Yeşilçam filmlerinden akılda kalan sahnelerden biri, işçi Münir Özkul’un maaşını aldığında gecekondusunda elinde kağıt kalem Adile Naşit ile hesap yaptığı sahnedir. İşçi, önce kirayı, sonra elektrik, su faturalarını, sonra bakkalın, manavın veresiye defterini hesaplar, onların paralarını ayırır, sonra Adile Naşit’e döner, elindeki üç beş kuruşu gülümseyerek ona uzatır. İşçinin yaptığı basit bir bütçe hesabıdır. Gelirini alır, giderleri düşer, kalanını ortaya koyar.
Bugünlerde iki bütçe görüşmesi paralel bir şekilde yürüyor. Bir yanda Meclis’te kavga gürültü altında 2020 bütçesi görüşülürken öte yanda milyonlarca işçiyi ilgilendiren asgari ücret görüşmeleri sessiz sedasız yürütülüyor. Bir yanda halktan kesilen vergilerle oluşturulan devlet bütçesinin Saray’ın haracamalarına, patronların kasalarına ve zenginlerin şatafatlı yaşamına nasıl aktarılacağı konuşulurken, öte yanda bu vergiyi ödeyen milyonların yediği lokmanın maliyeti hesaplanmaya çalışılıyor. Her ikisinde de milyonlarca işçi, emekli, engelli ve EYT’li gözünü dikmiş, çıkacak kararı bekliyor. Hemen herkes hayırlı bir sonuç çıkmayacağını da biliyor.
Devlet bütçesi, esas olarak devletin gelirlerinin halkın ihtiyaçlarının karşılanması için nasıl taksim edileceğinin planlanmasıdır. Devletin gelir kaynakları esas olarak vergilerden oluşur. Vergi yükünün yüzde 75’ini halkın yüzde 80’ine yakın bir kısmı sırtlarken, geri kalanını küçük bir azınlık sırtlar. Burada bir sıkıntı yokmuş gibi görünebilir. Zira çoğunluk olanın vergi yükünün çoğunu sırtlaması matematiksel olarak olağan durur. Sıkıntı, nüfusun büyük çoğunluğunun ödediği vergilerden oluşan bütçeden ana kalemi çok az vergi veren azınlığın almasındadır. Yani Meclis’teki bütçe görüşmelerinde çalışanların ve yoksulların sırtından toplanan para patronun cebine aktarılır. Vergiyi işçi öder, geliri patron harcar. Bu adaletsizlik ana vergi kaynağı haline gelen ÖTV ve KDV gibi vergilerde daha belirgin hale gelir. Asgari ücretli taşeron işçi de, onu güvencesiz kötü koşullarda düşük ücretle çalıştıran patron da ÖTV ve KDV’yi aynı oranda öder. Dolaylı vergi, dolaysız sömürüdür. Meclis’e bütçe kanunu getiren hükümet ve onun Meclis çoğunluğu 16 yılda on binlerce yeni milyoneri bu yolla zengin etmiş, yoksulluk oranını bu yüzden arttırmıştır. Talihsiz olan, halkın hakkını küçük bir azınlığa peşkeş çeken iktidarı halkın yoksullarının seçmiş ve desteklemiş olmasıdır. Görevi patronların ve zenginlerin çıkarlarını temsil etmek olan, kendileri de aynı sınıftan gelen iktidar milletvekillerinin halkın yararına bütçe yapma şansı yoktur.
Meclis’e paralel bir şekilde başka salonlarda hükümet ve patron temsilcilerinin oluşturduğu çoğunluk, sendika temsilcileriyle asgari ücret pazarlığı yapmaktadırlar. Asgari ücret hesabı işçinin emek gücü maliyetinin hesabı üzerinden yürütülür. Asgari ücret, işçinin ve ailesinin, patronun işini yapabilecek durumda kalmasını sağlayacak en düşük harcama üzerinden hesaplanmaktadır. Bu yaşam standardına “açlık sınırı” denir. Yani asgari ücret hesaplanmasında veri alınan, yaklaşık 20 milyon insanın ölmeden yaşayacakları harcama miktarıdır. Devlet bütçesi planlanırken Saray’ın itibarına milyonlarca lira ayıranlar halkın büyük çoğunluğuna açlık sınırında yaşamayı dayatıyorlar. İşin talihsizliği, açlık sınırında yaşayanların Saray’ın ihtişamının masrafını sırtlamasıdır. Asgari ücret görüşmeleri pratikte kamu ve özel sektördeki tüm toplu sözleşme ve ücret politikalarının dayanak noktasıdır.
Asgari ücrete yapılan zam oranı, bütün işçi ve kamu çalışanlarına yapılacak zam oranlarına temel oluşturur. Yani asgari ücret görüşmeleri tüm çalışanların gözünü diktiği yerdir. Doğal olarak asgari ücretliye dayatılan açlık sınırı, iktidarın ve patronların tüm işçilere ve halka biçtiği yaşam tarzıdır. Bu nedenle bütçe görüşmeleri tersten asgari ücret görüşmesidir. Devlet gelir-gider hesabı yaparken kısıntıyı halkın çoğunluğunun ekmeğinden yapar, patrona kaymak olarak sunar. Gerek asgari ücret gerekse bütçe görüşmeleri halkın çok büyük bir kısmını ilgilendirdiği için bütün gözlerin üzerinde olduğu görüşmelerdir. Çalışan milyonlar, her seferinde kendi yaşamlarını biraz olsun düzeltecek bir zam oranı ve bütçe beklentisi içine girer ama hiçbir zaman bu beklentiler karşılanmaz. Çünkü gerçeklikle beklentiler arasında derin bir uçurum bulunur. Beklenti içine girilen Meclis ve asgari ücret masasının çoğunluğu patronların sözcülerinden oluşur ve onların tek derdi patronun kârını artırmak, zengini daha zengin yapmaktır. Basit matematik hesabı, aynı tastan yemek yiyenlerden birinin fazla yemesinin koşulunun öbürünün az yemesinden geçtiğini gösterir. Ülkenin geliri belli olduğuna göre küçük bir azınlığın zenginliği ancak ve ancak büyük çoğunluğun yoksulluğu üzerine kurulur. Bu eşitsizlik olduğu sürece devlet, patronun ve zenginin çıkarını gözetir. Bu nedenle işçilerin ve halkın çoğunluğunun devletten bir beklenti içerisine girmesi naif bir tutumdur.
Dünyada güncel örneklerde de olduğu gibi yoksulluğun ve sefaletin arttığı her yerde hükümetlerin halktan yana tutum almasının tek yolu halkın ayağa kalkmasıdır. Şili, Kolombiya, Lübnan vb. pek çok yerdeki ayaklanmalar ve Fransa’daki, Finlandiya’daki büyük grevler ve sokak çatışmaları, halkın çözüm arenasının Meclis binaları ve lüks rezidaslardaki toplantı salonları değil büyük meydanlar ve sokaklar olduğunu göstermiştir. İşçinin çıkarı patronla, yoksulun ekmek kavgası zenginle uyuşmaz. Yoksulun ekmek çığlığı zengin için korku dolu kabus olur.