Türkiye, kırk yılı aşkın süredir Kürt sorununda çözümsüzlüğün ağır bedellerini ödüyor. Bu süreç, yalnızca savaş ve şiddetin yıkıcı etkilerini değil, aynı zamanda derin bir toplumsal ve ekonomik eşitsizliği de beraberinde getirdi. Çatışmaların faturası, her zaman olduğu gibi, yoksul halklara, işçilere ve emekçilere kesildi.
Ölenler, yoksul ailelerin çocukları oldu; bayraklar Boğaz’daki yalılara değil, gecekonduların, köy evlerinin kapılarına asıldı. Silah tüccarları, savaş rantçıları ve yönetici sınıflar zenginleşirken, halklarımız maddi ve manevi kayıplarla yüz yüze bırakıldı.
Bazı rakamlara göre, 40 yıllık çatışma sürecinde en az 2,5 trilyon dolar ekonomik kayıp yaşanırken, on binlerce insanımız hayatını kaybetti. Kürt sorununun çözümsüzlüğü, Türkiye’nin sadece siyasi değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal dokusuna da derin yaralar açtı.
Yeni bir süreç, yeni umutlar
Bugün, Kürt sorununun demokratik ve barışçı bir çözümü için yeni bir süreçteyiz. Kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 5 Ağustos 2025’te ilk toplantısını yaparak adını ve çalışma esaslarını belirledi. Komisyon, 31 Aralık 2025’e kadar çalışacak ve bu süre uzatılabilecek. Ancak bu süreç, yalnızca çatışmasız bir ortam yaratmakla sınırlı kalamaz. Atılan adımların karşılık bularak sorunun esasına dokunan çözüm arayışına ve yollarını bulmaya ihtiyaç var. Sorunun kökenine inen, yaraları saran, bu sürece neden olan koşulları ortadan kaldıracak adaleti ve eşitliği sağlayan adımlar atılmalı.
Bölgenin geri bırakılmışlığı
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) Çözüm Komisyonu’na sunduğu rapor, bölgedeki işsizlik ve yoksulluğun vahametini açıkça ortaya koyuyor. Bölge illeri, ülke kaynaklarından en az yararlanan, açlık ve sefaletin en yoğun yaşandığı alanlar. Fabrikalar, işletmeler ya kapatılmış ya da özelleştirme adı altında bir avuç yandaşa peşkeş çekilerek başka amaçlar için kullanıldı. Bugün az çok işletilen madenler ve doğal kaynaklar, iş güvenliği olmadan, düşük ücretlerle ve kölelik koşullarında çalıştırılan emekçilerin sırtında talan ediliyor.
Bölgedeki tarım ve hayvancılık potansiyeli de benzer bir kaderi paylaşıyor. Bereketli topraklarıyla bilinen bölge, bugün üreticilerin yüksek faiz, kredi borçları ve artan maliyetler karşısında üretimden çekildiği bir çöle dönüştü. İktidar, ithalata milyarlar akıtırken, yandaş şirketlere teşvik yağdırıyor; ancak çiftçiye, üreticiye destek yok. TZOB’un komisyondaki sunumunda, “Tarım arazileri çatışmalarla terk edildi; şimdi sulama projeleriyle canlandırılmalı” denirken çatışma sürecinde başka bir gerçeğe dikkat çekmiş oluyordu. TESK bölgedeki küçük esnafın durumuna ve iflas eşiğinde olduğunu raporladı.
Barışın yolu: Ekonomik ve sosyal adalet
Kürt sorununun çözümü, aynı zamanda ekonomik ve sosyal adaletle mümkün. Bölgeler arası eşitsizliklerin giderilmesi, kaynakların üretime ve istihdama yönlendirilmesi için adımlar atılmalı. Çatışmasızlık, demokrasi ve hak temelli bir çözüm, bölgeyi işsizlik, açlık ve yoksulluktan kurtaracak bir kalkınma programıyla, kamucu bir yaklaşımla birleşmeli.
Altyapı ve kalkınma için acil adımlar
Bölgenin ekonomik kalkınması için altyapı yatırımları elzem hale geldi. Yıllardır ihmal edilen yol, su, elektrik ve iletişim altyapısı, halkın iradesi gözetilerek, yerel yönetimlerle iş birliği yapılarak bölgenin üretim kapasitesini artıracak şekilde yenilenmeli. Bu yatırımlar, yandaş şirketlere değil, bölge halkının ihtiyaçlarına ve uzun vadeli kalkınma hedeflerine odaklanmalıdır. Özelleştirme politikalarının yarattığı tahribat tersine çevrilmeli; kamu işletmeleri, bölge halkının istihdamına katkı sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Madenler ve doğal kaynaklar, çevreye duyarlı ve bölge halkının, yerel yönetimlerin, çevre örgütlerinin, meslek odalarının, emekçilerin haklarını koruyan bir anlayışla ele alınmalıdır.
Demokrasi ve kültürel haklar
Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamına geliyor. Bölge halkının siyasi, kültürel ve sosyal hakları tanınmalı; anadilde eğitim, kültürel kimliğin özgürce ifade edilmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi adımlar atılmalı. Bu, sadece Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halkları için bir kazanım olacak.
Bölgedeki gençlerin geleceğe umutla bakabilmesi, kadınların eşitlik mücadelesinin güçlenmesi, işçilerin insanca yaşayabileceği bir ücret ve çalışma koşullarına sahip olması, bu çözüm sürecinin temel taşları olmalı. Komisyonun dinlediği kanaat önderleri ve akademisyenler, “Barış, kültürel çoğulluğu güçlendirmeli” çağrısı önemsenerek hareket edilmeli.
Halkın refahı için cesur adımlar
Komisyonun dinlediği raporlar, Kürt sorununun çözümsüzlüğünün sadece bölgeyi değil, tüm Türkiye’yi etkilediğini gösteriyor. Çatışmaların ekonomik maliyeti, tüm ülkede refah kaybına neden oldu. Kaynaklar eğitime, sağlığa ve üretime değil, savaşa ve silahlanmaya harcandı. Türkiye, bu kısır döngüden çıkmak için cesur adımlar atmak zorunda. Siyasal iktidar, geçmişten ders çıkarmalı; çözümsüzlük politikalarının halklara ödettiği ağır bedellerin farkına varmalı.
TİSK’in raporunda vurgulanan işsizlik ve yoksulluk sorununa yönelik acil istihdam programları başlatılmalıdır. Kayyım politikası derhal son bulmalı, yerel yönetimlerin, halkın talepleri göz önünde bulundurulmalı. Bölgedeki gençlere ve kadınlara kulak verilmeli.
Barışın umut ışığı
Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümü, Türkiye’nin geleceği için bir dönüm noktası olabilir. Bu süreç, sadece çatışmasız bir ortam yaratmakla sınırlı kalmamalı; demokratik gelişime paralel olarak bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasını sağlayacak adımlarla desteklenmelidir.