Bu hikâye, her ne kadar binlerce “faili meçhulün” ortak hikâyesi gibi görünse de aslında Türkiye’nin resmi ideolojisi olan hikâyesidir. Bu sadece benim değil, hepimizin, hepinizin hikâyesidir, bu insanlığın derinleşmiş sancılı yarasıdır!
Eren Baskın
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Ece Ayhan
Ece Ayhan’ın ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’ dizelerini her okuduğumda kendimden bir şeyler hissederim.
İllaki ölmemiz gerekmiyor kara mermerlerin altından tahtaya doğru çıkamayan bir çocuk olabilmek için.
En nihayetinde ben henüz 5 yaşındayken vurmadılar mı benim babamı, canımı!
Mertçe ve adilce bir dövüş müydü? Hayır! Fikirler mi tartışıldı, hayır! Savunmalar mı yapıldı, hayır! Sesine bile tahammül edemeyecek kadar derinleşmiş bir kin olgusuydu, örgüsü de öyle kuruldu…
Onlar da konuşmadılar! Sadece kurşunlarını konuşturdular, birini yüzüne diğeri göbeğine..
İşte böyle ölmeden girdim ben kara mermerlerin altına, uzanmak bilmedi elim bir türlü o tahtaya.
Bir yanım sessizlik, bir yanım korku, bir yanım eksiklik… Ve bitmek bilmeyecek bir eksikliğin başlangıç hissi!
Sonra 5 yaşındaki Eren’e hep “babanın durumunu kimseye anlatma” diyerek geçti çocukluğu.
Sanki o ayıbı biz işlemiş de kötülüğü biz yapmışız gibi…
Halbuki onların ellerinde telsizler, polis yelekleri, hakim cübbeleri vardı. Onların üniformaları vardı, benim ise sadece kaybedilmiş çocukluğumun bedeni…
Evet bu bir cinayetti bu ama faili yoktu. Neredeydi sahi! Üniformaların kanatlarının altındaydı…
Etrafa bir sürü isim saçılıyor kısık seslerle, anlamıyorum ne diyorsunuz? Yahu 5 yaşındayım ben 5!
Ne anlarım Ağar, Çiller, Korkut, Şahin’den…
Her bahsettiklerinde daha da büyürdü benliğimde o kara isimler, cümleler…
Sonra mücadeleyi öğrendim; boyun eğmemeyi ve korkmamayı…
Babamın üzerinde ‘gözaltında katledildi’ yazan fotoğrafını göğüs hizamda kalbime yakın tutarak geçirdiğim zamanların benliğime daha iyi geldiğini fark ettim.
Dünyanın en büyük acısı bende sanırdım…
Oysa her cumartesi, Galatasaray Meydanı’nda sessizce oturan annelerin gözlerinde, suskun ama yankısı göğe ulaşan başka bir acıyı gördüm. Her hafta aynı yer, aynı umut, aynı kayıp…
Onların duruşu bir isyan değil sadece — aynı zamanda iyileşemeyen bir yaranın hafızasıydı.
Ben kendi sızımı taşırken, insanlığın en derin yaralarından biriyle yan yana yürüdüğümü fark ettim.
Ve o an anladım:
Acının en büyüğü, adı unutulanların sessizliğinde saklıydı.
Hanife annenin oğlu Murat’ın yarım kalan hikâyesi, benliğimde taşıdığım acıyı geride bıraktı.
Çünkü onun suskunluğunda bin çığlık gizliydi.
Berfo Ana’nın Cemil’e duyduğu bitimsiz özlem, beni sadece bir tanığın değil, tüm kayıpların yakını — hatta bizzat kendisi haline getirdi.
Artık yalnızca kendim değilim.
Ben Murat’ım. Ben Cemil’im. Ben Hasan’ım, Ayşegül’üm…
Adı anılmayan, yüzü kaybolan, sesi susturulan her birinin içindeyim.
Ben artık sadece bir kişi değilim —
Ben, kayıpların kolektif hafızasıyım.
Ben, silinmeye çalışılan izlerin direnen sesi…
Sevdiklerimizle güzel bir gelecek kurabilme ihtimalimizi elimizden alanlar şu an evlerinde torunlarının başlarını okşuyor. Devlet baba da sanki tam da bunun için varmış gibi beraat kararlarını ardın sıra sıralıyor.
Nihayetinde katiller aramızda dolaşıyor!
Cumartesi Anneleri her hafta okuduğu basın metnini şöyle bitiriyor; ‘kayıplarımızın akıbetini sormaktan asla vazgeçmeyeceğiz.’
Bu cümle öyle alelade bir cümle gibi gelebilir ama içeriğinde taşıdığı anlam bizler için çok mühim. Her huzursuz olduğumuzda her karamsarlığa kapıldığımızda bize rehber olan “Vazgeçmeyeceğiz“ cümlesine artık bir karşılık var.
Evet zamanı geldi çünkü tünelin ucunda bir ışık var!
Ama bu ışığın ‘onurlu bir barış’ anlamı taşıması için öncelikle yüzleşmemiz lazım!
Geçmişte yaşatılan organize kötülüklerle yüzleşmeden barış ve onur kelimesinden yan yana bahsedemeyiz.
Artık insanlar bizimle aynı kaderi paylaşmayacak baba.
Bu düşünce, içimde acıyla karışık bir sevinç taşıyor.
Eğer senin katledilişin, onurlu bir barışa, daha adil bir yarına vesile olduysa…
Ben, verdiğim tüm mücadeleyi bu uğurda can verenlerin huzurla uyuyabilmesi için adamaya hazırım.
Görmen gereken bir dünya var artık baba.
Her ne kadar yıllardır başımı göğe kaldırıp “Katillerinle hesaplaştık” diyemediysem de, bugün ilk kez, “Adaletin sesi susturulmayacak artık” diyebiliyorum.
Ve inanıyorum ki: Artık kimse, kimsenin evladını isimsiz mezarlıklara gömmeyecek.
Artık faili meçhul kalmayacak.
Bu onurlu barış,
Yalnızca bir suskunluğun değil, bir hakikatin zaferidir.
Saf iyilikle saf kötülüğün karşı karşıya geldiği uzun bir davada, vicdanın galip geldiği yerde duran bizlerindir. Mazlumla zalim arasında yıllardır süren direnişte baş eğmeyenlerin, boyun eğmeyenlerin hakkıdır.
Berfo Ana ile Kenan Evren arasında geçen o sessiz ama sarsıcı hesaplaşmanın tarihe kaydedilmiş sonucudur —kazananı, hakikatin peşinden yürüyen bizleriz.
Roboski’nin çocuklarıyla Skorsky’nin gölgesi arasında sıkışmış adaletin, nihayet görünür olduğu günün müjdesidir.
Ve bu adalet, o karanlıkta bile ışığı arayan bizlerin yoldaşıdır.