İrfanTuncçelik-Naci Kaya/İstanbul-MA
Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Günü ve arayışlarının 24. yılı vesilesiyle Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak ve 1980 darbesinde gözaltına alınan Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren Yarıcı, Galatasaray Meydanı’nda başladıkları mücadelenin dünü, bugünü, siyasi ve hukuki gelişmelerini değerlendirdi. Plaza De Mayo Anneleri’nin mücadelesini rehber alarak Galatasaray Meydanı’na çıkmaya karar verdiklerini belirten Ocak, “Gözaltında kayıplara son verilsin, kayıpların akıbetleri açıklanarak ailelerine teslim edilsin ve failleri cezalandırılsın” talepleriyle alanlara çıktıklarını hatırlattı. İlk olarak 4-5 aile olduklarını hatırlatan Ocak, daha sonra bu sayının yaptıkları çağrıyla arttığını dile getirdi. Galatasaray Meydanı’na oturduklarında oturma eyleminin bir eylem biçimi olmadığını ifade eden Ocak, “Galatasaray Meydanı kayıpları arama alanına dönüştü. Bir hafıza mekânına, unutturmama alanına dönüştü” dedi.
‘Beni kaybedemediler’
Oturmaya başladıkları ilk zamanlar üzerlerinde yoğun baskıların olduğunu vurgulayan Ocak, ilk 8 Temmuz 1995’te engellenmeye çalışıldıklarını söyledi. Ocak, “15 Temmuz 1998’te 170. haftamızda Galatasaray Meydanı yine bize yasaklandı. 30 hafta boyunca her Cumartesi günü gözaltına alındık. Annelerimiz çok yaşlıydı. Aralarında kemoterapi gören, astım hastası olanlar vardı. 30 hafta boyunca bin 93 kişi gözaltına alındı. 3 ile 45 gün arasında iş göremez raporu alanlar oldu. Dolayısıyla 30 haftanın sonunda 3 Mart 1999’da eylemimize ara verdik. Ara verdik ama kayıp yakınları olarak birbirimizden hiç kopmadık” diye belirtti. Galatasaray Meydanı’na oturmaya başladıktan sonra gözaltında kaybedilmelerin azaldığını dile getiren Ocak, “Galatasaray Meydanı’na gelen annelerin, ‘Benim çocuğumu da gözaltında kaybedeceklerdi. Sen de gider Cumartesi Anneleri’ne katılırsın diye çocuğumu kaybetmediler’ diyenler oldu. Yine gözaltından çıkıp yoğun işkencelerden sonra aramıza katılan insanlar oldu. ‘Beni de gözaltında kaybedeceklerdi ama siz vardınız diye beni kaybetmediler’ diyen kişiler oldu” dedi.
‘Yargılama yapmıyorlardı’
1994 ile 1995 yılları arasında İHD’ye yapılan kayıp başvurusunun 500 olduğunu kaydeden Ocak, Galatasaray Meydanı’nda yaptıkları eylemin ardından bu sayının 9’a düştüğüne dikkat çekti. Cumartesi Anneleri’nin önemli bir şeyi başardıklarını anımsatan Ocak, şöyle devam etti: “Devletin gözaltında kayıp politikasının önüne geçerek insanların yaşam hakkını korudular. 1998’de başlayıp adına Ergenekon denilen soruşturma kapsamında yargılanan failler bizim kayıplarımızın da failleriydiler. Kayıplarımızın dosyalarında bu kişilerin isimleri de yer alıyordu. Bununla ilgili yaptığımız başvurular sonuçsuz kaldı. Ocak ailesi olarak yaptığımız başvurularda her ne kadar Hasan ile ilgili bilgi ve belgeler olsa dahi ‘mahkememiz gözaltında kaybetme suçu ile ilgili yargılama yapmamaktadır’ cevabı verildi. Tüm bu yaşananların ardından aileler olarak 31 Ocak 2009’da Galatasaray Meydanı’nda yeniden buluşma kararı aldık.” Tek tek failler hakkında suç duyurusunda bulunmaya başladıklarını sözlerine ekleyen Ocak, yapılan başvurular sonucu açılan mezarların olduğunu ve 80’e yakın kişinin toplu mezardan çıkarıldığını kaydetti. Yapılan kimliklendirme çalışmasında 50’ye yakın kayıplarının kemiklerine ulaştıklarını belirten Ocak, bütün kayıpların kemiklerini buluncaya kadar Galatasaray Meydanı’nda olmaya devam edeceklerini söyledi. “Bizim talebimiz ve isteğimiz çok açık ve nettir. Kayıplarımızı istiyoruz” diye devam eden Ocak, kayıplardan geriye ne kaldıysa onu istediklerini ve adaletin sağlanmasını istediklerini dile getirdi
