Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Temsilcisi Mazlum Abdi ile Şam Geçiş Hükümeti Başkanı Colani, yeni adıyla Şara arasında imzalanan 8 maddelik çerçeve anlaşma, önemli gelişmelere kapı açma potansiyeli taşıyor.
Neredeyse on beş yıllık bir iç savaştan çıkmış, nüfusun etnik ve inançsal olarak büyük ölçüde bölündüğü, güvensizleştiği, önemli bir bölümünün mülteci hale geldiği Suriye halkları için yeni, tarihi bir dönemeç söz konusu.
Bu anlaşma; bir yandan Suriye Alevi toplumuna karşı katliamların gerçekleştiği, bir yandan ABD ile Avrupa ülkeleri arasında gerilimin tırmandığı, Türkiye’nin NATO ve AB nezdinde ittifak yenileme zorunluluğu doğduğu bir dönemde gündeme geldi. Kuşkusuz bu yeni uluslararası denklemde, ABD’nin zorlaması ve Türkiye’nin kendi rezervlerini sürdürme imkanının azalmasının da rolü olduğu hesaba katılabilir.
Suriye genelinde kontrolü sağlamanın çok uzağında kalan Şam’ın hakimi HTŞ, Alevi katliamlarıyla birlikte, dünya halkları nezdinde meşruiyet sorunuyla karşı karşıya kaldı. Anayasa ve seçimleri yıllar sonrasına erteleyen, Suriye’yi cihadist örgütler koalisyonu ile sadece mezhebi bir Arap İslam Cumhuriyeti yapma niyetindeki HTŞ, bu meşruiyet krizi altında Kuzey Doğu Suriye’yi kontrol eden SDG ile bir anlaşma yapmak zorunda kaldı.
Henüz her şeyin dinamik bir oluş halinde bulunduğu, hiçbir gücün belirgin ve tartışmasız egemenlik sağlamadığı koşullarda kesin yargılara varılmamalıdır. Ancak, sekiz maddelik bu çerçeve anlaşmanın, bugünkü Suriye açısından olumlu dönüşümlerin habercisi olduğunu düşünebiliriz.
Anlaşma metninde, “farklı etnik ve dini kimliklerine bakılmadan tüm Suriyelilerin siyasi süreç ve devlet kurumlarındaki temsil ve katılımının garanti altına alındığı” ifadesiyle, siyasi çeşitliliği tanımayı vadediyor. Özel vurgu ise Kürt toplumunun ‘Yeni Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olarak tarif edilmesi ve Anayasal haklarının tanınması üzerine. Bu ifadenin hangi somut biçimlere bürüneceği ileride görülecek.
Rojava, diğer ifadeyle Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimi, iç savaş koşulları içinde de olsa, tekçilikten uzak, laik temelde katılımcı bir siyasal model geliştiriyor. SDG tarafında, önemli oranda Kürtlerden oluşuyor olsa da, Araplar, Süryaniler, Türkmenler, Ermeniler, Aleviler, Sünniler, Hristiyanlar, farklı inanç ve dillerden tüm halkları kapsayan bir yönetim biçimi inşa edildi. Bu anlaşmayla Kuzey Doğu Suriye’de uygulanan laik katılımcı modelin, Suriye’nin diğer bölgelerinde de az-çok yaşam bulması güvencesi sunuluyor.
Anlaşmada yer alan “nefret söylemi ve ayrılık çağrılarının reddedilmesi”, “Suriye’nin güvenliği ve birliğine yönelik tehditlere karşı mücadele” gibi maddeler ise farklı yorumlara neden oluyor. Ancak anlaşmanın bütünü birlikte değerlendirildiğinde; HTŞ’nin gücünün sınırlandığı, SDG’nin önemli bir kurucu unsur olarak iktidara dahil edildiği, Suriye’nin demokratik kuruluş imkanının genişlediği kabul edilmelidir.
Ayrıca Rojava bölgesi bu sürecin tayin edici ve itici gücü olacaktır. Ekonomik ve sosyal alanda da görece daha iyi olan bölgesel kaynakların demokratik katılımcı tarzda kullanımı, yeni kaynakların yaratılması, üretimin ve paylaşımın adiliyeti bakımından Rojava, Suriye geneli için önemli bir model olabilir.
