İktidarın yürüttüğü tarım politikasından rahatsız olan ziraat odaları ve çiftçiler, çözüm önerileri sunuyor:
25 yıldır tarımla uğraşan Basri Ekinci, ‘Çiftçiyi dinleyen yok, çiftçi batsın diyorlar. Batmış durumdayız. Tarımdan bir şey kazanamıyoruz. Çözümsüz kaldık. Köylerimizi seviyoruz, kente göç etmek istemiyoruz. Ama böyle olursa göç yolu açılır’ dedi
‘Tarımsal üretim komada’ diyen Yenişehir Ziraat Odası Başkanı Süleyman İskenderoğlu, ‘Biz taşın altına gövdemizi koyduk, zor şartlarda üretim yapıyoruz. Böyle giderse tarlada çalışan kimseyi bulamayacaklar ve iş işten geçmiş olacak’ uyarısı yaptı
TMMOB Amed Ziraat Odası Eski Başkanı Abdussamed Ucaman, ‘Daha demokratik tarımsal üretim sistemi devletlerden önceki toplumların birikiminde mevcut. Ortaklaşa üretime ilişkin bir hafıza var’ diyerek yeni yolların aranabileceğini belirtiyor
Şirin Bayık
“Çiftçilik artık bitiyor” cümlesi, son yıllarda bir klişe olmaktan öteye geçemedi. Her sene çiftçinin isyanı sürerken, AKP iktidarı çözüme yönelik stratejik ve bilimsel bir politika üretemiyor. 2006 yılında çiftçiye milli gelirden yüzde 1’lik destek payı vaadi veren iktidar, yüzde 0.38’lik destek ile çiftçiyi toprağa küstürürken çareyi ise ithalatta arıyor. Bu arada tarımda tehlike çanları çalıyor. Enflasyon karşısında ezilen çiftçi borç bataklığında olduğunu söylüyor. Sonraki yıllar ekim yapmak için motivasyon bulamıyor. Tarım yaşı ise 56’ya yükseliyor.
Her sene tarımsal üretim bandının biraz daha azaldığı, kırsaldan metropollere göçün başladığı bu durumda ne tür önlemler alınabilir ve hangi çözüm yöntemlerine başvurulabilir? Çiftçiliğin günümüz koşullarındaki zorluklarını Amed’in çiftçileri ile, çiftçiliği yok eden politikaları Yenişehir Ziraat Odası Başkanı Süleyman İskenderoğlu ile çözüm yöntemlerini TMMOB Amed Ziraat Odası Eski Başkanı Abdussamed Ucaman ile konuştuk.
Göçe zorlanıyoruz
Amed’in Xana Axpar ilçesinde pamuk, mısır, buğday ve arpa üretimi yapan ve bu işi 25 yıldır sürdüren Basri Ekinci, “Artık çiftçilik yapmamızı istemiyor. Her gün daha da geriye gidiyoruz. Ne yapacağımızı bilmiyoruz” cümleleriyle çiftçilik yapmanın verdiği ağırlığı dile getirmeye çalıştı. Ardından yıllardır karşılaştıkları sorunları sıraladı. Basri Ekinci’ye gören Kürdistan’daki en büyük sorun Dicle Elektrik Anonim Şirketi (DEDAŞ). Yaşadıkları onlarca sorunun içerisinde bu sene onu en çok yoran elektrik faturaları olmuş. Ekinci, bu sene içerisinde yalnızca DEDAŞ’a 1 milyon 750 bin TL ödediğini söyledi. 200 dönümlük arazisinde buna rağmen borçtan kaynaklı iki sondajından birinin kapatıldığını belirtti. 150 dönümlük arazide üretim yapmaya çalışan Ekinci, girdi maliyetlerinin de bellerini iyice büktüğünü belirtti; “150 dönüm arazi için 16 ton gübre, 3 ton mazot aldım, işçilik ücreti var. 70-80 bin TL ilaç aldık. Daha önceleri pamuk gibi ürünlerde devlet desteği vardı ama şuan yok. Destek olarak ne kadar vereceklerini bilmiyoruz. 630 bin TL verecekleri konuşuluyor ama bu sadece mazot parasını karşılamaz. Bu sene açıklanan fiyatlarla yaptığımız hesapta bir kâr elde edemiyoruz. Biz de yavaş yavaş sondajlarımızı kapatacağız. Üretim yapmayacağız. Öyle görünüyor.” Artık çiftçiliği bırakma fikri üzerine yoğunlaşan Basri Ekinci, değil kâr elde etmek artık borçlarını bile ödeyemediğini söyledi.
