Yönetmenliğini MA editörlerinden Azad Altay’ın yaptığı Bîra Sûrê / Sur’un Hafızası filmi prömiyerini FilmAmed Film Festivali’nde yaptı
Selman Çiçek
Amed’in tarihi ilçesi Sur, 2015-2016 yıllarında dünyanın en uzun süreli sokağa çıkma yasağına maruz kaldı. İlçenin 6 mahallesinin etrafı 2 Aralık 2015 tarihinde demir bariyerlerle çevrildi. Mahallelere girişlere 2022 yılının sonlarına kadar izin verilmedi. Ardından peyderpey bariyerler kaldırıldı ve 6 mahallede yeni bir “inşa” süreci başladı. Yasaklar sonrası başlatılan yıkım çalışmalarında aralarında kilise, cami, konak, hamam gibi birçok tescilli yapı yok edildi. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) 2019’ta yayımlanan raporuna göre; 334’ü tescilli olmak üzere 3 bin 569 yapı yıkıldı. Ancak bu sayının çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor.
Yıkılan yerlerde cezaevi mimarisinde yapılar inşa edildi. Tek tip ve tek renk yapıların etrafları ise tellerle kapatıldı. “Yenikapı Açık Hava Yaşam ve Kültür Merkezi”ne çevrilen caddede inşa edilen iş yerleri sermayedarlara peşkeş çekildi. Ayrıca söz konusu yerler, dışarıdan getirilen mankenlerle adeta podyuma çevrildi.
“Bîra Sûrê/Sur’un Hafızası” belgefilmi de tarihi sokaklara dönük saldırılardan beton duvarlarla kuşatılmış “yeni” mahallelere uzanan bir hafıza yolculuğudur. Belgefilmin yönetmenliğini Mezopotamya Ajansı (MA) editörlerinden Azad Altay yaptı. MA, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği, PEL Yapım ile yönetmen Veysi Altay’ın katkılarıyla çekilen belgefilmin çekimlerine 2021 yılının ortalarında başlandı. Birçok gazeteci belgefilmin çekimlere katkı sundu. Film, prömiyerini FilmAmed Film Festivali’nde yaptı.
Hafıza ve kimliksizleştirme
Belgefilm, kentin bazı mahallelerinde tarihi taş sokakların nasıl yok edildiği, komşuluk ve dayanışmanın nasıl hedef alındığını gösteriyor. Kentin “yeniden inşa” politikasıyla nasıl tanınmaz hale geldiğini ve kimliksizleştirildiğini ortaya koyuyor. Kamera, sadece yıkılmış evleri değil, o evlerle birlikte dağılan yaşamları, silinmek istenen hafızayı, kaybolan sesleri de kayda alıyor.
Filmin yönetmeni Azad Altan, filme dair sorularımızı yanıtladı:
- Belge filmin çıkış hikâyesi nedir, sizi bu filmi yapmaya iten duygu neydi?
Bu hikâyenin ya da duygunun anlaşılması için Sur’da sokağa çıkma yasağı süreci ve sonrasında yaşananları hatırlamak gerekir. 2015-2016 yıllarında dünyanın en uzun süreli sokağa çıkma yasağına şahitlik ettik. Binlerce yıllık tarihi kentin 6 mahallesi yıllarda yasaklı kaldı, 40 bin kişi göç etmek zorunda kaldı, aylarca cenazeler ailelerine teslim edilmedi, binlerce yapı yıkıldı ve bunlardan 3 bini aşkını tescilli tarihi yapılardı… Hemen sonrasında “Sur, Toledo olacak” dendi. Sonuç ne oldu; Sur’un 6 mahallesi yerle bir edildi. Yerlerine cezaevi mimarisinde tek tip yapılar inşa edildi. Bu da yetmedi bu yapıların olduğu alanlar podyuma çevrildi. Yani bir hafıza hedef alındı ve şimdi “yeni” yapıları tarihi Sur diye pazarlıyorlar. Biz de bu durumun böyle olmadığını göstermeye çalıştık, kimliksiz yapıların bu kentin tarihi yansıtmadığını anlatmaya çalıştık. Mesleğe başladığım sokakların nasıl yok edildiğini göstermek için böylesi bir belgesele ihtiyaç olduğunu düşündüm, meslektaşlarımın katkısıyla da sonuç itibariyle böylesi bir ürün ortaya çıktı.
- Belge filmi izlerken üç farklı temayla yüz yüze kalıyoruz, ilki Sur, ikincisi direniş ve üçüncüsü ise yıkım. Bu üçünü bir araya getirdiğimizde bir hafıza ve hafızasızlaştırmayı okuyoruz. Ve filmin ismi de belki de bu yüzden Sur’un hafızası. Hafıza neden önemlidir, belgefilmi, hafıza ve hafızasızlaştırma üzerinden nasıl okumalıyız?
