Florence Nightingale Hastanesi önündeki Meclis bahçesini aratmayan trafiği, yüzlere takınılan maskeleri, kamuoyuna verilen demeçleri tek tek kaydedip sağlığına kavuştuğunda izlemesi için kendisine vermeli. Kim bilir kısa, uzun metrajlı ne filmler çıkarır bunlardan usta yönetmen. Hatta izlerken “Daş yok mu daş!” diye sağına soluna bakıp aranacağını öngörüp yumruk büyüklüğünde birkaç “daşı” hazır etmekte fayda var!
Medyadaki sahtekârlıklar da mide bulandırıcı bir hal almış durumda. Sırrı Süreyya Önder’in yaşamı boyunca dokunduğu insanların çokluğunu tahmin etmek zor değil. Bu dostlarının kameralara pozlar ve siyasi gruplara mesajlar vermek yerine besledikleri umutla, dua ederek, endişeyle ve sessiz sedasız beklediği de bir gerçek ancak siyaset, daha doğrusu bizdeki parlamento içi ilişkilerle samimiyet arasında kilometreler var…
İktidar cenahı ve devlet ricali reislerinin aldığı tavrın ardında kuyruk olmuş, adeta bir üzüntü seli oluşturuyor. Geçmiş olsun mesajları ve şifa dileklerine tam inanacakken birden bu yüreğe dert olanları hatırlayıveriyor insan. Unutmak kolay olmuyor. Tam da Önder’in dediği gibi: “Biri çıkıp unutmanın yolunun ancak yüzleşmekle mümkün olduğunu bunlara tane tane anlatsa!” Seyit Rıza’ya “derdolan” hile ve yalanlar Sırrı Süreyya Önder’in yüreğinde taptazedir sanırım hâlâ…
Mahpuslukla 16 yaşında, işkenceyle 18 yaşında tanıştırdı bu devlet Sırrı Süreyya Önder’i. Birçok yoldaşı gibi yıllarını çaldı ömründen. Son mahpusluğu ise 2013-2015 Barış Süreci’nde iktidarın kontrolünde yürütülen çalışmalardan ötürüydü. Bu çabaların en yakın tanığı Efkan Ala da mesaj gönderenler arasındaydı sosyal medyadan! O’nu, bilmem kaç kere ağırlaştırılmış müebbetle yargılatanlar da “bağımsız mahkemeler” değildi elbet!
Çektiği filmlerin hepsi aslında bir tür ayna tutma, yüzleşme değil midir? Bu yüzden Sırrı Süreyya Önder’in sözünü hatırlamak ve yüzleşip kötülükleri derinlere gömmeden yüz yüze bakmak zor. Belki da “Beynelmilel” gibi 2015 ve sonrasını anlatan bir film yüzleşmeye yardımcı olur. “Ar damarı çatlayanlar ve buna Aortu dayanamayanlar” gibi bir adı olur hatta…
Hastaneye koşup mesajlar yayınlayanlara bir çift sözümüz var: Samimiyseniz, kameralara pozlar vermeyi bırakıp kolları sıvayın. Yoğun bakımdan çıkmadan en büyük isteğini gerçekleştirip sunun O’na: Açın zindanların kapılarını; hukuksuz bir şekilde tutsak ettiğiniz siyasi mahpuslara özgürlüklerini iade edin.
Hatta konuşmalara tepki verdiğini söylüyorlar; bunu kulağına fısıldasın biri şimdiden. “Demirtaş, Yüksekdağ ve yoldaşları özgür” diye yalan da olsa söyleyin. Kozağaçlı yeniden tutuklanmadı deyin, Kavala çıktı, Can Atalay yemin edip Meclis’te görevine başladı deyin. Yalan da olsa bence söyleyin…
Sonra Meclis’i tatil etmek yerine O’nun için toplanın. Barış için demokratik toplum hedefine giden bir program üzerinde çalışıp açıklayın. Gasp ettiğiniz “Barış İçinde Yaşam Hakkını” iade edin bu ülkenin çocuklarına. Halkına karşı görevini yerine getirmiş olmanın huzurunu en fazla hak eden bu güzel insana gecikmeden verin bu haberi…