31 Mayıs akşamı sadece coşku değil, öfke, yalnızlık, bastırılmışlık da aktı o kalabalığın içine. Bu artık sadece bir ‘spor güvenliği’ meselesi değil. Bu, toplumsal patlamaya dönüşen birikmiş adaletsizliklerin, sistematik inkârın ve görmezden gelmenin dışavurumu
Z. Birsel Ocak
Kırmızı, mavi, beyaz… ve siyah
Paris Saint-Germain’in tarihi zaferi, Fransa’da sadece bir sportif başarı olarak kalmadı. Münih’ten gelen 5-0’lık skorun ardından Paris’in sokakları taşan bir coşkuya sahne oldu. Ancak bu coşku, sadece sportif bir heyecandan ibaret değildi. Sokaklarda kutlama yapan binlerce genç, adeta bastırılmış kimliklerinin, sesini duyuramamış mahallelerinin, görünmez bırakılmış hikâyelerinin varlığını haykırıyordu.
Parc des Princes ve Champs-Élysées’de başlayan coşku, kısa sürede polis müdahalesine, barikatlara, kırılan vitrinlere, 500’ü aşkın gözaltı ile son buldu.
Kutlama ile kaos arasındaki o ince çizgi, Paris’in merkezinde Champs-Élysées’de aşıldı. Gençler konvoylar oluşturdu, havai fişekler ateşlendi, barikatlar kuruldu ve acısı da biri henüz 20 yaşında iki can kaybı. Polis 5 bin 400 kişilik dev bir kadro ile alandaydı ama yine de kontrol sağlanamadı. Çünkü bu bir güvenlik meselesinden çok daha fazlasıydı.
Gazze Münih’te, Münih Paris’te yankılandı
Final gecesinde Münih tribünlerinden yükselen “Free Palestine” sloganı, sadece bir dayanışma işareti değildi. Fransa’da hükümetin Gazze’deki katliama karşı sürdürdüğü suskunluk, özellikle genç kuşakta büyük bir öfke biriktirmiş durumda. O gece Paris sokaklarında taşınan bazı bayraklar, atılan sloganlar bu sessizliğe bir cevaptı.
Münih’te stadyumun ışıkları altında parlayan o ses, Paris’in karanlık sokaklarında yankı buldu. Çünkü kendini ne Fransız devletinde ne de Batı medyasında temsil edilmiş hisseden bu gençler için Filistin meselesi sadece dış politika değil; aynı zamanda bir adalet, temsil ve aidiyet meselesi. Bugün Gazze için susan iktidarlar, yarın banliyödeki adaletsizliği nasıl görebilir?
Biz kimin için?
PSG kadrosunun büyük bir kısmı, Paris’in banliyölerinden ve Fransa’nın göçmen kökenli, işçi sınıfı mahallelerinden gelen oyunculardan oluşuyor. Bu oyuncular, sokakta büyümüş, sistemin dışına itilen gençlerin arasından çıkmış, çoğu kez ayrımcılıkla, ırkçılıkla mücadele ederek bugünlere gelmiş isimler. Onların zaferi, kendileriyle aynı geçmişi paylaşan gençler için bir umut oluyor.
Ama bu ortak geçmiş, aynı gelecek anlamına gelmiyor. Zira bu oyuncular, bugünün küresel futbol düzeninde sermayenin vitrininde yer alan yıldızlar. Onlarla sokaktaki gençler arasındaki en büyük fark, sadece yetenek değil; sistemin kime neyi bahşettiğiyle ilgili. Aynı sokaktan çıkan biri milyon eurolarla sahada parlıyor, diğeri aynı sokağın köşesinde polis kontrolüne uğruyor.
Bu yüzden sokakta kutlanan zafer, bir coşkunun ötesinde, bir sahiplenme duygusu. “O bizden biri” diye bağırılıyor. Çünkü devletin ve toplumun görmezden geldiği bu gençler, ancak futbolda temsil edildiklerini hissediyor. Ama bu “biz” duygusu, sadece maç gecelerine sıkışmış bir aidiyet. Kalıcı ve kapsayıcı bir adalet anlayışıyla desteklenmediği sürece, bu duygu kırılmaya mahkûm.
Kapitalizmin oyun sahası: Tribünlerde coşku, kasalarda kâr
Şampiyonlar Ligi gecesi, futbolun artık sadece bir oyun olmadığını, milyar euroluk bir pazara dönüştüğünü bir kez daha gösterdi. PSG’nin bu sezonki kadrosunun piyasa değeri 1 milyar euroya yaklaşıyor. Sadece forma satışlarından kulübün yıllık geliri 2023’te 110 milyon euroyu geçti. Tek bir PSG formasının mağaza fiyatı 120 euro. Paris’in yoksul mahallelerinde yaşayan birçok çocuk için bu rakam bir haftalık mutfak bütçesine denk geliyor. Oysa onlar, bu formayı giyen oyuncularla aynı sokaklarda büyüdü.
PSG’nin sahipliği Katar Spor Yatırımları fonunda (QSI) ve kulüp, son 10 yılda Fransa’ya Körfez sermayesinin en sembolik girişi oldu. Münih’te kazanılan kupa, aslında bir futbol başarısından çok daha fazlası: jeopolitik bir gösteri, küresel bir marka yönetimi başarısı ve Paris’in vitrinine yerleştirilen bir yatırım ürünü.
Ama zafer gecesinde Paris sokaklarını dolduran binlerce genç, bu devasa ekonominin sadece seyircisiydi. Ne kulübün hissedarı, ne kazancın ortağı… En fazla, pahalı formanın çakmasını alan bir tüketici ya da vitrinde “reklam unsuru” olarak kullanılan bir görsel malzeme.
Birikmiş eşitsizliklerin dışavurumu
31 Mayıs akşamı sadece coşku değil, öfke, yalnızlık, bastırılmışlık da aktı o kalabalığın içine. Bu artık sadece bir “spor güvenliği” meselesi değil. Bu, toplumsal patlamaya dönüşen birikmiş adaletsizliklerin, sistematik inkârın ve görmezden gelmenin dışavurumu.
Gerçek zafer, bir kupayı kazandığında değil, o kupayı kutlayacak güvenli, adil ve onurlu bir toplum kurduğunda gelir. Bu ülkenin banliyö çocukları da, kupayı kaldıran futbolcular kadar Fransa’nın bir parçası.