Rojava’ya düşmanlık yapmak halihazırda ağır aksak yürüyen Barış ve Demokratik Toplum sürecini de baltalamak demektir. Barış çağrılarına savaş ile karşılık vermektir. Demokratik toplum çağrılarına despotizm ile cevap vermektir. Kısacası gerçekten emperyalist ve siyonist oyun ve planlamaların boşa çıkarılması isteniyorsa Şam ve Ankara’nın yönünü Rojava’ya dönmesi gerekir
Ferhat Akıncı
‘Yönünü Ankara ve Şam’a dönenler kazanacak’. Erdoğan’ın bu sözü epey tartışıldı ve halen de tartışılmaya devam ediyor. Konuyu iki açıdan değerlendirmekte fayda var. Birincisi Ankara ve Şam’ın yönü nereye dönük? İkincisi de kazanılacak olan nedir?
Öncelikle Ankara ve Şam’da iktidarda olanların nasıl iktidar olduklarını hatırlamak gerekir. AKP 2002 seçimlerinde iktidara geldi. İktidara geldiği dönem ABD’nin başını çektiği NATO’nun Ortadoğu’yu dizayn etmeye çalıştığı dönemdi. 11 Eylül saldırılarını bahane edilip Afganistana işgal harekâtı başlatıldı. Sonrasında sıranın Irak’ta Saddam rejimine geleceği belliydi. Ortadoğu’ya müdahalede NATO Türkiye’yi müttefik olarak görüp komuta merkezi yapmak istemindeydi. Seçimlerden önce hiçbir sıfatı olmamasına rağmen Erdoğan’ın Amerika ziyareti de AKP iktidarının hazırlandığını gösteriyordu. Nitekim AKP iktidar olur olmaz daha altı ay geçmeden Irak’a asker gönderme tezkeresini meclise sundu. Ancak meclisten geçmediği için krize dönüştü. Tarihe 1 Mart tezkeresi olarak geçti. Meclisten geçmeyen tek tezkere olarak da değerlendirilebilir.
AKP iktidara ‘demokrasi ve özgürlükleri’ genişletme vaadiyle geldi. Batılı güçler de destek verdi. Demokrasi ve özgürlüklerden ziyade desteğin temel nedeni ‘serbest piyasa’ ve Ortadoğu’daki müdahalede kullanılacak bir güç olmasıydı. Öyle ki bir dönem Erdoğan BOP’un eşbaşkanlığına seçildi. Bu durum Erdoğan’a verilen misyonun da göstergesiydi. Kısacası Erdoğan iktidarını kendisine alan açan batılı güçlere borçludur. Erdoğan’ın şimdi emperyalist dediği ABD ve İsrail tam da iktidara giden yolda imkanları sonuna kadar açan güçlerdi. Nitekim Trump tekrar seçildiğinde Erdoğan ve iktidarı neredeyse davul zurna eşliğinde halay çekeceklerdi. Trump da Erdoğan’ı öve öve bitiremiyor.
Şam’da iktidarda olan HTŞ ve Colani’nin de benzer bir durumu var. Colani önce İdlip’te hazırlandı. Terörist Colani bir anda Şam’ın cumhurbaşkanı oldu. Başta ABD olmak üzere batılı devletler hemen tebrik etme sırasına girdiler. Ardı sıra HTŞ’yi ve Colani’yi terör listesinden çıkarmaya başladılar. Yaptırımları kaldırdılar. Colani kimin adına iktidar oldu sorularına en net cevap ABD’nin eski Suriye büyükelçisi Robert Ford’dan geldi. Katıldığı bir konferansta şöyle diyordu: “Colani olarak İngiliz istihbaratı ile CIA’den subayları, strateji uzman ekipleri, büyükelçiler ve istihbarat görevlileri tarafından yoğun bir eğitimden geçirip yönlendirdik.”
Geçen gün ABD Türkiye büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi Tom Barrack katıldığı bir TV programında “Herkesin bana ilk sorusu şu: Sünni, köktenci bir Nusra savaşçısı, sihirli bir çubukla aniden bölgenin kilit ülkelerinden birinin cumhurbaşkanı oldu. Ona güveniyor musunuz? Ona inanıyor musunuz? Yanıtı verirken, uzatmadan sonucu anlatıyorum; evet, ona güveniyorum. Evet, ona inanıyorum. Onun bugünkü hedeflerinin bizimkilerle uyumlu olduğundan eminim. O amaçlar ne? Yeni bir bölgesel bir uzlaşı dokusu yaratmak ve Suriye’yi yeni bir refah istikrar güvenlik rotasına sokmak. Bu arada, Şara’nın etrafındaki herkes, her bölge, bunun olmaması için müdahale etmeye çalışıyor” dedi.