“Kısacası” diyen Basri Ekinci, tüm taleplerine rağmen, “Çiftçiyi dinleyen yok, çiftçi batsın diyorlar. Batmış durumdayız. Burada tarım alanı var ama tarımdan bir şey kazanamıyoruz. Başka şeyler deniyoruz ama olmuyor. Hayvancılığa bakıyoruz yine orada da sıkıntılar var. Çözümsüz kaldık. Biz köylerimizi seviyoruz, kente göç etmek istemiyoruz. Ama böyle olursa göç yolu açılır” dedi.
‘DEDAŞ’a çalışıyoruz
10 seneden fazla bir zamandır pamuk ve buğday üretimi yapan Hacı Çelik de yine DEDAŞ’tan kaynaklı sorunlarını aktarırken, buna artık bir çözüm bulunması gerektiğini belirtti. DEDAŞ’ın her ay astronomik faturalar kestiğini ve ödenmediği takdirde enerjiyi kestiğini belirten Hacı Çelik, bu durumun ürün kaybına yol açtığını ekledi. Yine ürün fiyatlarının belirlenirken çiftçilerin dinlenmediğini belirten Hacı Çelik, “Bizi sona doğru götürüyorlar. Mazot, gübre fiyatlarına da her gün zam geliyor. Bu şartlarda artık yapamıyoruz bu işi. Devlet desteğini alamıyoruz nasıl sürdürelim çiftçiliği?” diye sordu.
Çiftçilerin artık kâr elde etmek bir yana sadece borç ödemek için çalıştığını söyleyen Hacı Çelik, “Artık hayvanlarımızı satıp borçları ödemeye çalışıyoruz. Artık her bankada borcumuz var” dedi. Yılın bir ayı hasadından gelir elde ettiklerini söyleyen Hacı Çelik, yalnızca enerji için her ay 500 bin TL civarında fatura ödemek zorunda kaldıklarını aktardı. Eğer ödeyemezlerse önce faiz ekleniyor sonra da DEDAŞ trafoları sökerek çiftçiyi enerjisiz bırakıyor. Hacı Çelik ise bu duruma ilişkin ise “Elektrik borcu nedeniyle biz kendi tarlamızda DEDAŞ’A işçi olarak çalışıyoruz yani” şeklinde konuştu.
5 maddede temel sorunlar
Çiftçiliğin mevcut sorunlarına ilişkin gazetemize değerlendirme yapan Yenişehir Ziraat Odası Başkanı Süleyman İskenderoğlu, çiftçilerin sorunları arasında ilk sırada Tarım Sigortaları Havuzu’nun (TARSİM) yer aldığını söyledi:
“Şimdi çiftçi üreticilerimiz tarım sigortalarını yapıyorlar. Çiftçi pamuk, buğday, mercimek, narenciye veya kayısı hangi ürünü üretiyorsa bunların sigortasını yapıyor. Bu ürünlerden herhangi biri zarar gördüğü vakit, TARSİM para ödememek için bin bir dereden su getiriyor. Çiftçiyi mağdur ediyor, kendi eksperlerini tehdit ediyor. Onlara ‘bölgeye çıktığınız zaman ürün kaybı vermeyin ki ben çiftçiye fazla para vermeyeyim’ diyor. Ancak Ziraat Bankası, Tarım Kredi Kooperatifleri ve özel bankalarda çiftçilerimiz kredi kullandığı zaman bu TARSİM’i şart koşuyorlar. Zorla TARSİM yaptırıyorlar ama bankalar poliçe bedelini peşin ödeyen çiftçiye sorun çıkarıyor. TARSİM ise ne çiftçiye cevap veriyor ne sorununu çözüyor. Biz TARSİM’den şikayetçiyiz. Bunun acilen düzenlenmesi gerekiyor.”
Enflasyon eziyor
Süleyman İskenderoğlu ikinci sorun olarak hububat fiyatlarını işaret etti: “Hububat fiyatları açıklanırken çiftçinin girdi maliyetleri göz önünde bulundurulmuyor. Gruplara göre; birinci grup 13 bin 750 TL, ikinci grup 13 bin 500 TL, üçüncü grup 13 bin 250 TL. Bunlar bir önceki yıla göre enflasyonun yarısı olarak bile açıklanmadı. Açıklanan hububat fiyatlarıyla enflasyonun karşılaştırılmasını istiyoruz. Bizim hesaplarımıza göre ikinci grupta olan buğdayı 15 bin 500 TL bekliyorduk. Ama açıklanan fiyatla birlikte çiftçi enflasyon karşısında ezilmiş oluyor. Emeği çöp oldu.”
