Dünya İsrail ile İran arasındaki savaşı canlı yayında izliyor. Tabi herkes kendi cephesinden tartışıyor, ama herhalde en fazla konuşan da üniversitesi ve profesörü AKP döneminde bollaşan Türkiye oluyor. Çoğu toplumu aydınlatma çabası gütmeyen bu konuşmalar bir yana üzerinde pek durulmasa da Devlet Bahçeli’nin son konuşması önemliydi. İsrail saldırısının nihai amacının Türkiye olduğunu, bu saldırının Türkiye’ye verilmiş ‘sinsi bir mesaj’ içerdiğini söyledi.
Evet, Devlet Bahçeli bunu ilk defa söylemiyor. Bu argümandan hareket ederek 1 Ekim 2024’te ‘iç cephe’yi güçlendirmek adına mecliste Dem Parti yöneticilerinin elini sıktı ve ardından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a umut hakkının tanınmasına kadar söylemlerini ilerletti. Ama aradan geçen bunca zamana rağmen Kürt Özgürlük Hareketi’nin attığı tek taraflı adımların dışında Bahçeli’nin dikkat çektiği ‘iç cephe’yi güçlendirecek hiçbir şey yapılmadı. Demek ki Türk devlet elitindeki herkes Devlet Bahçeli gibi düşünmüyor. Demek ki herkesin acelesi, hassasiyeti ve öncelikleri aynı düzeyde değil.
Öyle de olsa Devlet Bahçeli’nin söylemleri göz ardı edilemez. Herkes bilmeli ki ulus-devlet miadını çoktan doldurdu. Çünkü kapitalist modernite kabuk değiştiriyor. Bu da kapitalist modernitenin bedeni olan ulus-devlette değişiklik anlamına geliyor. Ulus-devlet ilk dönemdekinin aksine mevcut durumda kapitalist modernite açısından astarı yüzünden pahalı hale gelmiş durumda. Sermaye ulus sınırlarının ötesine çoktan çıktı, küresel bir karakter kazandı. Hatta şimdilerde gözünü uzayın paylaşımına dikmiş durumda. Dolayısıyla kendini küresel sermaye güçlerine kapatan ulus devletler, küresel sermaye güçleri için aşılması gereken birer feodal beyliğe dönüşmüş durumda. Nasıl ki merkezi ulus-devlet bunu yapabilmek için feodal beylikleri birer birer tasfiye ettiyse şimdi de küreselleşmiş sermaye güçleri ulus-devletleri birer birer aşıyor. Sermayenin küresel dolaşımı, güvenliği ve daha fazla kazanç için bu gerekli.
Öte yandan kapitalist modernite devletçi sistemin son aşaması ve hegemonik bir sistem. Bu hegemonik sistemde bağımsız devlet diye bir şey olamaz. O nedenle tüm ulus-devletlerde olup bitenler kapitalist modernitenin iç sorunu sayılır. Ulus-devletlerin tekçi, asimilasyoncu, anti demokratik yapısı nedeniyle halklar, kadınlar ve ezilen toplumsal kesimler özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermektedir. Bu da küresel kapitalist sistemin ulus-devletler şahsında daha fazla zorlanmasına neden olmaktadır. Böylelikle ulus-devletler hem küresel sermaye güçlerinin hem de demokrasi ve özgürlük güçlerinin çifte baskısını yaşamaktadır.
İşte güncelde İran’ın yaşadığı da budur. Görünürde İran’a İsrail saldırıyor ama gerçekte saldıran merkezi hegemonik sistemdir. Yani küresel kapitalist sistem. Bu sistem “benim dediğim olacak, bölgede benden başka hegemonya olamaz ve sen bizim dediğimizi yapacaksın” diyor ve bu nedenle saldırıyor. İran’ı dize getirmek için ne gerekiyorsa yapacaklarından kuşku duymamak gerekir.
Peki, Devlet Bahçeli kaygılanmakta haklı mı? Evet, haklı. Çünkü Türkiye de bölgesel hegemonya peşinde. Hatta hızını alamayan kimi yeni dönem profesörleri Türkiye’nin dünya gücü haline geldiğini söylüyor. Türkiye ya kapitalist modernite sistemine boyun eğerek mutlak uyumlu hale gelecek ya da İran’ın benzerini kaçınılmaz şekilde yaşayacak.
Peki, böylesi bir akıbeti yaşamak engellenemez mi? Kuşkusuz her şeyin bir çaresi vardır. Küresel kapitalist sistem bu ulus-devletlere müdahale ederken en çok bu güçlerin ‘iç cephe’sinin zayıflığından yararlanıyor. Türkiye’nin içi epeyce karışık. Mevcut iktidar sistem içi muhalefeti bile bastırmakla meşgul. Tüm farklı kimlikleri, etnisiteleri, inançları, kültürel yapıları ‘Türk-İslam sentezi’ içinde eritme politikasını sürdürmekte kararlı. Kürtlerle barışmak için sorunlu bir söylemin bile ötesine geçilmiyor.
İşte bunlar oldu mu iç cephe güçlenmiyor. Birlik ve beraberlik oluşmuyor. Dış müdahelelere kapı ardına kadar açık hale geliyor. O zaman ulus-devletin tekçi politikaları nedeniyle denize düşmüş olanlar da yılana sarılmaktan başka çare bulamıyor.
İktidarın bekle-görcü bir yaklaşımda olduğu açık. Bazı şeyleri görüp ona göre hareket etmek istediği anlaşılıyor. Bir de herhalde “İsrail de benim gibi ulus-devlet, o yapabiliyorsa ben de yapabilirim” diye düşünüyor. Ama yanlış hesap yapıyor. İsrail merkezi hegemonik sistemin çekirdek gücü. İkincisi İsrail dışa karşı ulus-devlet olsa da içeride halktan gelen demokratik taleplere karşı duyarlı. Arada niteliksel fark var…
O nedenle iktidarın pragmatik, gündelikçi, dar çıkarcı, stratejiden yoksun ve felakete kapı aralayan düşünce tarzından ve eyleminden kurtulmak kaçınılmaz. Aksi taktirde ipin ucu kaçmış olur…