Çabalar sonuçsuz
20 Kasım 1980’de İstanbul Haşim İşcan Geçidi’nde gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren Yarıcı ise, kardeşinin gözaltında kaybedilme hikayesini anlattı. Kardeşi Hayrettin Eren’i arama çabalarının sonuçsuz kaldığını vurgulayan Eren, 39 yıldır mücadelelerinin sürdüğünü hatırlattı. 1995 yılında Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un gözaltında kaybedilmesi ve cansız bedenlerine ulaşmasıyla beraber baba Ocak’ın Galatasaray Meydanı’nda bir çağrı yaptığını ifade eden Eren, “Kimse gözaltında kaybedilmesin diye çağrısı oldu. Aynı acıları yaşayanlar bu çağrıya koşa koşa gitti. Çünkü hepimizin acısı aynıydı ama birbirimizden habersizdik. Galatasaray Meydanı’nda 1995 yıllında oturmaya başladıktan sonra sesimizi daha çok yükseltmeye başladık. Bugün 24 yıldır mücadelemizi sürdürüyoruz. Mücadelemizi sürdürmekte de çok kararlıyız” diye konuştu. Anne Elmas Eren’in yapılan her basın açıklamasında “Karanfil bırakacağım bir mezar istiyorum” dediğini anımsatan Eren, istediklerinin fazla bir şey olmadığını söyledi. “Şu anda yaşadığımız koşullar faşizmdir” diye devam eden Eren Yarıcı, şunları ifade etti: “1990’lı yıllar da öyleydi ama bugünkü faşizm daha yaygınlaştırılmış bir faşizmdir. Seni yok sayıyor. Faşizmin dili, dini ve ırkı yoktur. Kendi çıkarları için ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyor. Darp edildik. Dava açıyoruz takipsizlik kararı çıkıyor. Kayıplarımızın akıbetini soruyoruz. Sadece göstermelik 12 Eylül mahkemesi açıldı. ‘İşte cuntacıları yargılıyorum, ülkemde adalet var’ demek için bunu yapıyor. Bu mahkemeler yalan üzerine kurulmuş içi boş mahkemelerdir. Bugünkü adaletsizlik daha yaygın bir şekilde görülüyor. Geçmişte birazcık olsa da adalet aradığında kapılar sana açılırdı ama şimdi tamamen kapılar kapanmış durumda.”
Çocuklarına hasret veda edip gittiler
Cumartesi Anneleri’nin kayıplarını arama mücadelesinde yıllar içinde birçoğu yakınlarının kemiklerini ya da mezarlarını bulamadan yaşamını yitirdi. Burlardan bir tanesi ve annelerin sembol ismi olan 105 yıllık ömrünün 33 yılını oğlu Cemil Kırbayır’ı aramaya adayan Berfo Ana. Kırbayır’ı aramaktan vazgeçmeyen Berfo Ana, Cumartesi Anneleri’nin 21 yıllık mücadele tarihinde önemli bir yer tuttu. “Cumartesi Anneleri’nin arkasında başka güçler var” diyen dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’a, “Bizim arkamızda acılarımız ve zulme baş eğmeyişimiz var” yanıtı verdi Berfo Ana. Erdoğan, daha sonra görüştüğü Berfo Ana’ya oğlu Cemil Kırbayır’ı bulma sözü verdi. Berfo anaya verilen söz tutulmadı. O, 22 Şubat 2013 tarihinde yaşamını yitirdi.
Ömrü, oğlu Hüseyin Taşkaya’nın kemiklerini bulmaya yetmeyen Cumartesi Anneleri’nden biri de Fatime Taşkaya. Taşkaya, “Bu devlet bizden ne istiyor? Birini kaybettiler yetmedi mi? Tek suçumuz Kürt olmak mı?” diye seslenmişti Galatasaray Meydanı’ndan. Ancak, Fatime Taşkaya da oğluna kavuşamadan 17 Ekim 2015 tarihinde Tuzla’da yaşamını yitirdi. 1996 yılında kaybedilen eşi İsmail Şahin’in akıbetini öğrenemeden yaşama veda eden Cumartesi Anneleri’nden biri de Kiraz Şahin. O da Erdoğan ile görüşmüştü. Şahin’in Erdoğan’a, “Eşim sizin işçinizdi, mesai saatleri içinde kayboldu. İsmail Şahin’in akıbetini açıklamak sizin de sorumluluğunuzdadır” sözleri hala hafızalarda. Şahin, 27 Şubat 2015 tarihinde yaşamını yitirdi. Cumartesi Annesi Şahsenem Cihan da gözaltında işkenceyle öldürülen oğlu Süleyman Cihan’ın faillerinin yargılanmasını göremeden 28 Mayıs 2015’te yaşamını yitirdi. Kesriye Demir’in ömrü de, oğlu Abdurrahim Demir’in kemiklerine kavuşmaya yetmedi. Demir, 20 yıl boyunca “Oğluma ne oldu?” diye sordu.