‘Tarım desteği dibe vurdu’
Süleyman İskenderoğlu, üçüncü sorun olarak devlet desteklerinin yetersizliğini aktardı: “Henüz 2024 yılı ektiğimiz ürünün sertifikalı tohum parasını almadık. Yani geçen sene Ekim ve Kasım ayında ektiğimiz ürünün parası pul oldu gitti. Ayrıca çiftçinin parası yüzde 20 bandında enflasyon karşısında ezildi. AKP iktidarından önceki dönem çiftçiye verilen destekler çiftçinin girdi maliyetinin yüzde 35-37’sini karşılıyordu. Şuanda bu yüzde 8’e indi. Biz çiftçinin derdini anlatamıyoruz. 1990’lı yıllarda bir kilo pamuk karşılığında 4 litre mazot alıyorduk. Şuanda ise bir buçuk kilo pamuk satıyoruz bir litre mazot alabiliyoruz. Türkiye’nin pamuk ihtiyacını örnek alırsak, 1 milyon 800 ton kendi üretimimiz var ama 1 milyon 100 ton pamuk ithal ediyoruz. Başta Yunanistan’dan Avrupa ülkelerinden pamuk ithal ediyoruz. Bunun için yaklaşık 10 milyar dolar para harcıyoruz. Bu para neden çiftçimize verilmiyor? Çiftçiden kesilen para aslında sonraki yıllar için hükümetin kendinden kestiği paradır. Böylelikle döviz açığı oluyor. Her şeyi ithal ediyorlar.”
2006 tarihli Tarım Kanunu’nun, “tarımsal desteklemelerin finansmanı” başlıklı 21. maddesinde “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz” ifadelerini hatırlatan İskenderoğlu, “istatistiklere göre yüzde 1 olması gereken destek oranı şuan yüzde 0.38 şeklinde veriliyor” dedi.
‘Tarımda yaşlanıyoruz’
Tarımda istihdam alanında bir dönüşümün yaşandığına da işaret eden Süleyman İskenderoğlu İskenderoğlu, “Genç ve kadın çiftçilerimiz kente göç edecek duruma geldi. Çiftçiliğin bitmesiyle kente asgari ücretle çalışmayı göze alan genç ve kadın çiftçilerin göçü üretim alanında bir tehdittir. Tarımda çiftçi yaşı 56’yı geçti. Tarımda yaşlanıyoruz ve bunun önüne geçilmesi gerekiyor. Başta genç ve kadın çiftçilerimizin SGK primlerinin, elektrik, su ücretlerinin devlet tarafından karşılanması gerekiyor ki onları tarlada tutalım. Aksi halde köyden kente yumurta, hububat, et gelmezse sonumuz iyi değil. Desteklerin acilen yapılması gerekiyor” şeklinde uyardı.
Bir diğer sorun olarak sulama kanallarının yetersizliğe işaret eden Süleyman İskenderoğlu, Diyarbakır özelinde “Devletin acilen çiftçinin elektrik tüketiminden kurtulması için başta Silvan, Deve Geçidi ve Dicle Kralkızı Barajı’nı revize ve bakım onarımının bitirilmesi gerekiyor. Yoksa elektrik maliyetlerinden dolayı çiftçi kendi tarlasında kiracı konumunda. Sadece 1 dönüm mısırın sulaması için 3 bin TL para ödüyor. Pamukta da bu durum böyle. Bu tarlaların gelirinin yüzde 10’u direk enerji ücretlerine gidiyor zaten. Bu şartlar altında çiftçilik yapılmaz. Biz bu şartlar altında dünya tarımı ile nasıl mücadele edelim, rekabet alanı bitmiş bizde” dedi.
