Toplumların varlığı, dillerinde ve iletişim biçimlerinde saklıdır. Her kelime ve cümle, insanlar arasında ya bir bağ kurar ya da bir bağ koparır. Bir milletin sesi, onun kimliğini ve kültürel mirasını yansıtır. Ancak bu ses, nefreti ve düşmanlığı barındırıyorsa, o zaman barış ve uzlaşı ortamları giderek daralır ve çatışmaların çıkmaza girmesi kaçınılmaz hale gelir.
Son zamanlarda Türk basınında gözlemlenen ve her gün yükselen zehirli dilden bahsediyorum. Bazı medya organları, sadece bir toplumun varlığını inkâr etmekle kalmayıp, aynı zamanda onları hedef göstermekte, barışın yerini düşmanlığa bırakmaktadır. Her gün yayımlanan haberler ve yorumlar, milliyetçilik ve düşmanlık duygularını körükleyerek Kürt halkına karşı bir düşmanlık atmosferi yaratmakta. Bu durum, sadece Kürtler için değil, tüm toplumu derinden etkileyen bir mesele haline gelmektedir.
Kürt sorunu, silaha indirgenemeyecek kadar derin, bir halkın varoluş mücadelesi kadar kutsal bir meseledir. Bu, yalnızca siyasi bir sorun değil; aynı zamanda dilin, kültürün, tarihin ve insan olmanın onuruyla ilgili bir meseledir. Oysa Türk basını, bu gerçeği görmek yerine, meseleyi basitleştirerek bir ‘terör’ kavramı etrafında döndürmeyi tercih ediyor. Bu söylem, sorunun çözümüne katkı sunmak yerine, yangını daha da körüklüyor.
Bir özel savaş aparatına dönüşen Türk medyasının kullandığı dil, çözüm ile gerçekler arasında bir kopma yaşanmasına yol açıyor. Kürt halkının meşru talepleri ve tarihsel mücadelesi ‘terör’ kavramı çerçevesinde daraltılarak hem gerçeklerin çarpıtılmasına sebep olmakta hem de çözümün önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Özellikle, Abdullah Öcalan’ı ‘terörist başı’ kavramıyla stigmatize etmek, yalnızca bireysel bir saldırı değil, aynı zamanda bir halkın iradesine ve kimliğine yönelik bir hakarettir.
Bu bağlamda, Abdullah Öcalan’a yönelik kullanılan dil ve göndermeler, kime hizmet etmektedir? Bu tür söylemlerin temel motivasyonu, sadece devletin resmi ideolojisinin bir yansıması değil, aynı zamanda milyonlarca Kürdü yok saymanın ve bir halkın önderini kriminalize etmenin aracıdır. Ancak bu dil, Kürt sorununun çözümünün inşasını imkansız kılıyor. Çünkü çözüm, önce hakikati kabul etmekle başlar. Bir halkın önderine yönelik bu türden bir söylem, yalnızca nefret ve düşmanlık yaratır; onurlu bir barış ve diyalogun kapılarını ise dinamitler.
Öcalan, Kürt halkı için sadece bir önder değil, aynı zamanda bir umut ve direniş sembolüdür. Onun barış ve demokrasi üzerine yaptığı vurgular, sadece Kürtlere değil, tüm dünya için bir çözüm yoludur. Ancak, bu vurgulara kulak tıkayan Türk basını hem kendi halkını yanıltmakta hem de çözüme yönelik atılacak adımları engellemektedir. Milyonların gönlünde yer eden bir önderi ‘terörist başı’ olarak damgalamak, sadece bir halkın iradesini değil, aynı zamanda daha geniş bir gerçekliği göz ardı etmektir.
Gerçek bir çözüm arayışı, öncelikle kullanılan dilin değiştirilmesi ile mümkündür. Türk basınının bu söylemde ısrar etmesi, çözüme hizmet etmek bir yana, çatışmaları teşvik etmeye devam eder. Barış, birbirini anlama ve kabul etme süreci ile mümkün olabilir. Bir halkın mücadelesini ve önderini kriminalize eden bir dil, asla barışın kapılarını açamaz.
Kürt halkına ve önderine yönelik zehirli söylemler toplumsal barışa büyük ölçüde engel teşkil ederken, samimiyeti sorgulatıyor ve inançsızlık zerk ediyor. Gerçek bir diyalog ortamının oluşabilmesi için, nefret yerine anlayışı, hakaret yerine iletişimi teşvik eden bir dilin geliştirilmesi şarttır. Bu nedenle, çözüm arayanların ilk adımı, bu zehirli söylemleri sona erdirmek olmalıdır. Türk devleti ve basını, Kürt halkına ve onun önderine yönelik inşa ettiği ‘terör’ dilini terk etmesi gerektiğini anlamalıdır. Aksi halde, barış ve çözüm kavramları kulağa hoş gelen bir retorik olarak kalmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir.