Soma maden katliamının 11. yıldönümü geride kalırken, o tarihten bugüne işçi ölümleri artarak devam etti. İşçi cinayetlerinin süren davalarında ise sorumluların korunduğu ve yargılanmadığı cezasızlık politikası hakim oldu.
Duygu Kıt
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi tarafından paylaşılan verilere göre Soma maden katliamının gerçekleştiği 2014 yılından 2025 yılına kadar en az 21 bin 520 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Yine İSİG verilerine göre 2025 yılının mayıs ayına kadar en az 595 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Sermaye ve iktidarın tarifine göre bu ölümler işin ‘fıtratından’ olurken, hukuk yolları ise ölen işçinin hakkının arayışına kapalı. Davalaşan cinayetler ise istisnasız bir cezasızlık politikasının uygulandığı ve sorumluların yargılanmadığı davalara dönüşmüş durumda.
‘Soma’da tüm iktidar istifa etmeliydi’

Bağımsız Maden-İş Sendikası avukatı Mürsel Ünder, Soma maden katliamına dair gazetemize konuştu. Ünder, “Soma’yı Yusuf Yerkel’in işçiye attığı tekme üzerinden hatırlıyoruz. Fakat unutmamamız gereken fotoğraflardan birisi de Erdoğan’ın Somalıların fiziki tepkileri sonrasında bir markete sığınmak zorunda kalmış olmasıydı” ifadelerini kullandı.
Ünder, verilen hukuk mücadelesine ilişkin olarak şu bilgileri verdi:
“Soma’da katliamın ilk günlerinde işçilerin ve Somalıların çok yoğun tepkileri vardı. Hatta dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan alana geldiğinde bir markete sığınmak zorunda kalmıştı. Demokratik toplumda 301 kişinin öldüğü, 162 kişinin yaralandığı, binlerce işçinin işten atıldığı bir yerde doğrudan hükümet istifası getirmesi gerekirdi. Soma’da da dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın da dahil olduğu bir sorumluluk mekanizması içerisinde değerlendirilmesi ve en azından ilgili bakanların yargılanması gerekiyordu. Somalıların ve demokratik kamuoyunun talebi de buydu. Erdoğan’ın markete sığınmış olması Soma toplumunun sorumlu olarak gördüğü kişi, bir kurumsal temsiliyet üzerinden de değerlendirildiğinde iktidarın bütün olarak kendisiydi.”
‘Hak arayanlar cezalandırılmak istendi’
“Soma’da adalet mücadelesi vermeye çalışırken iktidarın ve sermayenin tüm kirli ağlarının mukavemetiyle karşı karşıya kaldık” diyen Ünder şöyle konuştu:
“Katillerden henüz gözaltı ve tutuklama yokken biz avukatlar, hak arayıcıları gözaltına alındık. Benim burnum, Selçuk Kozağaçlı’nın kolu kırıldı ve birçok arkadaşa da gözaltı işlemi yapıldı. Aslında bu, iktidarın işçilerin Erdoğan’a saldırması sonrasındaki Yusuf Yerkel tekmesiydi. Katilleri bulmak yerine, katilleri bulmaya çalışanları cezalandırmaya yönelik bir davranıştı. 11 yılın sonrasında bu mücadeleyi ailelerle beraber gücümüz yettiğince, elimizden geldiğince vermeye çalıştık. Mahcup olacağımız bir şey yok. Onur duyacağımız şeyler var. Beklentimize tam olarak cevap alamasak da en azından iktidarın, sermaye gruplarının davalarda kendi istedikleri gibi at oynatamayacağını gösterebilmiş olduk.”
‘Mücadele sonucu sorumlular yargılanabildi’
“Soma’da ailelerin direngenliği ve militan bir hukuk mücadelesi sermayenin yargısının çarpık ilişkilerini çok açık ve çok belirgin bir şekilde ortaya çıkardı” diyen Ünder sözlerini şöyle sürdürdü:
“Soma’da mücadeleler sonucunda esas sorumlulardan Alp Gürkan soruşturmaya dahil edildi ama basıncı çok yüksek tutamadığımız için sonunda beraat ettirildi. Ama Can Gürkan’ı kurtaramadılar. Hakim değişiklikleri, savcıların esas hakkında savunma yapacağını söyleyip ertelemiş olması, sık sık savcı değiştirilmiş olması, bütün bunların hepsi çarpıcı durumu ortaya koyan önemli verilerdi. En sonunda da Yargıtay’da bizim ve ailelerin talep etmiş olduğu olası kast kararı verildi. Bu olası kast kararı kesinleşmiş üst mahkeme kararı olmasına rağmen bozulacak kadar bir rezilliği de yaşadı ülkenin yargısı.”
