20. yüzyılla birlikte gelişen ulus-devletçilik hareketleri, özünde oryantalist düşüncenin ajan kurumları niteliğindeydi. Ulus-devlet kurucuları, çokça iddia ettikleri gibi bağımsızlıkçı düşünceye sahip değildiler, olamazlardı da. Sol düşünce de dâhil, 20. yüzyılın bütün düşünce formları, Ortadoğu’da oryantalizmin damgasını taşımaktaydı
Kapitalist Modernite, küresel çapta olduğu gibi Ortadoğu’ya da öncelikle hegemonik zihniyetle giriş yaptı. Oryantalizm denilen zihniyet hegemonyacılığı, yüzyıllar öncesine dayanır. Belki de Greko-Romen kültür yayılmacılığına kadar uzanır. Ortaçağ Haçlı Seferleri, ağırlıklı olarak zihniyet savaşlarıydı. Fakat asıl düşünce fethi, Kapitalist Modernitenin yükselişiyle gelişti. Unutmamak gerekir ki Batı Avrupa’nın yükselişine yol açan temel öğe, hâkikat bilincindeki üstünlüktür. Doğu tecrübesini kendi somut koşullarına uyarlamanın bunda belirleyici payı vardır. Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma Çağları, Batı Avrupa’nın hâkikat algısını dünya çapında üstün kıldı. Kendisini çözümlediği oranda dünyayı özellikle Ortadoğu’yu da çözümledi. Kapitalizm, yeni doğmakta olan birçok olumlu gelişmeyi sahiplendiği gibi hâkikat algısı üzerinde de tekel kurdu. 19. yüzyıl başlarına gelindiğinde Avrupa, hâkikat algısı üzerinde çoktan tekelini kurmuştu.
Ortadoğu’ya da hâkikat algısındaki üstünlükle giriş yaptı. Öncelikle misyonerler, bölgenin yeniden keşfini başlattılar. Daha sonra gezginler ve bilimsel araştırmacıların bölge hakkındaki algılamaları, oryantalizm olarak bir düşünce ekolüne dönüştü. Oryantalizm, Batı Avrupa Uygarlığının zihniyet hegemonyası demektir. 19. yüzyıldan itibaren doğu, zihniyet bağımsızlığını giderek yitirdi. Oryantalist düşünceler egemen kılındı. Doğulu aydınlar ve elitler de oryantalist düşüncenin egemenliğine girdi. Milliyetçilik başta olmak üzere liberalizmin tüm düşünce versiyonları, doğu zihniyetini istila etti. Yeni İslâmcı ve diğer dinî düşünce hareketleri bile oryantalist kalıplar üzerinde gelişti.
20. yüzyılla birlikte gelişen ulus-devletçilik hareketleri, özünde oryantalist düşüncenin ajan kurumları niteliğindeydi. Ulus-devlet kurucuları, çokça iddia ettikleri gibi bağımsızlıkçı düşünceye sahip değildiler, olamazlardı da. Sol düşünce de dâhil 20. yüzyılın bütün düşünce formları, Ortadoğu’da oryantalizmin damgasını taşımaktaydı. Sosyal bilim adına bölgeye uyarlanan düşüncelere her ne kadar evrensel bilim hâkikatleri dense de hepsi özünde oryantalistti. Oryantalizm, gücünü elbette eski zihniyet kalıplarına göre hâkikate çok daha yakın olmasından almaktadır. Oryantalizmi eleştirenlerin düşüncelerindeki hâkikat payı, oryantalistlerinkine göre zayıf olduğu için başarılı olamıyorlardı. Aynı şey, oryantalist iktidar elitleri için de söylenebilir. Oryantalist iktidar elitleri, örneğin Jön Türkler, İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi elitler, güçlerini eski zihniyetlere göre daha güçlü olan oryantalist zihniyetlerinden alıyorlardı. Bu durum onların hem Meşrutiyet hem de Cumhuriyet dönemindeki iktidar savaşımından başarılı çıkmalarının temel nedenidir. Türk milliyetçiliğinin arkasındaki güç kaynağının, Batı oryantalizmi olduğunu iyi bilmek gerekir. İktidar elitlerinin kıblelerini çoktan Mekke’den Paris’e doğru çevirmelerinin nedeni, oryantalist düşüncenin kendilerinde yol açtığı güçlenme ve başarıydı. Ulus-devlet inşalarıyla oryantalist düşünce zirveye yerleşti. Diğer tüm zihniyetler üzerinde tekel kurdu. Oryantalizm sadece ideolojik alanda değil sanat alanında de tekelini kurdu. Geleneksel ahlâkı çözerek Batı’nın etik kalıplarının hâkimiyetine yol açtı.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu’da da zihniyet tekelleri aşınmaya başladı. 1968’lerdeki Kültürel Devrim, Oryantalizm tekelinde gedikler açmaya başladı. Bu dönem, liberal ideolojinin ve pozitivist bilimciliğin üstünlüğünü yitirmeye başladığı yıllardı. 