Acıların dilinden dökülen bir sözcüğün gücüyle yaşamayı bilenler, eğer ihanet edilmeyecekse, bir kişi için de bir halk için de yüzlerce yıl sürdürülecek bir direnişe kaynaklık edebilir. “Baba beni de mi öldüreceksin” diyen bir çocuğun çaresiz halinde babanın, dahası bitik bir aile gerçeğinin trajik öyküsü vardır. Kahırlı ve artık taşınamaz bir ağırlık. Taş kadar, evren kadar bir ağırlık. “Ben seninle yaşamak istemiyorum” diyen bir kadının isyan halinde bir erkeğin, bütün bir sistemin toplumsal yankısı vardır. Taşınamaz, kabul edilemez katı bir gerçeklik. Acılarımızın dili farklı sesler ve biçimlerde yankılansa da yanlış giden, ama mutlaka düzeltilmesi gereken bir şeylerin olduğuna işaret ediyor gibidir. Acılarımız kimliğimizin okuludur. Ama eksiktir. Bir birey veya toplumun acıyı taşıma yükü sonsuz değildir. Kaosta yıkılan, maddi gerçeğini kaybeden varlıklar da vardır. Ya ifadesiz, anlamsız bir hale dönüşürler ya da bir başka varlık içinde özgün ve özgür anlamını kaybederek silinirler. Sesimize tını, tınıya da derinlik veya kayıtsızlık veren bir harita vardır. Kürt’ün makus ve kimsesiz yalnızlığında olduğu gibi.
Acılar çıldırtabilir. Çılgınca maceralara da götürebilir. Ne olduğu belirsiz bir yığın kişilik gördüğünüzde ardında acılı bir hikayesinin olduğunu unutmayın. İhanetin bu acıyla cebelleştiğinde nasıl bir canavara dönüştüğünü de görün. Acılar sadece direnişe kaynaklık etmez. İhanetin acının politik tasvirinde mutlaka yerli yerine oturtulması gerekiyor. Yoksa direnişin anlamındaki karşı kutbu göremezsiniz. Ahmaklar ve aptallar bir yığın şeyi günün geçerli hakikati diye size sonu gelmez nutuklar halinde dillendirebilir. Sizden daha iyi bildiğini mutlaka söyleyecektir. İnansın ya da inanmasın.
Ama hakikatle birhal olanların yerleşik ve kendinden menkul hallerinde acının bir süre sonra dar bir kaba sıkıştırıldığını da görebilirsiniz. Devrimin yükünü taşıyanlar tarafından kendini birer yük haline getirenlerin acıyı anlamsız kılmasından korkarım. Politik betimlemeler, nice nice politik izahlar ve tutumlar gerektiren konularda suskun ama bireysel yaşamlarına dair iğne uzuyla dokunulduğunda kıyameti kopartacak hallere bürünmeleri bir yana, kendisini acının yankısı ile tariflemeleri çekilir gibi değil. Hakikatin şafağında bekleyen bir halkın geleceği konusunda ışıklı bir sözcüğü bile diline dolamayı yük sayanlarla Araf’tan geçmeye çalışmak deveye hendek atlatmaktan daha zor. Bilenlerin “bilir” sevdası bütün yaratıcılıkların öldürülmesine yol açar.
Sanat hakikatin dili olabiliyorsa kesinlikle acıyı muazzam bir şekilde tariflemesinden kaynaklanıyor. Bunca şiir, bunca öykü ve romanın tasavvur ettiği, musikinin nağme nağme işlediği bireysel dünyaların aktığı nehir kocaman bir evrendir. Evrenimiz tek tek öykülerin toplumsallaşmış hakikatinden başka ne olabilir ki! Daha doğrusu toplumsallığımızın ifadesi olan öykülerimizin anlamla kurduğu sıkı bağdır ki her birimizi trajedilerin içinde yürüyen ama bununla yetinmeyen birer varlık haline getirebilir. Bizim ihtiyaç duyduğumuz zaferdir çünkü. Başarılarla, kazanımlarla kesinleştirilmiş zaferdir. Acı ne kadar yaman bir öğreticiyse başarı da öyledir. Tek başına acı dayanılmaz bir hal aldığında yitip gidilebilir. Acının ağırlığı altında ezilebilir. Kaosun fırtınasında tutunacak tek bir dal bile bulunmayabilir. Ama başarı, acıya dayanma gücü verir. Bu nedenledir ki başarıya hasretlik bütün hasretlerin toplamı, hatta daha fazladır. İdeolojik öyküsü başarıya, ışık ve umuda dayanmayan bütün toplumsal gerçekliklerin eni sonunda yıkılıp gitmekten başka çaresi yoktur. Cihad, diğer bir ifadeyle uğruna mücadeleyle yükümlü kıldıkları özüyle birer zındık, yaptıklarıyla birer münafık haline dönüşen kimliklerin İslam’a, yani “esenlik ve barış”a dair hikayesini vahşete dönüştürenler karşısında özgür olanın sesine başarı kazandırmaktan başka çaremiz yoktur. Demokratik olanın kültürünü ve yaşamını bilen bu topraklarda acının ve başarının gür sesi mutlaka yeniden yankılanacaktır.