Ancak, sadece bu anlaşma ile her şeyin sonuçlanmadığı, anlaşan güçlerin aynı zamanda sürekli bir mücadele içinde olacağı bellidir. Ve gelişmelerin yönünü, Suriye halklarının demokratik mücadelesi belirleyecek. HTŞ’nin tekçi, Sünni-cihatçı zihniyetten ne kadar uzaklaşıp, ne derecede değişip dönüşerek yol alacağını göreceğiz. Ancak kolay ve sorunsuz bir süreç olmayacağı kesin.
Bir yanda bölgenin mezhepçi ve tekçi egemen devletleri sürece bir şekilde müdahil olarak kendileri açısından yeni olanaklar devşirmeye ve riskleri yönetmeye çalışıyor. Aynı zamanda ABD, İsrail, Rusya, İngiltere, Fransa, İran, Türkiye ve diğer aktörlerin farklı ağırlıkta olmak üzere sürece müdahil olduğu gerçeği atlanamaz.
Ancak tarihi deneyimler, halkların en zor koşullarda bile, halkların eşitliği ve kardeşliğini esas alan, demokratik ve barışçı bir çıkış yolu bulmasının mümkün olduğunu gösteriyor. Bu yeni süreçte de Arap, Kürt ve Suriye’nin her inanç ve kültürden halklarının iradesi tayin edici olacaktır. Dış aktörler, çıkarlarına uygun olarak çekiştirip zorlasalar da halklar için yeni bir olanak, bir umut ışığı doğmuştur.
Özellikle İran ve Türkiye’nin bölgedeki stratejik çıkarları söz konusu olduğunda, bu iki ülkenin tavrı, Suriye’deki “çözüm süreci”nin ilerleyip ilerlemeyeceği konusunda önemli olacak. Türkiye ve İran’ın karşılıklı ilişkilerinin geleceği bakımından da önemlidir bu. Bilindiği gibi İran ve Türkiye, kendi sınırları içindeki Kürt nüfusu nedeniyle, Kürtlerle ilgili her gelişmeyi risk olarak algılamaktadır. Aynı zamanda her biri diğerinin bölgesel Kürt aktörleriyle ilişkilerini kaygıyla karşılamaktadır. Somut durumda Türkiye, SDG’yi tehdit olarak kabul ediyor, İdlib, Efrin ve diğer alanlardaki askeri varlığını, operasyonlarını hala sürdürüyor.
Önceki gün Şam’a giden Türkiye Dışişleri, Savunma Bakanları ve MİT Başkanı’nın 8 maddelik anlaşma sürecini nasıl etkileyeceği henüz açıklık kazanmış değil. Oysa bölgenin iki aktörü olarak Türkiye ve İran yönetimlerinin, hak eşitliğine dayalı demokratik çözümü benimseyip, Kürt sorununu şiddetten arındırması en doğru yol olacaktır.
Sonuç olarak:
Rojava ile Şam arasında yapılan anlaşma, büyük acılar yaşamış olan Suriye halkları ve bölge halkları için bir umut kaynağı olarak görülmelidir. Fakat umut ve ateş iç içe. Barışın ve nefes almanın yolu yalnızca bu anlaşma ile açılmasa da bölge halklarının yönü ileriyedir. Halkların geleceği bakımından önemli ve tarihi önemdeki söz konusu anlaşmanın Rojava tarafının bu süreci tüm Suriye halkları ile birlikte ilerletmesi potansiyeli var. Dolayısıyla gerçek bir barış ve demokratikleşme; siyasi, ekonomik ve sosyal reformları içeren uzun vadeli bir sürecin parçası olarak gelişirse sağlanabilecektir.
Türkiye’de ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın yankılarının sürdüğü ve aynı zamanda Newroz’un dört bir alanda kutlandığı, bir yandan da işçi ve emekçi mücadelesinin yükselme eğiliminde olduğu günlerin yaşandığı atmosferin tüm halklar için baharı müjdelediğini ummak için daha çok neden var!