1990’da reel sosyalizmin hızlanan çözülüşü, liberal pozitivist düşüncenin egemenliğini daha da sarstı. Özellikle Sosyal Bilimcilik büyük yara aldı. Kapitalist Modernitenin zihniyet tekeli, ilk ciddi sarsıntıyı yaşadı. Postmodern denen birçok akım ortaya çıktı. Feminizm, Ekoloji, Kültüralizm ve yeni sol düşünce ekolleri gelişti. 1970’lerde derinleşen kapitalizmin yapısal bunalımı, zihniyet bunalımıyla birlikte yaşandı. Bu, gittikçe derinleşen bir bunalımdı. Eski düşünce tekeli, bir daha kurulamazcasına yıkıldı. Liberal ideolojinin bir varyantı olan oryantalizm de bu yıkılıştan payını aldı. Doğu hakkındaki düşünce egemenliği parçalandı. Başta Gordon Childe, Samuel Krammer ve Andre Gunder Frank olmak üzere, Ortadoğu’nun Merkezî Uygarlık Sistemi olarak rolünü açığa çıkaran çok sayıda düşünür, düşünce devrimine önemli katkıda bulundu. Kapitalist Modernitenin sınırlarını ve Doğu’nun Merkezî Uygarlık Sistemlerine bağlı gelişimini ortaya koydukça gerçek bir düşünce Rönesans’ı yaşandı. Gittikçe derinleşen ve genişleyen halkalar halinde geliştirmeye çalıştığımız Demokratik Siyaset ve Demokratik Modernite hakkındaki düşüncelerimiz, farkında olmadan bu düşünce insanlarının düşüncelerini tamamlayıcı nitelikte oldu. Merkezi uygarlık sisteminin doğuşundan Batı Avrupa’da Kapitalist Modernitenin yükselişindeki rolüne kadar yapılan değerlendirmeler, ana hatlarıyla doğruydu. Liberal ve oryantalist zihniyete karşı tüm bu devrimci düşünce etkenlerinin birleşik etkisi, 1990’lardan itibaren hızlanan bir zihniyet devrimine yol açmıştı. Bu zihniyet devrimlerinin de sınırlı bir etkisi olmakla birlikte, ağırlıklı yönü bağımsızca geliştirilen düşünce evrimi ve devrimi niteliğindeydi. Ortadoğu’da liberalizmin hem merkez hem de sağ ve sol mezheplerinin etkisinden kurtulmuş ve oryantalizmi aşmış zihniyet devrimi, büyük önem taşır. Unutmamak gerekir ki, zihniyet devrimi yaşanmadan hiçbir kalıcı toplumsal devrim yaşanamaz.
Tekrarlamak yerine pratikleştirmenin önemini vurgulamam gerekir. En değerli, yani hâkikat payı çok güçlü olan düşünceler bile uygulanmadıkça anlam ifade etmezler. Bütün dünya, yanlış veya hâkikat payı zayıf olan düşüncede birleşse dahi, bir kişi bile temsil etse, hâkikat payı daha üstün olan bir düşünceyi hepsine karşı başarıyla savunabilir ve sonuçta bu düşüncenin zaferini sağlayabilir. İnsanlık tarihi, bunun örnekleriyle doludur. Buna yol açan, hâkikatlerin her zaman galebe çalan gücüdür. Hâkikati ifade eden düşünceler bastırılabilir, cezalandırılabilir ama asla yenilgiye uğratılamaz. Başlangıçta hâkikat payı çok sınırlı olan düşüncelerle pratiğe başlamıştık. Dürüstçe pratiği geliştirdikçe düşüncedeki hâkikat payını arttırdık. Hâkikat payı artmış düşüncelerle pratiğe yöneldikçe daha başarılı pratiklerin yaşanması kaçınılmaz oldu. Çıkarılması gereken temel sonuç, daha büyük hâkikatin ve bu hâkikatlerin yol açtığı büyük yaşamsal eylemlerin gerektiğinde tek bir sözle başladığıdır. Söze dürüstçe bağlılık ve yaşamla bütünleştirme çabasından vazgeçilmedikçe, hâkikatin büyümesi ve toplumda kendini özgür yaşamın zaferi gibi sunması kaçınılmazdır. Toplumlar âdeta suya hasret topraklar gibi hâkikate susamış olgulardır. Bu hasret giderildikçe, toprağın yeşermesi gibi toplumlar da özgür ve demokratik yaşamla tanışırlar.
Kapitalist Modernite, ortaçağ boyunca kilisenin elinde tuttuğu zihniyet egemenliğini, laiklik yanlısı üniversite kurumları vasıtasıyla kırdı. Üniversiteler üzerinde kurduğu tekel ile Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma çağının bilimsel, felsefi ve sanatsal kazanımlarını kendisine mal etti. 19. Yüzyıl, bu bakımdan kapitalizmin bilim, felsefe ve sanat üzerindeki egemenliğinin kesinleştiği yüzyıldır. 20. yüzyılın sonlarında sistemin genel yapılanmasındaki bunalım ve çözülmelere uygun olarak, yaklaşık iki yüz yıl süren bu egemenliğin kendisinde de bunalım ve çözülmeler yaşandı. Felsefe, uygulamalı bilimsel teknikler karşısında eski önemini yitirmiş, bilimin kendisi sayısı bilinmeyen araştırma tekniklerine dönüşmüş; sanat ise, Klasik çağdan sonra ekol değerini yitirerek yığın endüstrisi halinde kaba bir metaya indirgenmişti.