Çiftçilik bitmek üzere
Süleyman İskenderoğlu, “Öte yandan bu yıl kuraklık vardı ve Orta ve İç Anadolu ile Ege’de çiftçilere dönüm başı 4 bin 250 TL ile 6 bin 500 TL oranında bakanlık destek verdi. Ama Güneydoğu Anadolu’daki hububat üreticisine hiçbir destek verilmedi. Şuan bölgedeki çiftçinin borcu 1 trilyon TL’yi geçti. Çiftçi bankalara, Tarım Kredi Kooperatiflerine, mazotçuya, tohumcuya, gübreciye, sulamaya, DEDAŞ’a borçlu” diyerek yaşanan durumu aktardı. Tarımda tehlike çanlarının çaldığını söyleyen Süleyman İskenderoğlu, Ziraat Odaları Birliği’nin 65 noktada sorunların tespit edildiğini ve Tarım Bakanlığı ile paylaşıldığını da hatırlattı. ‘Biz taşın altına gövdemizi koyduk, zor şartlarda üretim yapıyoruz” diyerek iktidarın acil desteklemelerin başlatılması gerektiğini belirtti. Aksi takdirde, “tarlada çalışan kimseyi bulamayacaklar ve iş işten geçmiş olacak ve çiftçiliği bir kez bırakan bir daha çiftçiliğe dönmez” diye uyarıda bulundu.
‘Tarımsal üretim komada’
Süleyman İskenderoğlu, son olarak en büyük sorunlardan biri olarak girdi maliyetlerindeki artışına dikkat çekti: “Girdi maliyetlerinin başında enerji maliyeti geliyor. Mazot, gübre, tohum, zirai ilaç yine çiftçiyi zora sokan girdi maliyetlerinin başında geliyor. Bu ürünler de sürekli zamlanıyor” dedi. Bu şartlar altında tarımın ‘sürdürülemez’ durumuna vurgu yapan İskenderoğlu, ‘Şuan komadayız’ değerlendirmesinde bulundu.
Demokratik tarım mümkün mü?
Tüm bu sorunlar karşısında tarımda devamlılığın sağlanması adına çözümleri ise TMMOB Amed Ziraat Mühendisler Eski Başkanı Abdussamed Ucaman ile konuştuk. Abdussamed Ucaman, ilk etapta çiftçiler ile ilgili sorunların çözülmesi gerektiğini söyledi.
Abdussamed Ucaman, “Çiftçilerin en büyük sorununun girdi maliyetlerindeki yüksekliğin olduğunu biliyoruz. Yakıt, elektrik, su, gübre gibi kalemlere bakıldığında, devlet politikasında bu soruna ilişkin düzenlemeler bulunmuyor. Bu değişimin olmamasının anlamı; devletin, ‘maliyetleri nasıl azaltabilirim?’ sorusuna ilişkin bir fokus çalışmasının olmamasıdır” dedi. Abdussamed Ucaman, devamında, “Üretim sadece çiftçiyle alakalı bir durum değildir, çiftçinin kazanıp kazanmaması ile ilgili de değildir. Üretim, son raddede tüketiciye ulaşıyor. Tüketicinin gıdaya ulaşılabilirliği ve gıda güvenliği ile ilgili bir sıkıntıya dönüşüyor. Bu da üretim az ise veya yapılamamışsa ithal olarak yüksek rakamların paranın diğer ülkelere çıkışıdır. Bu da ekstra ekonomiyi etkileyen bir durumdur. Bununla ilgili sonuç odaklı bakılıyor. Çıktı ne ise buna göre önlem alma mantığı var. Aslında sorunun sebebine bakarak çözüm bulmaya çalışırsak, ortada sorun kalmaz. Türkiye’deki tarım politikası ile ilgili belli şeyler yapılmış, ama üzerinde pek durulmayan şeyler var. Arazilerinin tarım sayımı, arazilerde ürün bazlı ne kadar ve hangi ürünler ekildiğine ilişkin makro ihtiyaç duyulan kalemlerin tespiti, bu kalemlerin bu tarımsal alanlara ekilmesine ilişkin kara tahtamız yok. Tarımda sadece çiftçiyi destekleme ile tarımda bir bilinç oluşturma olmuyor. Bu konuda çiftçinin eğitilmesi, kavratılması gerekiyor. Günümüzde bunun teknolojisi var. Türkiye’de ekim alanlarına nelerin ekilebileceğine dair büyük bir haritalandırma ve bu haritalandırmaya göre de her alanı belirli bir kapasiteye sınırlandırma gerekiyor. Yöntemlerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Böylelikle verimli bir tarımla ithal girdi maliyetleri minimize edilebilir. Böyle bir politik alt yapı oluşturulmalıdır. Şuan şekilci politikalarla bu işe bakılıyor. İşte ‘biz köylülere bu ürünü ekersen şu kadar destek alırsın, şu ürünü ekersen destek alamazsın’ denilerek bir politika yürütülüyor. Yani destekleme üzerinden bir yaklaşım var. Bir taraftan çiftçiyi eğitmek bir taraftan nasıl yapacağını göstermek bir taraftan bunu desteklemek bir taraftan da girdi maliyetlerini azaltmak lazım” dedi.
