Savaş şimdilik bitti. Ancak savaşta aşılan eşikler ve savaş sonrasındaki gelişmeler, savaşın bitişinde bir rahatlamadan ziyade daha yüksek düzeyde gerilim yükledi halklara. Orta Doğu’da son iki yıldır sivilleri katletmek sıradanlaştı. Geçmişteki örneklerini okudukça dehşete düştüğümüz soykırım an an yanı başımızda yaşanıyor ve bu son derece sıradan bir hal almaya başladı. Soykırımcı ortakların nükleer tesis bombalaması normal bir olaymış gibi geçildi. Anlamsız düzeyde imha etme yeteneğine sahip silahlar, yüksek savaş teknolojisi, güçlü istihbarat ve soykırım suçları savaş sahasında dehşet saçıyor.
İsrail ile İran arasındaki savaşın şimdilik bir biçimiyle sona erdirilmesi, hegemonya mücadelesinin seyri göz önüne alındığında çok da fazla bir şey ifade etmiyor. Orta Doğu’da son iki yılda aşınan eşikler daha büyük savaşların, yıkımların, daha derin bir iklim krizinin, çok daha büyük bir nüfusun göç etmesinin önünü açacak. Dahası daha derin bir servet uçurumu da tetikleneceğe benziyor.
Zira askeri sınai yatırımların arttırılması söz konusu. Lahey’de gerçekleştirilen son NATO zirvesinde NATO liderleri yeni bir taahhüt ilan ettiler. NATO üyesi ülkeler 2035 yılına kadar “tekil ve kolektif yükümlülüklerinin” yerine getirilmesini sağlamak için yıllık GSYİH’nın yüzde 5’ini savunma ve güvenlikle ilgili harcamalara yatırmayı taahhüt ettiler. Çoğu ülkede yıllık ortalama yüzde 2’nin altında olan bu oranın, yüzde 5’lere çıkarılması birçok sorun yaratacak. Savaş bütçelerine ayrılan bütçelerin yükseltilmesi sosyal politikaların çok daha sert bir şekilde kısılması anlamına geliyor. Halkın sağlık, eğitim, ulaşım, sosyal destek ve yardımlarının kısılması anlamına gelecek olan kökten politikalar daha fazla gündeme gelecektir.
Ancak sadece kısıntılar değil söz konusu olan. Diğer yandan korkunç bir silahlanma, daha fazla savaş ve çatışmalar, toplumları kriz koşullarında bir virüs gibi esir alan militarizmin daha fazla tırmanışı gibi olgular daha da güçleniyor.
Kriz koşullarında milyonlarca insanda hayal kırıklığı ve geleceksizlik yaratan kapitalist uygarlık halklara karşı uyguladığı kriz reçetesinde dozajı yükseltip masaya savaş seçeneğini koydukça dünyanın giderek daha fazla çığırından çıkmakta olduğu anlaşılıyor. Çok yakın geçmişe kadar görece daha dengeli ve daha vaatkâr söylemleri olabilen kapitalist uygarlığın artık dünyayı giderek bir uçurumun kenarına götürdüğü itiraf ediliyor.
Böyle koşullarda savaş karşıtı hareketlerin sınıfsal içerikler de kazanarak, kapitalizm karşısında konumlanma olasılığı daha da belirginleşiyor. Süreklileşmiş ve coğrafi olarak dünyanın birçok bölgesine yayılmış savaşlar yüz binlerce askerden oluşan orduları karşı karşıya getirmiyor daha çok yüksek teknolojileri çarpıştıran biçimlerde devam ediyor. Ancak bu distopik savaş teknolojileri deneylerinde askerlerden çok daha fazla sivil katlediliyor. Söz konusu sivil katliamları örneğin Gazze’de soykırım biçiminde gerçekleşiyor.
Kriz ve savaşlar önce şok etkisi yaratsa da zamanla dehşet verici olguların normalleşmesinin dahası sıradanlaşmasının önü açılıyor. İnsanlığın adil bir dünya mücadelesi içerisinde kazandığı duyarlılıklar, hızla soykırım ve vahşet düzeyine sıçrayıveren yeni tür savaşlarla birlikte bir çırpıda siliveriyor. Sivil katliamları, nükleer tesislerin vurulması, işkence, çocuk katliamları, rezil ve son derece gayrimeşru savaş propagandası ve ırkçılık gündelik basit olgular haline geliyor. Dolayısıyla çığırından çıkmakta olan bir dünyada adalet mücadelesi kendisini bu eksenlerde yeniden kurmalı.
Pasifist ve içerisi çok da dolu olmayan bir savaş karşıtlığının etki gücü olmayacaktır. Her şeyden önce soykırıma karşı mücadele içerilmelidir. Diğer yandan toplumun militarizasyonuna karşı önlemler içerilmeli, savaş bütçelerinin yaratacağı sosyo-ekonomik yıkımlar sürekli gündemde tutulmalıdır. Savaş karşıtı hareket geçmişten farklı olarak antikapitalist alanın tüm dinamikleriyle buluşmaya yazgılı artık. Dünya çığırından çıkarken yıkım çarklarının ölçeği giderek genişliyor. Milyonları topyekûn yıkıma götüren biçimde bir genişleme bu. Savaş karşıtı hareket önümüzdeki yıllara damgasını vuracak bir siyasal buluşma alanı olacak. Olmak zorunda.