Sonuçta kapitalizmin, ulus-devletçiliğin ve endüstriyalizmin basit çıkar araçları haline gelmişlerdi. Böylece esas işlevleri olan hâkikati araştırma ve ifade etme yeteneklerini kaybetmişlerdi. Bilim, felsefe ve sanatın bunalımıyla kastedilen, bu hâkikati araştırma ve ifade etme yeteneklerinin kaybıydı. Ortadoğu’da benzer süreç, 12. yüzyılda İslâm medrese dogmatizminin felsefe, bilim ve sanat karşısında egemenlik kazanmasıyla yaşanmıştı. Batı’da bilim, felsefe ve sanatta yaşanan bunalım, Ortadoğu’da oryantalizmin gözden düşmesiyle anlam buldu. Bu yönüyle olumlu bir gelişmeydi ama alternatif zihniyet devrimini gerçekleştiremediği için riskler taşımaktaydı. Bölgede Batı’nın hegemonik zihniyetine, sanat ve yaşam tarzına karşı sınırlı bazı gelişmeler ortaya çıkmasına rağmen, köklü bir devrim yaşanmamıştır. Her alanda olduğu gibi bu alanda da bunalım, devam etmektedir. Ortadoğu, bu bunalımın doğurduğu riskleri, fırsata dönüştürebilir. Bunun için Demokratik Modernitenin Demokratik Ulus, Komünal Piyasa Ekonomisi ve Ekolojik Endüstri unsurlarına ilham ve yön veren, kendi tarihsel ve kültürel temellerine uygun olan felsefe, bilim ve sanat devrimini gerçekleştirebilir. Diğer anlamda Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma Çağlarını iç içe ve yoğunca yani devrimci tarzda gerçekleştirip yaşamsallaştırabilir. Bu doğrultuda Batı’yı taklit etmesine gerek yoktur. Evrensel kazanımlar paylaşılmakla birlikte, esas olan kendi mekânsal ve tarihsel yaratıcılığını sergilemek ve kendi öz devrimini gerçekleştirmektir.
Demokratik Modernite kuram ve kavramlarına uygun olarak geliştirilen Kürdistan Devrimi’nin bir şansı da Kapitalist Modernitenin yaşadığı zihniyet ve yaşam tarzındaki bunalım döneminde gerçekleşmekte oluşudur. Fransız ve Rus Devrimleri başta olmak üzere, 19. ve 20. yüzyıldaki devrimlerin büyük kısmı, Kapitalist Modernitenin zihniyet ve yaşam tarzını aşamayan devrimlerdi. Soylu çabalarına ve alternatif olma hayallerine rağmen başarıları sınırlı oldu. Şüphesiz geriye değerli bir miras, halen yaşayan hâkikat payı yüksek zihniyet kazanımları ve etik-estetik yaşam değerleri bırakmışlardır. Kürdistan Devrimi, bu değerli zihniyet ve yaşam kazanımlarını kendi öz pratiğinde birleştirerek şansını çok iyi değerlendirebilir. Kapitalist Modernitenin tuzak yüklü, hâkikati yutan ve çılgın tüketim canavarları haline getirdiği bireyciliğe ve bireyciliği doğuran azami kârcılık, ulus-devletçilik ve endüstricilik unsurlarına karşı Demokratik Ulus, Komünal Ekonomi ve Ekolojik Endüstrinin iç içe inşa edilmesinin toplumsal yaşam tarzına dönüştürülmesiyle gerçekleştirilecek demokratik ve sosyalist bireyi yaşamsallaştırabilir. Kendi zihniyet, etik, estetik devrimini alabildiğine derinleştirip bireye mal ederek Ortadoğu halklarına taşırabilir. Ortadoğu’nun her zaman bütünsellik ve evrensellik arz eden tarihsel kültürüne, kendi öz devrimiyle önemli katkıda bulunabilir. Bunun için yaşamın kendisini ve her alanını bir okul olarak değerlendirebilir.
Her şeyini yitirmiş halklar ve bireylerin olumlu anlamda bir şansı da devrimsel değerleri, özgür, etik ve estetik yüklü yaşamları susamışçasına benimsemeleri ve özümsemeleridir. Varsın Kapitalist Modernitenin kusmukları bize bulaşmasın. İyi ki ya bulaşmamış ya da çok az bulaşmıştır. Daha görkemli olanı, kendi toplumsal doğamıza ve bireysel etkinliğimize uygun Demokratik Modernite değerlerini, onun Demokratik Ulus, Komünal Ekonomik ve Ekolojik yaşam tarzını, bunun bilimini, felsefesini ve sanatını özgürce, eşitçe ve demokratikçe paylaşmak ve topluma mal etmektir.