Sur, sizin de işaret ettiğiniz gibi bir hafızayı temsil ediyor. En önemlisi de politik açıdan özne bir noktada duran ve Kürt özgürlük mücadelesinde sembol kentlerin başında gelen Amed’in hafızasını temsil ediyor. Yasak süreci ve sonrasında yapılan uygulamalara bakıldığında da çok net görülecektir ki mesele sadece birkaç tarihi yapının hedef alınması değil. Uygulamaların tümü politik kimlik ve mücadelenin izleri silinmesine yönelikti. Burada yaşayan insanların neredeyse tümü 1990’lı yıllarda köy yakmaları nedeniyle göç etmek zorunda kalan insanlardı. Koruculuğu kabul etmedikleri için köylerinden ya da ilçelerinden merkeze taşınmak zorunda kalan insanlardı. Dolaysıyla bu insanlara ikinci göç yaşatıldı. “Size yatacak yer yok” denildi. Bu nedenle meseleye de böyle bakmak gerekir. Hafızasızlaştırma derken aslında bunu kastediyoruz. Ha bu ne kadar başarıldı o ayrı bir konu tabi. İnsanların birçoğunun geri dönmesi, halen evleri için mücadele veren yurttaşların olması aslında bu hafızasızlaştırmaya karşı büyük bir direncin olduğunu da bize gösteriyor.
- Belgefilmin en can alıcı bölümlerinden biri de bir tarihin yıkımıdır ve bu yıkımı arşiv görüntüleri ile çok net görüyoruz. Tankların, dozerlerin şehir merkezine gelişi aslında bize çok şey anlatıyor. Bugün Gazze için konuştuğumuz yıkım felaketini Sur ‘da daha önce yaşandığına da tanık oluyoruz. Geçmiş ve bugünü, Sur ve Gazze’yi birlikte ele aldığımızda ulus devletin yıkım ve hafızasızlaştırma olduğunu söyleyebilir miyiz?
Gazze’deki yıkım felaketinin bir benzerini sadece Sur’da değil, aynı zamanda Nusaybin’de ve Şırnak merkezde de gördük. Ulus devletler, Gazze’de buna “Hamas”ı, yaşadığımız coğrafyada ise “PKK”yi gerekçe gösteriyor. Yıkımın yaşandığı bir başka ülkeye bakın yine bir gerekçenin öne sürüldüğünü göreceğiz. Yani aslında ulus devletlerin hep bir gerekçesi var. Ortada örgüt ya da muhalif/direnen bir damar olmasa da bir gerekçe yaratılıyor, sonuç itibariyle bu yıkımı ve hafızasızlaştırmayı gerçekleştiriyorlar. Bu da bize şunu gösteriyor; teklik üzerine kurulan hiçbir ulus devlet bu coğrafyaya yıkım dışında bir şey getirmedi. Ortadoğu’daki ulus devletlerin hangisine bakarsanız bakın mutlaka bir yıkım görürsünüz. Bu yıkım bazen fiziki olur bazen de kültürel olur. Egemen ırk dışında hiçbir kimliğe ve inanca yaşam şansı tanımaz.
- Esas mesleğiniz gazetecilik, bu filmi çekerken gazeteci olmanın ne gibi avantajlarıyla karşılaştınız, gazeteciliğin filminize ne gibi katkısı oldu?
Belgesel çekimiyle gazetecilik mesleği arasında doğrudan bir bağ var. Yapacağımız işi bir yemek yapmaya benzetirsek; kullanılan malzemeler aynı, sadece mutfağı farklı ve teknik olarak birbirinden ayrıştırdıkları bazı noktalar var. Uzun yıllardır yaptığım mesleğim elbette belgesel çekiminde çok fayda sağladı. Aslında belgeselin çıkış hikâyesi de yaptığım bir habere uzanıyor. Yıkılan mahallelerin havadan çekilen bir karesinin elime geçmesi üzerine böylesi bir çalışmaya başlamaya karar verdim. Tabi ki belgesel, bir haber ya da haber görüntüsü montajı yapmaktan farklı. Bu noktada bu süreç içerisinde birçok meslektaşımdan ve yakınımda sinema ile ilgilenen dostlardan destek aldım. Onlar olmasaydı belki bu çalışma bu aşamaya gelmeyecekti. Bu vesileyle belgesele katkı sunan tüm arkadaşlara da teşekkürlerimi iletmiş olayım.