı olan 97 bin 158 TL’nin yarısına bile ulaşamadı. Kamuda ve özel sektörde yoksulluk sınırının üzerinde ücret alanların oranı ise -en iyimser tahminle- yüzde 2’yi geçemedi.
Tüm bu veriler ışığında 2025’te emekçilerin en az yüzde 98’inin yoksulluk sınırının, en az yüzde 50’sinin ise açlık sınırın altında bir gelirle yaşamak zorunda bırakıldığı bir tablo çıktı karşımıza.
Ücretlerin düşük olmasının yanı sıra 2025’te emekçi kesimlerin en önemli sorunlardan bir de işsizlik oldu. TÜİK’in saptırılmış verilerine göre işsizlik oranı tek hanelere inmiş gözükse de geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 30’a yaklaşırken, geniş tanımlı işsiz sayısı 12 milyonu aştı.
Bir taraftan karın doyurmaya bile yetmeyen ücretler diğer taraftan bu ücreti edinecek işin bile bulunamıyor olması, emekçilerin kendilerine dayatılan en kötü çalışma koşullarına dahi rıza göstermek zorunda kalması sonucunu ortaya çıkardı. İşyerlerinde mevcut yasaların uygulanmaması ve işverenlerin işçiler üzerinde sınırsız tahakkümüne olanak sağlayan çalışma rejiminden kaynaklanan sömürü koşulları, uluslararası istatistiklere de yansıdı. Örneğin çalışan yoksulluğu, çalışma sürelerinin uzunluğu bakımından OECD ülkeleri arasında ilk sırada bulunan Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde sosyal harcamaların ve asgari ücretin en düşük olduğu ülkeler arasında yer aldı.
İşsizlik ve yoksulluk kıskacında kalan emekçilerin kendilerine dayatılan her koşulu kabullenmek zorunda kalması, iş kazaları ve meslek hastalıklarından (çalışma koşullarından) kaynaklanan ölümlerin (iş cinayetlerinin) artmasına da neden oldu. İSİG Meclis verilerine göre 2025 yılının ilk 11 ayında en az 1956 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Çalışma koşullarından kaynaklanan hastalıklardan yaşamını yitiren işçilerin sayısı ise bilinemiyor.
Yoksulluğun en önemli sonuçlarından biri, çocukların aile bütçesine katkı sağlamak için çalıştırılmak zorunda kalmalarıdır. Ücretlerin karın doyurmaya bile yetmeyecek düzeyde olması 2025 yılında çocuk çalışmasının da belirgin düzeyde artmasına yol açtı. 2025’in son haftasına girene kadar iş cinayetlerinde ölen çocukların sayısı 91’e ulaştı. Bunların 16’sı Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) öğrencileriydi.
2025’te emekçilerin karşı karşıya kaldığı sorunların temelinde AKP iktidarının ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarlarını savununan politikaları olmakla birlikte, bu politikaların uygulanabilmesine olanak sağlayan etkenlerin başında işçi sınıfının örgütlü bir mücadele ile bu sürece karşı koyamamış olmasının da önemli rolü vardır. İktidar, savunduğu politikaları yaşama geçirmek için sendikal hak ve özgürlükleri baskı altına almış ve bu baskılar, örgütlü mücadelenin önünde önemli bir engel olmuştur. Ancak bürokratikleşmiş, sınıfa yabancılaşmış sendikal yapıların da bu süreçte mücadelenin önünde önemli bir engel haline gelmiş olduğunu da belirtmek gerekir.
Özetle, 2025, emekçiler için uzun yıllardır sürmekte olan işsizliğin, yoksulluğun ve hak kayıplarının ivme kazandığı bir yıl olmuştur. Emekçilerin sınıf perspektifini esas alan bir mücadeleyi örgütleyemedikleri sürece bu kayıpların önümüzdeki yıllarda da sürmesi kaçınılmaz olacaktır.”









