“Aarhus Sözleşmesi”; içinde ekolojinin olmadığı bir anayasaya onay vermemeliyiz.
Türkiye kendi yüzyılını kurmaya çalışırken yine insan merkezli adalet arayışları ile gündemi meşgul etmektedir. 15 bin yıldır kendi yapısallıklarını kendi elleriyle kuran insanlık, bugün Türkiye özelinde yeni bir deneme daha yapıyor. Her yüzyılda bir kendisini yeniden inşa etmeye çalışan insanlık, bugün Türkiye’de yeni bir sayfanın arifesinde. İnsan–insan ilişkisi, insan–devlet ilişkisi, toplum–devlet ilişkisi yeniden düzenlenirken; suçlu ve sessiz bir gizlenme ile ekolojiyi görmezden gelmeye çalışıyorlar. Kendi yarattıkları adalet, demokrasi, birlikte yaşam sorunlarını yine kendilerini merkeze alarak düzeltmeye çalışan insan merkezli sistem; ağaca, hayvana, suya verdiği tahribatı kendisinde hak olarak görme gafletini göstermeye devam ediyor. Duygudan, anlamdan, hissetmekten uzak olan insanlık; zarar verdiği, katlettiği, hiçe saydığı canlılar dünyasına daha fazla duyarsız kalmasına izin vermemeliyiz. Her ne pahasına olursa olsun, kendileri için inşa etmeye çalıştıkları, kendi çıkarları için inşa ettikleri anayasalarına ekolojiyi dahil etmeliyiz. Bu bağlamda:
Bilgiye erişimin önü açılmalı:
Bilgiye erişimin önünü açacak olan yasal güvence ile devletin takipçisi olmalıyız. Bilgiyi sadece resmî panolara asılan teknik raporlarla sınırlı kılmaya çalışan yasal düzenlemenin yeniden yapılanmasını, Meclis’in önüne koyacak örgütsel güce ulaşmalıyız. Yapılmak istenen projelerin, yapım aşamasında paylaşılan teknik raporlarını kabul etmemeliyiz.
Katılım kültürü yaygınlaşmalı:
Toplantı yapılmış olsun diye yapılan göstermelik halk bilgilendirme toplantıları yerine, yerel halkın gerçekten karar süreçlerine katıldığı bir modelin inşası için çalışmalıyız. Köylünün ya da mahallelinin rızası olmadan doğasına müdahale edilmesini düzenleyen yasaları kabul etmemeli ve yasanın toplum lehine düzenlenmesini sağlayacak gerekli mücadeleyi hep birlikte vermeliyiz.
Hukuki destek mekanizmaları kurulmalı:
Çevre davalarını halk için çoğu zaman hem masraflı hem de karmaşık hale getiren bürokratik demir kafesi kabul etmemeliyiz. Ekolojik hak savunuculuğu için ücretsiz ya da düşük maliyetli hukuki destek merkezlerinin kurulmasını lütuf değil, zorunluluk olarak kabul ettirmeliyiz.
Medya sessizliğini kabul etmiyoruz:
Ekolojik meseleler ana akım medyada yeterince yer bulamıyor. Alternatif medya mecralarının desteklenmesi, yerel ekoloji mücadelelerinin görünür kılınması ve gerekli çalışmaların devlet hazinesi tarafından finanse edilmesini demokratik bir ülkenin zorunluluğu olarak dayatmalıyız.
Eğitimde evrensel standartlar:
Ekoloji sadece çevre bilgisi değil, bir yaşam biçimidir. Bu yüzden eğitim müfredatı değişmeli, çocuklar doğayla temas hâlinde büyümelidir. Yurttaşlık hakları, doğa haklarıyla birlikte öğretilmeli ve her canlı, insanın kendisine hak gördüğü yasal güvence ile aynı haklara sahip olmasını sağlamalıyız.
Sivil toplum örgütlerinin güçlenmesi:
Başta ekolojik çalışmalar olmak üzere toplumun her alanda örgütlenmesi, kendi kararlarını kendisi alabilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması çağdaş demokrasinin gereğidir. Ekoloji hareketlerinin kendi güçlerinin farkına varması ve gerekli örgütlenmeler ile iletişim hâlinde olmaları “kırmızı çizgi” gibi savunmalıyız. Yatay örgütlenmeler, yerel meclisler, kadın öncülüğü, gençlik katılımı gibi unsurlar bir araya gelerek etkili bir baskı gücü oluşturmanın zeminini oluşturmak için her türlü demokratik eylemin içinde olmalı, teşvik etmeli ve birlikte direnmemin yollarını oluşturmalıyız.
21. yy’ın kültür oluşumunun sac ayakları niteliğinde olan söz konusu bu maddeler, 1988 de Kanada’nın Aarhus kentinde imza altına alındı. İmzalandığı kentin adını alan sözleşme bugün AB ülkeleri tarafından uygulanmaktadır.
AARHUS İsminin açılımı; “Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Halkın Kararlara Katılımı ve Yargıya Başvuru Hakkı Sözleşmesi”
1998’de Danimarka’nın Aarhus kentinde imzalanan bu sözleşme, bir ülke tarafından kabul edildiğinde artık çevreyle ilgili her kararda halkın: Bilgi alma hakkını, Karar süreçlerine aktif katılımını ve yargıya başvurma hakkını garanti altına alıyor. Türkiye gibi halkını ayak bağı gören, çevreyi rant tarlası yapan ve en önemlisi, halkını yıllarca demokratik yerel örgütlenmeden uzak tutarak a-politikleştiren bir ülke için AARHUS kültürel devrimin başlangıcı niteliğindedir.