Türkiye Kürdistanileşti! Bu ironi, kaynağını Kürdistanda uygulanan devlet şiddetinin Türkiyelileşmesinden alıyor. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte daha önce Kürt illerinde uygulanan devletin güç ve şiddet araçları tedricen ülkenin batısına taşındı. Kayyım rejimi bu uygulamaların en güncel versiyonudur. Bu uygulama ile birçok DEM Parti ve CHP belediyesine kayyımlar atandı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere onlarca belediye başkanı hala tutuklu.
Kürt meselesinin demokratik çözümünün konuşulduğu bir konjonktürde, Türkiye’nin iç siyasetinin kayyımlar, tutuklamalar ve anlamsız bir baskı süreciyle kaynıyor olması elbette hayra alamet değil. İşin tuhaf kısmı pazarlık ve güç kullanımının bir kesim tarafından iktidarın akılcı stratejisi olarak görülmesi.
İçerisi-dışarısı büyük felaketlere gebeyken AKP, hala sorunların çözümünden değil, krizlerinden, dahası karşıtlaştırma-düşmanlaştırma siyasetinden medet umuyor. Daha önce muhalefetin kurduğu partili koalisyonu bozma taktiğini bu sefer başka bir format ile direk CHP’nin içine sızarak sürdürüyor. Millet ittifakı dağılmasına rağmen CHP’nin hala birinci parti olması ve Kürtlerle yürüyen süreçte sağlam bir yerde konumlanması baskıların temel kaynağını oluşturuyor.
Kayyımlarla, kongre tuzaklarıyla, transferlerle siyaseti dizayn eden bu teknik, demokratik siyaset ve çok partili yaşam üzerinde yürütülen yeni bir vesayettir. Yeni vesayet, askeri vesayetten farklı olarak herhangi bir tehditten yola çıkmıyor, buna ihtiyaç duymuyor; çoklu belirsizliklerin, her türlü kirli ittifakın ve de kirli siyasetin tüm versiyonlarının devrede olduğu bir siyasal atmosfer bu hileli teknik için gerekli koşulları sağlıyor.
Esasen bu tür hileli teknikler, siyasal rakiplere değil, düşmana uygulanabilecek hilelerdir. AKP daha önce Kürt demokratik siyasetini düşman kategorisine koyup uyguladığı teknikleri şimdi CHP’ye uyguluyor. AKP’nin akıl babaları muhtemelen Makyavel, Pareto, Smitt gibi savaş ve şiddet teorisyenlerini okuya okuya bunadılar. Aynı toplumda, birlikte yaşadıkları tüm muhalifleri düşman olarak görme paranoyasından kurtulamıyorlar. Öyle bir kurgusallığın içine hapsolmuşlar ki gerçek hayat ile bağları kalmamış.
Savaş tekniklerinin siyasete uyarlanmasıyla yapılan politika, Türkiye’nin hiç bir sorununu çözemeyeceği gibi daha fazla kaos, yoksulluk, belirsizlik getirmekten öteye gidemeyecektir. Devam eden baskılar, tutuklamalar, kayyımlar ve zorunlu transferler sonucunda; çok partili yaşamı, demokratik siyaseti, yerel yönetim sistemini tamamen çökertecek, ülkeyi yeni krizlere sürükleyecek ve belki de en önemlisi Kürtlerle yürütülen süreci akamete uğratma potansiyeli taşıyan bu yeni vesayet arzusunda ısrar etmek fazlasıyla tehlikelidir. Böyle bir siyaset tarzı, ahlaki olarak sorunlu, politik olarak herkese kaybettirecek bir tarzdır.
İktidar savaştaki dost-düşman ilişkilerini teorize eden strateji ve taktiklerle siyasete müdahale etmekten vazgeçmeli; politik ahlakın tamamen bloke edildiği ve kurnazlığın alkışlandığı bu zehirli atmosferden bir an önce çıkmalıdır. Kuvveti ve kurnazlığı, gücü ve dalavereyi aynı anda kullanarak kazanılan hileli zaferler çürümüş bir toplumda bir süreliğine alkış alabilir. Dahası rakiplerin koalisyonunu zenginleştirilmiş hilelerle bozmak, Truva atlarıyla çökertmek kısa vadede akıllıca görünebilir. Ancak tarihte hilelerle alınmış hiç bir zafer ebedi olmadığı gibi sahibine yapışan kiri silmeye de yetmediğini hatırlatalım.
AKP’nin çizdiği çürüme çemberine girmemek, barış, demokrasi ve dayanışma sınırlarında kalmak, Türkiye’nin gelecek siyaseti bakımından son derece önemlidir. İlkesel olarak müzakere tekniği demokratik siyasetin olmazsa olmazıdır. Ancak otoriter rejimler karşısında salt müzakere sınırlarında kalmak bir süre sonra aktörleri siyasetsizliğe iter. Nitekim CHP’nin daha önce içine düştüğü durum, mücadeleyi gevşek tutan, müzakere konumunun dışına çıkmayan çakılı bir siyasetsizlik haliydi. Günümüzün siyasetsizlik hali, mevcut krizlerin ortasında intihardan farksızdır.
Bu nedenle toplum, her zamankinden daha fazla mücadele ve müzakere diyalektiğine ihtiyacı duymaktadır. O halde içinde bulunduğumuz konjonktürde büyük ve kalıcı barış için müzakere; demokratik siyasete ve yerel yönetimlere yönelik baskılara karşı mücadele şarttır. Öncülük ve sorumluluk, demokrasiden yana olan tüm siyasi parti ve demokratik kitle örgütlerinde; hakeza yüzü Kürt barışına dönük, yeni dönemi birçok boyutuyla okuyan, anlayan ve kuran herkestedir.