Ankara ve Şam’ın nasıl ve kime hizmet ettikleri aslında kuruluş ve iktidar süreçlerinden gayet iyi anlaşılıyor. İkisinin ortak özellikleri sadece ABD’nin ve batılı güçlerin desteği ile iktidara gelmeleriyle sınırlı değil. Birkaç tanesini sıralarsak:
-Mezhepçilik yapıyorlar, sünni mezhebini esas alıyorlar. Sünni dışındaki mezhepleri bertaraf etme siyaseti yürütüyorlar. Şam Alevileri, Dürzileri katlediyor. Gayrimüslimleri batının korkusundan dolayı sadece bazı yönlerle baskılamakla kalıyor. Ankara da Alevileri her seferinde hedef gösteriyor, Hıristiyanlara dönük baskılama ve hedef gösterme politikaları yürütüyor.
-Milliyetçiliği besliyorlar. Şam Sünni Arapçılığı, Ankara Sünni Türkçülüğü geliştiriyor. Diğer halkları inkâr ve imha politikası yürütüyor.
-Tüccar mantığı hakimdir. Şam ticaret için her türlü tavizi vermeye hazır. Ankara yıllarca AB’den fon alma uğruna mültecileri koz olarak kullanmaya devam ediyor.
-Her ikisi de tekçidir. Teklik temel sloganlarıdır.
-Bu süreçte iktidarlarını sürdürmek için özellikle Kürtlerden yararlanmak istiyorlar. Şam her seferinde Kürtlerle savaşmak istemediğini belirtiyor. Ankara kardeşlikten bahsediyor. Ancak her ikisi de temel haklar meselesini bile çözmek istemiyor.
Ankara Kürt halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısının gereğini yerine getirmiyor, Şam da 10 Mart anlaşmasının gereğini yapmıyor.
-Şam kendi dışındaki parti ve güçleri tasfiye etme politikası yürütüyor. Ankara’da bir taraftan kendini Kürtlere şirin göstermeye çalışırken muhalefeti parçalama ve tasfiye etme ile uğraşıyor.
Yönünüzü verin dedikleri Ankara ve Şam’ın durumu özetle böyle. Bu yönün hiçbir yerinde demokrasi ve özgürlükler görünmüyor. Öyleyse yönü oraya dönüldüğünde kazanılacak olan şey de demokrasi ve özgürlükler olmuyor. Tam tersine despotik bir iktidarın gölgesinde bir yer kazanılabilir ancak.
Ne Şam ne de Ankara yönünü adalet ve insan haklarına vermiş değil. Herkesi silah bırakmaya davet ederken kendileri silahlanmak için var güçleriyle çalışıyorlar. Belli ki bu şartlar altında demokrasi ve özgürlükleri kazanmanın yolu ne Ankara ne de Şam’dan geçiyor. Tam aksine Şam ve Ankara’nın boğmaya çalıştığı Rojava’dan geçiyor. Rojava demokratik ulusun ete kemiğe büründüğü, halklar ve inançların eşit olarak bir arada yaşadığı yerdir. Bunun mimarı da Kürt halk Önderi sayın Abdullah Öcalan’dır. Dolayısıyla yönünü İmralı’ya dönenler kazanır.
Rojava’ya düşmanlık yapmak halihazırda ağır aksak yürüyen Barış ve Demokratik Toplum sürecini de baltalamak demektir. Barış çağrılarına savaş ile karşılık vermektir. Demokratik toplum çağrılarına despotizm ile cevap vermektir.
Kısacası gerçekten emperyalist ve siyonist oyun ve planlamaların boşa çıkarılması isteniyorsa Şam ve Ankara’nın yönünü Rojava’ya dönmesi gerekir. Kürtlere Ortadoğu’da stratejik bir yaklaşım sergilenmeyen her program uzun vadede çökmeye mahkumdur. Kürtlere stratejik yaklaşım göstermenin yolu da bellidir. Kürtlerin baş müzakereci olarak kabul ettiği sayın Abdullah Öcalan ile diyalog ve müzakere yöntemiyle sorunları çözme yoludur.