Geçen hafta paylaştığım yazımı sizler okurken, Biz Çağlayan Adliyesi’nde HDK operasyonu doğrultusunda evlerinden alınan arkadaşlarımızın mahkemesindeydik. Arkadaşlarımız gece 2.30’da sorgulandılar. Aslı astarı olmayan gerekçeler sorularla ispatlanmaya çalışıldı. Aralarında gazetecilerin de olduğu, 30 arkadaşımız o gün tutuklandı. Tutuklananların dışında olan arkadaşlarımıza ise ev hapsi, imza zorunluluğu ile adli takip kararı verildi. Geçen hafta siyasi bir operasyon yaşarken aynı anda TBMM’ye iklim yasası teklifi sunuldu. Siyasi iktidarın hazırladığı iklim yasası bu hafta çevre komisyonuna getirildi. Teklif büyük olasılıkla önümüzdeki hafta salı günü genel kurula getirilip yasal hale getirilecek.
Türkiye’de yoksulluğu halkların büyük kısmı yaşarken siyasi iktidar ardı ardına siyasi olayları gündeme sokup yaşamakta olduğumuz her yıkımı birbirinin üstünü örtecek şekilde yaşama geçirmeye, varlığını sürdürmeye çalışıyor. Sadece çalışmakla kalmıyor sömürü ve saldırı sistematiğini baş döndürecek hızla sürdürüyor. Her birimiz ne yöne bakıp kendimize yöneltilen, yaşamak zorunda bırakılacağımız kararlardan birini izlerken, yaşarken, karşısında olmak için çabalarken diğeri bizi çoktan içine alıp yıkım sürecini örmüş oluyor. Yaşadığımız hangi olaylar hangisinin ya da nelerin üstünü örtüyor, çok izlemek çok bilmek mümkün olmuyor. Hangi saldırı mekanizması hangisinin üstünü örtüyor bilmek mümkün değil. Her bir siyasi saldırı bir diğerini kapatarak siyasi iktidarın kendini var etme çabalarını, oluşturdukları kapitalist, faşist rejimi beslemeye devam ediyor. Güçlerine güç, sermayelerine sermaye katarak onlar var olurken bizler ise yarının ne olacağını bilmediğimiz bir süreç yaşıyoruz. Her geçen gün daha hızla sürecin içinde sürükleniyoruz.
TBMM’de Çevre Komisyonu’na katılan DEM Parti vekilleri, ekoloji hareketlerinden gelen arkadaşlarımız yasa ile ilgili endişelerini, bu yasanın neden yapılmaması gerektiğini, nasıl bir yasa yapılması gerektiğini anlattılar. Her biri birbirini tamamlayan yasa tasarısının sakıncalarını belirtirken toplantı süresinin kısıtlılığı, politik perspektiflerde farklılıkların sonuçları sözlere, değerlendirmelere yansıdı. En önemli yanı bu yasanın kapitalizmin ve siyasi iktidarın politik hedeflerini açığa çıkaran değerlendirmeler ve siyasi çabalardı. Yasa tasarısını işlerliğini yitirdikleri TBMM’den geçirecekler. Komisyonda katılımcılık ilkesinin, demokratik eğilimleri yerine getirerek bunu yapmış olacaklar.
Bu yasa tasarısı kapitalist sisteme sistemin yapılandırılmasına güç verecek bir siyasi çaba.
Yasa tasarısı ile suya, su havzalarına müdahalenin, ticarileştirme süreçlerinin önünü açacaklarını açıkça belirtiyorlar. Bunu yaparken gerekçelerinin arasına afetler ve iklim krizi ile çözüm hedefi iddiasını sıkıştırıyorlar. Tasarıda bir yandan yeni sermaye alanlarına işaret ediyorlar diğer yandan bunu “suyun etkin yönetimine ve geleneksel olmayan su kaynaklarının kullanımını artırmaya, doğa temelli çözümlerin yaygınlaştırılmasına ilişkin planlamalar yapmaya, sürdürülebilir ekosistem yönetimi için tedbirler almaya, tüm alanlarda arazi tahribatının dengelenmesinin sağlanmasına ve afetlere yönelik erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesine ilişkin yükümlülüklerin yerine getirilmesi” iddiası iklim krizine çözüm stratejisi ve yapılandırması olarak sunuyorlar. Hatırlayacağınız gibi BM 1992 Dublin Su ve Çevre Konferansı’nda suyun su havzalarının bütünleşik olarak sermaye birikim süreçlerine sokulmasının deklarasyonlarında olduğu gibi. Dublin Deklarasyonu’nun ulusal kararlara yedirilmesi ve yasallaştırılarak AB yeşil fonlarına uyumluluk gereği ile.
Ulusal ölçekte YİDEP adı altında eylem planları yapacaklarını, bunları ilerde de yaygınlaştıracaklarını, İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu’nu kuracaklarını belirterek idari olarak yapılandırılmalarını “yasa”laştırmaya çalışıyorlar.
Tüm bunları yaparken bu işin yatırımın yasal alt yapısı olduğunu gizlemiyorlar. Bu yasanın yeşil yatırımları destekleyeceklerini, uluslararası finans akışlarını hızlandıracağını yasa teklifi hedeflerinde açıkça belirtiyorlar. Kuracakları Emisyon Ticaret Sistemi ile oluşturacakları Türkiye Yeşil Taksonomisi ile sermaye sistemine, enerji, maden, inşaat, su, tarım şirketlerini, temiz teknoloji araçlarının kullanımını destekleyeceklerini ve teşvik vereceklerini de.
Kopenhag kararları ile oluşturulan karbon borsasına yeni sermaye yenilerini eklemişler gönüllü karbon piyasaları ve denkleştirme sisteminin hayata geçirilmesi gibi.
İdari yapılandırmalarına enstitü ile araştırma ve uygulama merkezlerinin kurulmasını da eklemişler tekliflerinde. Yıllardır TÜBİTAK ve üniversitelerden kendilerine yandaş görüş veren “bilim” insanlarının yerini kuracakları enstitü ile sömürü ve metalaştırma süreçlerini “bilimsel” dayanağı sağlayacaklar. Sadece yapacakları işi aklamayacaklar, kurdukları bu “araştırma” merkezleri aracılığı ile ulusal ve uluslararası standartlara yön vermeyi daha da ötesi toplumu bilinçlendirmeyi hedefliyorlar.
Bu işleri yürütecek idari yapı ise;
Bakanlıklar ve kurumlardan oluşan Karbon Piyasası Kurulu, özel sektör temsilcilerinden oluşan ve danışma niteliğinde bulunan sekretaryasını TOBB’un yaptığı Danışma Kurulu, ETS’nin kurulumu, yönetimi, tahsisat ihracı, sera gazı emisyon izni verme ve yükümlülük takibine dair işlemleri yürütecek olan Başkanlık, Piyasa gözetimini ve denetimini yapacak olan EPDK, ETS piyasasını işletecek ve teknik altyapıyı sağlayacak olan Piyasa İşletmecisi EPİAŞ’tan oluşacakmış.
Kapitalist sistemi tahkim ededursunlar, bir kez daha vurgulayalım; saldırı mekanizmalarını diledikleri kadar yasal, meşru kılsınlar, Bizler yaşamdan, emekten yana, eşit ve özgür yaşam için mücadele etmekten, toplumsal barışı kurmaktan, yan yana ve yaşamın özgürlüğü için mücadele etmekten, savunmaktan, özgür yaşamı kurmaktan vazgeçmeyeceğiz. Bizler egemen sistemin sömürü mekanizmalarının içine girmeyeceğiz, bu oyunun, düzenin parçası olmayacağız.