Çarpışan iki strateji olmuş, geçen 10 yıl hangi stratejinin doğru hangisinin yanlış olduğunu Erdoğan rejiminin sıkışan bölge, dünya ve iç dengeler arasında soluğu İmralı’ da almasıyla açığa çıkmıştır. Türk devletinin inkâr temelli yaklaşımı geçen çözüm sürecinden bu güne hezimete dönüşmüştür
Arif Koçgiri
Tarih, stratejik hamlelerin nasıl kader belirlediğini gösteren sayısız örnekle dolu. Bunlardan bazıları, ustalıkla planlanmış ve uygulanmış hamleler olarak zafer getirirken, diğerleri yapısal hatalar nedeniyle felaketle sonuçlanmıştır. Argümanımıza uygun olarak özellikle rakibin direncini küçümseme, ideolojik zehirlenme ve fırsatçı hesaplar gibi temalar üzerinden şu örnekleri hatırlatmak yerinde olacaktır:
- Napolyon’un Rusya Seferi (1812): Napolyon Bonapart, Avrupa’yı domine eden bir imparator olarak, Rusya’yı hızlı bir askeri hamleyle dize getireceğini düşünüyordu. Stratejisi, “Grande Armée”yi(Büyük Ordu) Moskova’ya yönlendirmek ve Çar’ı kendi şartlarını kabul ettireceği barışa zorlamaktı. Ancak, Rusların “yanık toprak” taktiği (geri çekilirken her şeyi yok ederek Napolyon’un lojistiğini çökertme) ve sert kış koşulları, bu hamleyi hezimete dönüştürdü. Napolyon, rakibin (Rus halkı ve coğrafyasının) direncini küçümsemiş, böylece gerçekçi bir vizyonu ıskalamıştı. Sonuç: Yarım milyondan fazla asker kaybı ve Napolyon’un düşüşünün başlangıcı. İmparatorluk hırsı, rakibin stratejik derinliğini anlamaktan uzak kalmıştı.
- Hitler’in Sovyetler Birliği’ne Saldırısı (Operasyon Barbaross’a, 1941): İkinci Dünya Savaşı’nda Adolf Hitler, Nazi Almanya’sının “Lebensraum” (yaşam alanı) ideolojisiyle zehirlenmiş devlet aklı, Sovyetler’i hızlı bir Blitzkrieg (Yıldırım Savaşı) ile yok edeceğini varsayıyordu. Ancak, Sovyetlerin derin savunma hatları, partizan direnişi ve General Kış’ın etkisiyle plan çöktü. Hitler, rakibin (Stalin’in ve Kızıl Ordu’nun) stratejik vizyonunu “Ali Cengiz oyunları”yla mat edeceğini hayal ediyordu, tıpkı ideolojik inkârla körleşmiş bir rejim gibi. Yapısal neden: Irkçı ideoloji, Ulus- devletçi tekçi saplantı rakibin insanlık ve direnç potansiyelini yok saymıştı. Sonuç: Milyonlarca kayıp ve Nazi rejiminin sonunun başlangıcı.
- ABD’nin Vietnam Savaşı’ndaki Domino Teorisi (1955-1975): Soğuk Savaş döneminde ABD, komünizmin yayılmasını önlemek için Vietnam’ı stratejik bir hamle olarak gördü. Teori, Güney Vietnam’ın düşmesinin tüm Asya’yı domino gibi etkileyeceği varsayımına dayanıyordu. Ancak, Vietkong’un gerilla taktikleri, halk desteği ve Ho Chi Minh’in stratejik vizyonu, ABD’nin teknolojik üstünlüğünü boşa çıkardı. Yapısal hata: Emperyalist körlük, yerel direnci ve kültürel bağlamı küçümseme. Sonuç: On binlerce asker kaybı, ABD’nin yenilgisi ve küresel itibar kaybı.
