Türkiye önemli bir süreçle karşı karşıya. Bu sürece uygun zihinsel değişim ve dönüşümlerin de yaşanması gerekecektir. Değişimin gerçeklik kazanması için de paradigmanın değişmesi gerekecektir. Siyasette olduğu gibi toplum ve bireyler olarak da paradigma değiştirmek elbette kolay değildir. Çünkü değişiminin ima ettiği zihinsel sıçrama, daha önce sahip olunan kimi ezberleri bozma cesaretini gerektirir.
Sorgulamak; düşünme yeteneği olan beyinlere has bir özelliktir. Eski veri tabanlarıyla yenilenmek mümkün değildir. Bazen eskileri atmak, beynimize format atmak, akıl ve mantıkta bir dönüşüm, bir sıçrama yapmak gerekir. Yoksa zihinsel gevişin ötesine geçemeyiz..
Kimi olayları değerlendirirken bakış açımızı, paradigmanızı yani zihin haritamızı değiştirmeden gerçeği yakalayamaz ve yanılırız. Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.
Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurgulayan Einstein; “Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz” der.
*
Günü kurtarmanın peşinde olanlar geleceği kuramazlar. Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek demokratik bir devlet ve toplum oluşturmak imkansızdır. Gerçek bir demokrasi ve onun iradesi, geçmişle yüzleşme iradesidir aynı zamanda. Yüzleşmeye dayalı olmayan bir değişim sınırlı, yüzeysel ve biçimseldir. Toplumun demokratik bilincinin köklü değişim ve atılımına yol açamayacağı için yatıştırıcı ve uyuşturucudur. Toplumsal bilincin köklü demokratik dönüşümünü, demokratik bilincin atılımını toplumsal özgüvenin gelişimini ve adalet talebini ancak yüzleşme ve hesaplaşma bütünlüğü sağlayabilir.
Geçmişin değerleri ve metotlar yetersiz kaldığında, yeni değerler yaratmak, hayatın tıkandığı noktalarda yeni yöntemler geliştirmek gerekir.
Yeni tanımlar, anlamlar, yeni roller ve hamleler zamanıdır. Mevlana’nın dediği gibi; “.Dünle beraber gitti cancağızım; / Ne kadar söz varsa düne ait, / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
*
İnsani, bulunduğu grubun bir üyesi konumuna getiren bağların en önemli işlevi, ne yazık ki çoğu kez kişiye yapay bir güven kazandırmanın ötesine geçemiyor. Kendisine sunulanı irdelemekten, sorgulamaktan yoksun bireylerden oluşan toplumların varacağı bir yer yoktur. Bu tür bir yapı hem tek tek bireylerin (aslında birey olmamış, özne olmamış demek gerekir) ve toplumların tarihi felaketler tablosundan ibarettir.
Tarihle yüzleşmek tek taraflı bir edim değildir. Her taraf eteğindeki taşları ortaya döktüğünde gerçek mecrasını bulabilir ancak. Geçmişi yanlış bilirsek, geleceği de yanlış kurarız.
Olayları sağlıklı bir şekilde değerlendirmek ve kaydetmek ibret almak, hatalarımızdan dönmek ve hayattan af dilemek için elimizde yeterince malzememiz var.
Aynaya baktığında kılıf bulmadan, mazeret üretmeden, dürüstlüğünü ortaya koruyabilenler kötülük üretenlere karşı direnmek gerektiğini de bilenlerdir.
“Peşinden gidebilecek kadar cesaretiniz varsa, bütün rüyalarınız gerçek olabilir” diyen W. Disney’in sözünü, hayal sahnesinde var ettiğiniz, yaşamlarınızın her bir döngüsüne kazıdığınızda, rüyalarınızı gerçeğe dönüştürmek için önemli bir adım atmış olduğunuzu fark edeceğiz.
Önyargılardan, şablonlardan kurtulabilmenin ön koşulu olan biteni çarpıtmamaktır. Bu da ancak zihin haritasının koordinatlarını değiştirmekle mümkündür. Toplumda her etkiye karşı bir tepki oluşur. Bu doğa yasasıdır. Kimi olayları değerlendirirken bakış açımızı, zihin haritamızı değiştirmeden gerçeği yakalayamaz ve yanılırız.
Zihin haritamızdaki olumsuz imajları olumluya, kökleşmiş saplantıları anlayışa, düşmanlıkları dostluğa çevirecek bir akla ihtiyaç var.