‘Cezasızlık örgütsüzlükten’
Soma’dan sonra yaşanan en büyük işçi katliamlarından olan İliç ve Ermenek ise yine cezasızlık politikasının devam ettiği yargılamalardan oldu. “Büyük patronlara iş cinayetleri davalarında hemen hemen hiçbir şey olmaz. Sorumluluk silsilesinin içerisinde adı dahi geçmez” diyen Ünder bu yargılamalara ilişkin olarak ise şöyle konuştu:
“Ermenek’teki katliamda doğru düzgün bir ceza verilmedi. İliç’te ise hem İliç halkı hem ana firmada hem taşeronlarda çalışan işçiler açısından hem de hayatını kaybeden insanların yakınları açısından çok korkunç ve çok karanlık bir tablo var. Çorlu tren katliamında yargılama o kadar rezil bir durumdaydı ki sanık sandalyesine oturtulanlardan birisinin görevi demir yoluna mıcır dökmekti. İşçi neyden yargılandığını dahi bilmiyordu. Balıkesir, İliç gibi yerlerin sermaye yargı ilişkilerinin ifşası anlamında sermaye açısından sorunsuz ilerleyeceğini düşünüyorum. Çünkü buralarda bir mücadele ortaya çıkarılamadı, yürütülemedi ve çok kötü bir iddianame hazırlandı. Her ikisinde de aileler ve zarar görenler, yakınlarını kaybedenler baskı altına alındı. Korkuyla, politik güçle, parayla baskı altına alındı. Balıkesir ve İliç’te çok kötü kararlar çıkacağını düşünüyorum.”
‘Daha çok mücadele şart’
“Soma’da istediğimiz gibi sonuçlar alamadık ama onlar da istedikleri gibi davranamadılar” diyen Ünder son olarak şu ifadeleri kullandı:
“Biz bu davalarda hem hukukçular hem de aileler olarak iktidara ve sermayeye ciddi hasarlar verdik. Mücadelenin ilerleyen aşamalarını daha güçlü, daha etkili, daha kalabalık bir şekilde yürütebildiğimizde onların da hesabını sorabileceğimiz bir mekanizma gelecektir. İktidarın teşhiri mutlaka önemli ama onun dışında kesinlikle atlanmaması, es geçilmemesi gereken çok çok önemli bir faktör mücadele etmemizdir. Yoksullar, mağdurlar ve geniş halk kesimleri olarak direnmek ve mücadele etmek dışında başka bir seçeneğimiz yok. İş cinayetlerindeki cezasızlık politikasını giderebilmenin tek yolu bizim açımızdan böyle. Yoksa ülke sermayesi, ülke enerjisi adı altında memleketin her tarafı paramparça olmuş, doğası yağmalanmış, sermaye gruplarına hiçbir kural ve kontrol olmaksızın peşkeş çekilmiş durumda. İşçiler ortaçağ koşullarında çalışmaya devam ediyor. Ama bu bir mücadele ve insan onuruna yakışır çalışma koşulları olana kadar devam etmek gerekiyor.”