- Osmanlı’nın Stratejik Körlüğü; Balkan Savaşları (1912-1913): Osmanlı İmparatorluğu, Balkan halklarının taleplerini, bağımsızlık hareketlerini “inkâr ve imha” politikasıyla bastıracağını düşünüyordu. Ancak, Balkan ittifakının (Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan) koordineli hamleleri ve Osmanlı ordusunun yozlaşması, hızlı bir çöküşe yol açtı. Rejim, rakibin (milliyetçi hareketlerin) stratejik merkezini anlamaktan uzak, eski zafer hayalleriyle yetinmişti. Yapısal neden: Çöküş aşmasındaki İmparatorluk geleneğinin değişen dünya konjonktürünü okuyamaması ve yayılmacı emellerini terk etmemesi.
Bu örnekler, stratejik yanlış hesapların yapısal nedenlerini aydınlatır: İdeolojik zehirlenme (milliyetçi inkâr mekanizması), rakibin vizyonunu küçümseme, fırsatçı-karanlık ittifaklar ve gerçeklikten kopuk yayılmacı, işgalci hırslar. Bunlar, genellikle rejimlerin iç çürümesiyle birleşir ve hezimetle sonuçlanır. Tarih göstermiştir ki sürdürülebilir stratejiler; zamanın ruhunu okuyan, kendinin ve rakibinin gücünü objektif analiz eden ve toplumların taleplerine kulak veren bir vizyona dayananlardır.
2012-2015 Çözüm Süreci: İnkâr ve İmha Stratejisinin Hezimeti
Bu tarihsel çerçeve, 2012-2015 yılları arasındaki Türkiye’deki Çözüm Süreci’ni anlamak için bize bir bakış açısı sunar. Devlet aklı, stratejik kurgusunu esas olarak Kürt sorununun çözümünden yana değil, inkâr ve imha sürecinin tamamlanması yönünde kurmuştu. Bu bağlamda siyasi, diplomatik ve askeri hamlelerini buna göre geliştirmiş ve yürütmüştü. Görüşmeler sürerken sarayın dehlizlerinde, Gülenist kadrolardan devraldıkları çökertme planını güncelleyip uygulamak için fırsat kolluyorlardı. İnkârla zehirlenen devlet ve rejimin kurmay aklı, Kürt stratejik vizyonunu anlamaktan uzak, onu “Ali Cengiz oyunları”yla mat etme hayalleri kuruyordu. Devlet aklı umutlarını IŞİD barbarlığının başarısına tahvil etmişti. Lakin çağın insanlık karşıtı karanlığı, Kobani ‘de insanlığın aydınlık yüzü Kürt gençlerinin karşısında hezimete uğramıştı. Beklenmedik bu durum karşısında dünya kamuoyunda ortaya çıkan hayranlık ve Rojava Devrimi’nin doğuyor olması Erdoğan rejimini panikletmişti. Kobani ‘de IŞİD yenilmiş, içeride Çözüm Süreci’yle canlanan demokratikleşme umutları Haziran Seçimlerinde ete kemiğe bürünmüş ve Erdoğan ilk tarihi yenilgisini almıştı. Alelacele IŞİD’in yarım bıraktığını tamamlama hevesiyle havadan karadan Rojava Devrimi’ni boğma kararına varmış, bunu bir strateji olarak önüne koymuştu.
İşte burada, tarihsel paralellikler devreye girer: Tıpkı Hitler’in 1941’de Sovyetler’e saldırısı gibi, bu hamle rakibin direncini küçümseme ve ideolojik körlük üzerine kuruluydu. Hitler, kışın ve partizanların gücünü ıskalamıştı; Erdoğan rejimi ise yarım asırlık Kürt direnişini ve Öcalan’ın stratejik aklını küçümsemiş, yok saymıştı. Oysa hep olduğu gibi ıskaladıkları, küçümsedikleri, yok saymaya çalıştıkları şey yarım asırlık tecrübeyle sabit bir hakikat vardı: Önderlik Kurumu! Abdullah Öcalan ve onun yoldaşları ile kadim Kürt halkı. Türk devlet geleneğini ve onu yeşil tandanslı yeni temsilini çok iyi analiz eden Öcalan, “Rojava benim kırmızı çizgimdir!” demişti. Taraflar niyetlerini karşılıklı olarak masaya açmışlardı. İpler kopmuş, Dolmabahçe’de açıklanan mutabakat Erdoğan’ın yine ayaklarının havada olduğu bir uçak söyleşisinde kadük kılınmıştı. Erdoğan meşhur kılıcını kınından çıkarmış, giyotin bıçağı gibi bir an önce Kürtlerin boynuna indirebilmenin heyecanını yaşıyordu. Oysa Kürtler çoktan beri giyotinden boyunlarını kurtarmış, tezgâhı tarihin tozlu raflarına göndermişlerdi. Öcalan’ın kırmızı çizgisinin anlamını derinden kavrayan dışarıdaki yoldaşları ve KÖH, Rojava Devrimi’ni boğmak için harekete geçecek olan devlet mekanizmasını Öz Yönetim Direnişleri ile durdurmuştu. Rojava Devrimi’ne nefes aldırıp varlığını sağlamlaştırması için büyük fedakârlıkta bulunmayı göze almıştı.
Sonuçta çarpışan iki strateji olmuş, geçen 10 yıl hangi stratejinin doğru hangisinin yanlış olduğunu Erdoğan rejiminin sıkışan bölge , dünya ve iç dengeler arasında soluğu İmralı’ da almasıyla açığa çıkmıştır. Türk devletinin inkâr temelli yaklaşımı geçen çözüm sürecinden bu güne tıpkı Napolyon’un Rusya seferi sonrası gibi, devlet ve toplum nezdinde yapısal bir çözülüşle bir hezimete dönüşmüştür: Derin yozlaşma, toplumsal erozyon ve zaferin sağlanamaması.
Yeni Barış ve Demokratik Toplum Süreci
Her iki sürecin dayandığı tarihsel bağlam farklı. Bölgesel ve dünya ölçeğinde yaşanan çok değişim var: Yıkılan yok olan rejimler, ağır darbeler alan siyasal İslamcı örgütler, Rusya-Ukrayna savaşı, Hamas’ın Aksa Tufanı katliamı, İsrail’inGazze’de soykırıma ve Katar’ınbaşkenti Doha’da füzesaldırısına kadar varan bitmek bilmez saldırganlığı, 12 günlük İsrail-ABD-İran savaşı, HTŞ’ye armağan edilen Şam… Bunlara ek olarak, 10 yılda yenilenen enerji ve ticaret nakil hatları, kayan stratejik fay hatları, değişip dönüşen yeni ittifaklar, İsrail’de Netanyahu, ABD’de Trump iktidarı…
İçeride yanlışlanmış Kürt karşıtı stratejinin yol açtığı devlet olma vasfını yitirme, derin bir yozlaşma, çözülme, toplum katında artan derin yoksullaşmaya bağlı değerler erozyonu, geleceğe dair artan umutsuzluk, siyasete karşı kaybolan inanç. Toptan bir geriye gidiş ve toparlanamama hali. KÖH karşısında bir türlü sağlanmayan zafer ve süregiden pata hali.
Şimdi içeride yeni stratejiler kuruluyor. Öcalan, Demokratik Toplum Manifestosu’yla kendi stratejisini deklare edip 27 Şubat çağrısı ile PKK’nin feshi ve silahlı mücadele stratejisinin sonlandırıldığı tarihi PKK Kongresi’ni gerçekleştirdi. Bu da yetmedi, samimiyetin ve kararlılığın göstergesi 11 Temmuz silah yakma törenini yaptı. Kürt ve Türk halklarının tarihi ittifakına olan sarsılmaz inancını bir kez daha tarihe not düştü.