Dile dökülmeyen acının biriken okyanusunda, yani bütün suların mürekkep bütün ağaçların kağıt olduğu bu deryada, bir sesin bu kadar büyük, bir evren kadar yankılanmasını heyecanla beklemek, beklediğini bulmak ne kadar mutluluk vericidir. Bitimsiz bir yolculuğun romanını yapan ve yazanın gür sesi milyonlar halinde yankılandığında başarı bir intikamdır aynı zamanda. Toplumsal hikayenin başarısı şüphesiz özgürlüktür. Özgür olmayanın başarılı olması beklenemez. İntikam, acının başarı ile teskin edilmiş ve kendisi olana kavuşmuş eylemidir kesinlikle. Rehine olan başarmışsa aynı iddiayla yükümlü olan bizler neden başarmayalım? İntikamı Kral Lear’ın histerik kabuslarına büründürenler belki bir başka hikayeyi yazabilirler; cinayetin, katilliğin içsel sesini duyabilirler. Tıpkı Sargon’un inşa ettiği surlarda yaptığı gibi. Tabletlere “zafer” diye yazabilirler. Aynı bugünkü gibi. Bugünün Sargon’larının cinayetini görmeyenler, acılara zafer methiyeleri dizenler, işgali ve imhayı medeni kılan, hapishaneyi ve sürgünü, açlığı ve yurtsuzluğu kaim bilenler için hakikatin eyleminde daha büyük intikam ne olabilir ki?
Çoklu krizlerin orta yerinde çoklu çözümlerin yol haritasını bekliyor aklımız ve gözlerimiz. Biliriz ki, YOL’un yolculuğunda Rêber olan biriciktir. Acının milyon katında anlam da milyon kat derin ve yüklüdür. Esaretini bir halkın özgürlüğüne adayanlar için anlam deryadır. Kendi deryasını oluşturanlar ve bu deryada yüzmeyi bilenler nereye nasıl varacaklarını da bilirler. İşgüzarlar, laf çoklukları ve çocuklukları aklımızı karıştırmasın. Toplumun özgürlük aklının bütün akıllardan daha bütünlüklü ve anlam dolu olduğunu biliriz. Yanlış veya doğruluğunu bizle tartışmak isteyenlere karşı vereceğimiz yanıt sadece neden yaptığımız değil, neden başarmamız gerektiğidir. YOL’un başarı dolu olduğunu bilerek ama acımızın başarıya ihtiyacı olduğunu bir an bile unutmayarak şimdi bize gelen bu kutsal sesi dinleyelim. Ve de düşünelim, şimdi tam da iş yapma zamanı diyerek. Küskün duranlar, aklı karışanlar, karamsarlığa gömülenler, hikayesiz kalanlar, yalnızlık acısında bağıranlar, acısına anlam arayanlar ve başarıya susamışlar… Amed’in surlarına doğru bin defa üfleyenlerin çağırdıklarından olanlar da nedamet getirebilirler. Eğer ki öykünüz halkınızın acısı ve başarısıyla kesişiyorsa bir yerde, eğer ki alındaki çizgilerde kaderin “iyi” demesine şu kadarcık boşluk bırakılmışsa yeniden yapmak için neden var demektir.
Bu çağın yüreklerimize ve ruhumuza tek tesellisidir HAKİKAT’in sesi. Kışkırtanlar, yalan dolanla, hileyle çarpıtanlara karşı kendini hakikatin sesiyle var edenlerin şarkısına kulak verelim şimdi.