Doğrusu resmi tarihi deşmek Pandora’nın kutusunu açmak gibi bir şey. Kısaca açıklayacak olursak, içine kötülüklerin doldurulduğu, açılmaması gereken kutu.
Prometheus, ateşi çalıp insanlığa vermiştir. Bilindiği gibi Kafkas dağlarında zincirlenerek ebediyen cezalandırılır. Görevli kartal tarafından her gün ciğerinden bir parça kopartılarak cezalandırılır. Herkül kurtarır onu. Ama ayağındaki zincir hep kalır.
Öte yandan insanlığın da cezalandırılması gerekmektedir. Bu da, çamurdan yaratılan kadın Pandora ile sağlanır. İçine kötülüklerin doldurulduğu bu kutuyu Prometheus’un kardeşine götürür ve orada kutuyu açar. Ve her türden kötülükler ortalığı kaplar.
İnsanın içinde kötülüğün ve iyiliğin bir arada yer alması doğuştan gelme bir özellik. İnsanı insan yapan kendi yaptığı seçim. Kendi iradesi. Kendi kendinin yargıcı olması.
Herhalde kendi kendinin yargıcı olamayanın, yargı erki ile donatılması kötülüğün geçici de olsa zaferini sağlayan en önemli etkenlerden biri.
Ve ayna en önemli yargıçlardan biri. Yargıçlar da dahil, son yargıdan kaçmak mümkün değil. İnsanlığın son yargısından.
Pandora’nın kutusu açıldı, ortalığı kötülüğün her boyutu kapladı. İnsanlık zaman zaman zaaf gösterse, kötülüklere teslim olsa da, her zaman onlarla mücadele edecek potansiyeli de içinde taşıdı. Gelecek için umut veren de bu zaten.
Kimliğini yitirenin, kimliğe tepki duymasından, boyun eğenin dik durana tepki duymasından daha doğal ne olabilir? Aslında bu kendine karşı duyduğu tepkinin yansımasından başka ne? “Öz” olduğunu iddia eden, aslında kendi özünden şüphe duyduğunu ifade etmiyor mu bir biçimde?
Karma özelliklere, niteliklere sahip olan bir coğrafyada “öz” olduğunu iddia etmek, bu kimliği tekleştirmeye ve tek bir kimliğe mahkum etmek, yoksullaşmak ve zavallılaşmaktan başka ne anlama gelebilir.
İstanbullu bir Rum genciydi Neoklis Sarris, despotluğa yönelen DP yönetimine karşı yükselen 58 gençliğinin bir parçasıydı.
Sadece 68, 78 gençliği mi var sanıyorsunuz! Ondan önce de 48, 38, 28, hatta 18 gençliği vardı. Türkiye’nin her 10 yılda bir tekrarlanan sarmalının kahramanı hem de kurbanı olan kuşaklar!
48 gençliğinin mücadele ettiği CHP, on yıl sonra DP tiranlığına karşı yükselen 58 gençliğinin umudu olmuştu. Genç Neoklis de onların içindeydi, 28 Nisan özgürlük gösterilerinin bir parçasıydı. Hatta CHP gençlik kolları üyesi olmuştu. İnönü ile resmi bile vardı.
28 Şubat yargısı onu hedef yapacaktı, “Pontos Kültürü”adlı kitaba yazdığı önsözden dolayı, Ömer Asan ve Ayşe Nur Zarakolu DGM’de yargılanacaktı. Ve bu ANZ’nin son mahkemesi olacaktı.
Ne kadar mutluyum, Atina’da onunla tanıştığıma, evinde misafiri olduğuma Profesör Sarris’in. Kapım açık demişti 1980 sonrası cuntadan kaçanlara. Türkiye’deki despotluğa karşı öfke ile doluydu. Ama resmi basında bu, Sarris Türkiye’ye kin kustu diye yansıtılıyordu. (Hürriyet dahil resmi basın da tarümar oldu ya, yükselen yeni despotluk ile. Dilipak’ı bile isyan ettirdiler ya sonunda!)
Sarris ailesinin Türkiye eliti ile yakın bağı olduğu anlaşılıyor. Annesi, Atatürk’ün boşandığı eşi Latife hanım ile arkadaştı ve Falih Rıfkı Atay’ın eşi (İngiliz edebiyatı profesörü, Murat Belge’nin hocası, Mina Urgan’ın annesi. Halide Edip de Mina’nın hocasıydı, Cahit Irgat’ın eşiydi deyip, sinsileyi tamamlayalım!) ile de.
Onlar bir yandan sohbet edip kağıt oynarken, (Allah bilir ayaklarının arasında bizim küçük Neoklis ile Mina dolanıyorlardı), Latife Hanım’la elbette boşandığı eşine ilişkin soruların olması doğal. Latife Hanım bir gün eşine sorar, “Gazi Paşa, bu haydutlarla nasıl her gün içki masasına oturuyorsun?” diye.
O da şöyle der: “Öyle deme Latife, onlara çok şey borçluyum!” Bunlardan biri de, diğer 3 Ali’ler gibi, bugün adını çok az kimsenin hatırladığı “Antep Kahramanı”, Kerküklü jandarma Ali Saip Ursavaş gibi, “Olağanüstü hukuk” uygulamalarının öncüsü ünlü İstiklal Mahkemeleri’nin yargıçları idi. Hukuğun saygınlığı adına “sözde” yargıçlar diyelim onlara. Ursavaş’ın ve Atatürk’e yönelik 1935 suikast girişimi davası konusunu da bir başka yazıda ele alıp, özyargıçlar mevzuunu kapatalım. Şimdilik.
Evet, Mim Kemal’i kendi ile eş görüp, TC’nin omurgasını “müminleştiren” RTE de “bağzı” hakimlere çok şey borçlu