‘Kokusunu özledim’
Cevriye Altunbaş, adalet mücadelesi verdiği sırada yaşamını yitiren Cumartesi Anneleri’nden. Oğlu Zeki’ye kavuşamadan 31 Mart 2015’te hayatını kaybetti. Veysel Güney’in annesi Zeynep Güney de, oğlunun mezarına kavuşamadan13 Ekim 2012’de yaşamını yitiren bir Cumartesi Annesi. Talat Türkoğlu’nun annesi Ziyneti Türkoğlu da oğlunun kemiklerini bulamadan hayata gözlerini yumdu. Fincan Bilgin de 1994 yılında Ankara Dikmen’de bir otobüs durağında gözaltına alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamayan oğlu Kenan Bilgin’i bulmaya ömrü yetmeyen Cumartesi Anneleri’nden. Hüseyin Morsümbül’ün annesi Fatma Morsümbül de yaşamını yitiren annelerden. Fatma Morsümbül, oğluna olan hasretini şu acı sözlerle anlatmıştı: “Oğlumun kemiklerini bulsam omzumda taşıyacağım. Çünkü kokusunu çok özledim.” 2-6 Kasım 1995 tarihinde Mardin’in Dargeçit ilçesinde 9 kişi ile birlikte gözaltına alındıktan sonra kendisinden haber alınamayan ancak 18 yıl sonra yapılan kazılarda kemiklerine ulaşılan 13 yaşındaki Seyhan Doğan, yıllarca kendisi için mücadele veren anne Asiye ve babası Ramazan Doğan ile birlikte toprağa verildi. Rıdvan Karakoç’un annesi Asiye Karakoç da 7 Aralık 2016’da yaşamını yitirdi. Karakoç’un “Bu devletten bir can, bir kardeş, bir yoldaş alacağım var” sözleri annelerin arayışında sürüyor. Hediye Coşkun, 18 Mayıs 2017’de yaşamını yitirdi. Özgür Gündem gazetesi muhabiri Nazım Babaoğlu’nun annesi Makbule Babaoğlu da 80 yaşında böbrek yetmezliğinden yaşamını yitirdi. “Kaybedilen her çocuk benim evladımdır” diyerek Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda verdiği mücadeleye destek veren Cumartesi İnsanları’ndan Güzel Şahin de, geçirdiği beyin kanaması sonucu 20 Eylül 2017 tarihinde yaşamını yitirdi.
17 hükümet değişti
Maside Ocak, Galatasaray Meydanı’na oturmaya başladıkları günden bu yana 17 hükümetin değiştiğini ifade etti. Ocak, şunları dile getirdi: “Kayıpların yaşandığı dönemde ve sonrasında şu an iktidar olan tüm hükümetler bizim kayıplarımızdan sorumludur. Devam eden suçların üzerine yeni suçların eklendiği bir dönemi yaşıyoruz. 90’ların karanlığında da biz sesimizi duyurabiliyorduk. Şu anda da ülke vicdanını ve insanlığını kaybetmiş bir hükümet tarafından yönetiliyor. Kayıplarımız için ne yasalar uygulanıp adalet sağlanıyor ne de kayıplarımız bize teslim ediliyor. 90’larda yaşanmış bu suçun devamcısı bu hükümettir. Kulp davası cezasızlıkla sonuçlandırıldı belki ama bu dava ile ilgili hükümet daha önce yaptığı bir araştırmayla Kulp’ta kaybedilen sorumluları belirlemişti.”
Unutturmayacağız
Eren Yarıcı, kaybettiklerinin eşya değil insan olduğuna dikkat çekti. Eren Yarıcı, şöyle dedi: “Benim annem 86 yaşında ve halen oğlundan umutla bahsediyor. Her ne kadar siz akıbetini biliyor olsanız bile vicdanınızla baş başa kaldığınız zaman farklı şeyler düşünebiliyorsunuz. Annem halen o umutla yaşıyor. Cumartesi insanlarının kayıplarının akıbetini öğrenip, adalet talepleri yerine gelinceye kadar, failler bizlerle yüzleşene kadar bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Devletin amacı unutturmak ama biz asla unutmayacağız, unutturmayacağız.”