‘Önlem alınmadığı için iş cinayetleri oluyor’

Gazetemize konuşan iş cinayeti davalarının gönüllü avukatı Berrin Demir ise, iş cinayetlerinin esas sorumlusu olarak patronların, bürokratların ve siyasilerin bugüne kadar hiçbir davada yargılanmadığını söyledi. “Tam tersine üst yöneticileri, şirket sahiplerini, iş cinayetlerini önleyebilecek kararları alma mekanizmasında olanları, iş güvenliği yatırımlarını yapma mekanizmalarının başında olanları değil, işçiye en yakın olan diğer işçiyi, onun üstünü, onun yakınını veya iş güvenliği uzmanını cezalandırmaya yönelik bir yaklaşım var” diyen Demir, şu değerlendirmede bulundu:
“Türkiye’deki iş cinayeti davalarında bütün sorumluların yargılanması gibi bir yaklaşım söz konusu değil. Genel olarak taksir boyutlarında gidiyor. Oysaki çoğunlukla olası kastın uygulanabileceği iş cinayeti davalarıdır. Çünkü iş güvenliği önlemleri alınırsa, iş cinayetleri %98 oranında önlenebilir, öngörülebilirdir. Fakat bizdeki yargılamalarda maalesef cezaları olabildiğince alt sınırlardan tutup, bazen paraya çevirdikleri bile olabiliyor. Ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması yoluna gidilebiliyor. Etkin bir yargılama ve etkin bir cezalandırma yapılamıyor. Öyle olduğu zaman da iş cinayetleri artarak devam ediyor. Yargılamalar çok uzun sürüyor ve çok uzun sürdüğü için de zamana yayılıyor, etkisizleşiyor. Cezalar çok düşük kaldığı için tüm sorumlular cezalandırılmıyor. Tüm sorumlular da cezalandırılmadığı için iş cinayetleri artarak devam ediyor.”
‘Patronlar kan parasına zorluyor’
Avukat Demir, bir işçi ölümü meydana geldiğinde ölüm sebebiyle bir kamu davası ve ceza davası açıldığını fakat patronların cinayetleri örtbas için birçok caydırıcı yöntem kullandığını belitti. Demir, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir işçi ölümünde genelde etkin yargılamanın önüne geçmek için en başından caydırıcı uygulamalar ve kan parası teklif edilir. Ölen işçilerin yakınlarının %90’ı kadın oluyor. Yakın ne yapacağını bilemediği için işverenin avukatları ‘Bu dava 10 yıl sürer diyor, o zamana kadar bu şirket kalır mı kalmaz mı’ diyor. Ya da ‘İşin fıtratında var, Allah yazdığı şekilde olur’ diyor. Bu ısrarlarla yapılan iknanın ardından notere gidip işçi yakınlarından şikayetçi olmadıklarına dair beyan alıyor. Kaldı ki ölüm olayında şikayetçi olmak da gerekmez. Şikayetçi olunmasa da dava devam eder. Ama şikayetçi aile şikayetçi olmadığını, ona zarar gideriminin yapıldığını beyan edince zaten alt sınırlardan verilen cezalar daha da indiriliyor ve nihayetinde cezasızlıkla sonuçlanan bir yargılama yapılıyor.”
‘Çalışma koşulları ve denetimsizlik’
Denetimsizliğin ve kaçak çalıştırmanın işçi cinayetlerinin en önemli nedenlerinden biri olduğunu altını çizen Demir, cezasızlık yargılamalarına karşı mücadele etmek dışında bir seçenek bulunmadığını belitti. Demir son olarak şöyle dedi:
“İktidar işçi sahalarını denetlemiyor ve bu alanlarda kural dışı çalışma bir yasa haline getirilmiş durumda. Denetleme olmadığı zaman ortalık işverenin, sermayedarın kendi vicdanına kalıyor. Sermayenin bütün mottosu daha fazla kâr elde etmektir. İş güvenliği dediğiniz şey iki nedenle maliyet gerekiyor. Bir iş güvenliği malzemelerinin maliyeti, iki iş güvenlikli çalışma. Çünkü iş güvenlikli çalışma daha yavaş çalışmayı gerektirir hız düşürür. Yanı sıra iş müfettişlerinin sayısı da oldukça az. Sigortasız işçi çalıştırma, kaçak işçi çalıştırma, kaçak göçmen işçi çalıştırma çok yaygın. Özellikle inşaat sektöründe kaçak çok yaygın ve tespit etmek mümkün değil. Çünkü işçiler her gün Anadolu’nun başka bir yerinden gelip devasa inşaat şantiyelerinde çalışıyor. Öyle ki işçi ölüyor, işçinin kimliğine bile ulaşamıyoruz. Hem denetimsizlik hem de kamu görevlilerinin yargılanmasına izin vermeyen hukuk dolayısıyla cezasızlık da bir kural haline getirilmiş durumda.”