Peki Devlet Bahçeli’nin konuşmaları ve çıkışları dışında Erdoğan rejiminin stratejisini bilen duyan var mı? 1 Ekim de Bahçeli’den feyz ile yapılan tokalaşma bir rol çalma mı, bir şeylere ikna olmamı? Çözüme dair kurulan iki cümle dahi duyan var mı henüz? Er zamanda anlaşılacaktır. Tokalaşma siyaseti dışında somut bir adım yok. Yok ama aslında var: Eskiden IŞİD’in sepetine doldurulan yumurtaların bu kez HTŞ ve Colani’nin küfesine yüklendiğini görüyoruz. BM ‘de hegemonik güçlerin rızasıyla duble (Erdoğan-Colani) meşruiyetin kotarılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Zaten baştan bozuk olan o yumurtalar şimdi küfede vıcık vıcık. Her bir bölgesel hareketlenme ve Suriye merkezli hakikatlerle yüz yüze gelme anında dökülüp saçıldığına tanıklık ediyoruz.
On yıl önceki Çözüm Süreci’nde iki taraf da masada elde silah bir şeyleri kuruyor, koruyor ve yıkıyordu. Bugün baş müzakereci olarak Öcalan masada kendine, vizyonuna büyük bir güvenle silahlı mücadeleyi bir strateji gereği geride bırakmış olarak oturuyor. Masada elinde barış siyaseti, demokratik müzakere kapasitesi ile diplomasi ve arkasında tarihsel toplumsal bir meşruiyet ile bulunuyor. Çağı, zamanı, bölge ve dünya siyasetini her daim ustalıkla okuyup buna göre taktik ve stratejiler geliştirmeyi başarmış Öcalan bugün de zamanın nabzını ellerinde tutuyor. Halklar adına kazanacak olan tarafta sağlamca duruyor.
Peki Erdoğan rejiminin mevcut pozisyonu için kim yeni ne söyleyebilir? Özcesi, aynı tas aynı hamam hesabı mı yapılıyor? Çoktan zamanı geçmiş iktidarını ve oligarşik organizasyonunu yaşatmanın güncellenmiş versiyonlarına tekrar mı tanıklık edeceğiz? Dereyi geçene kadar kendisini kullanışlı aparat olarak ele alan hegemonik güçler nezdinde bile siyasal ikbalinin köprüyü geçene kadar olduğunu biliyor mu? Update edilmiş yeni Osmanlı oyunlarıyla hangi vuslata varabilecektir?
Bir asırdır alışılagelen doğu-batı arasındaki denge politikasının zemini kaymıştır. On yıl öncesinin Rusya-İran ile Batı bloku çelişkilerinden faydalanarak Suriye’de kaptığı bir kaç şehiri tüm sahaya yayma hevesi, değişmiş olan bölge dengeleri nedeniyle çoktan tarih olmuştur. Çarşıya pirince giderken evde ki bulgurdan olmamak için Kürtlerin 27 Şubat ta uzattığı el bir fırsattır.
2012-2015 Çözüm sürecini yıkarak içerde diktatöryal bir rejim inşa etmek üzere ihtiyaç duyduğu savaş fırsatçılığının tüm yapısal nedenlerini Öcalan ve KÖH ortadan kaldırmıştır. CHP ye yönelik geliştirilen konsept kendisine bunu sağlayacak çaptan uzaktır. Dolayısıyla CHP ve MHP’yi teslim alıp kendine koltuk değneği yapmakta kanımızca tarihsel seyrin gücü karşında hükümsüz kalacaktır. Rojava özelinde dile gelen kılıç-kalkanlı Osmanlı naralarının sahada kaybedilenin masada korunmak istenmesi olduğu aşikardır.
Sonuçta bugün on yıl öncesine göre her açıdan daha sağlam duran kırmızı çizgi yine Rojava ‘dır. Bugünkü konjonktürel şartlarda imhası ne kadar mümkün ve gerçekçidir? Uzatılan Kürt elini tutup geleceği demokratik temelde yeniden, birlikte kurmak ne kadar zor ve uzaktır? Tarihsel deneyimler bize gösteriyorki, halkların demokratik iradesine yaslanan stratejiler kalıcıdır; hegemonik, işgalci stratejiler ise kaçınılmaz biçimde hezimetle sonuçlanır. Yine bir tarihi kırılma anında akışın ne yönde olacağını rejimin inisiyatifine bırakmayacak olan halkların örgütlü barış istenci olacaktır.