Kooperatifçiliğin durumu
İkinci etapta ise, üretilen ürünün pazar alanına ulaştırılmasına dönük politikaların hayata geçirilmesi gerektiğini belirten Abdussamed Ucaman, “Şuan çiftçinin ürününün pazar alanına ulaştırılabilmesi için aracılar var. Genelde neredeyse emek harcamamış aracılar çiftçi ile aynı veya daha fazla kazanç elde ediyor. Örneğin buğdayın hasadından sonra lisanslı veya lisanssız silolara yönelik aracılar köylüden ürünü daha ucuza alarak daha yüksek fiyata satabiliyor. Çiftçilerin lisanslı silolara başvuruları çok uzun zaman alabiliyor bu yüzden çiftçi elindeki ürünü hemen satmak istiyor ve hızlı bir şekilde belirlenen fiyatın çok altında aracılara satıyor. Bu da bazen çiftçinin diğer girdi maliyetlerini de hesaplarsak ya hiç üretim yapmamış gibi olmasına ya da zarara uğramasına yol açıyor. Böylelikle çiftçiler bir sonraki yıla girdi maliyetleri döviz bazlı olduğu için o yıl ektiği ve sattığı fiyatla bir sonraki yıl tarlayı ekemiyor. Üzerine eklemek zorunda kalıyor. Dolayısıyla aracı kesimi ile ilgili yeniden bir örgütlenme sistemi, yeniden yapılanma sistemi gerekiyor. ‘Çiftçi aracısız ürününü nasıl pazara ulaştırabilir?’ sorusu sorulmalı. Bizim tercih ettiğimiz çözüm her bölgenin bununla ilgili bir tarım kooperatifi oluşturması. Bu kooperatif çiftçiden ürünü almalı ve çiftçi de kooperatifin üyesi olmalı ve çiftçi ürününü sattığı zaman hemen karşılığını almalı” dedi.
Çiftçi her aşamada olmalı
Üçüncü etapta ise ürün işleme alanlarına ilişkin düzenlemelere işaret eden Abdussamed Ucaman, “Ürünü işleme, paketleme ve onu halka sunma ile ilgili bölgemizde genelde bölgemiz dışında olan alanlarda bu işlemler yapılıyor. Örneğin burada üretilen buğday, Adana’da un fabrikasında elenip pastacılık, ekmeklik, makarna unu olarak bölgeye geri geliyor. Böylelikle gidip geldiğinde ayrıca bir maliyet çıkıyor. Ayrıca burada çiftçinin herhangi bir kazancı yok. Sadece ürünü hasat etmiş ve hasattan sonraki işlemler içerisinde olmadığı için bu geri dönüş çiftçiye kazanç sağlamıyor. Bu yüzden ortadan aracılar kaldırıldığı ve kooperatiflerin oluşturulması ile bu kooperatifler kendi ürününü işleyebilecek en az yüzde 50 potansiyelinde işletmeler olmalı. Çiftçi böylelikle kooperatife üye olduğu için üretimden satışına kadar gelir elde edebilir. İl bazlı düşündüğümüzde mevcut gelir o ilde kaldığı için bu durum diğer illeri üretime ve işlemeye teşvik edebilir. Böylelikle söz konusu ürünü üretmeyen illere bu şekilde üretimden işlemeye kadar her alanda çiftçi satış yapabilecek. Öte yandan üründen çıkan atık ürünleri de hayvancılığı da teşvik eden bir alan oluşturabilir. Böylelikle örneğin farklı bir rasyonda olan yem fiyatları da azalmış olacak. Devlet de bu sistemi teşvik etmeli ve içerisinde olmalı. Şuan benzer şekilde kooperatifler var ama bunlar teşvik edilmediği için takip etme, kısa süreli eğitim verme gibi şeklinde sınırlı kalıyor. Bunun pazarı, altyapısı, işletme merkezleri gibi bir teşvik ve ön açısı bir yönlendirme olmadığı için verim sağlamıyor. Maalesef kooperatifçilik de bu yüzden yok oluyor, kooperatifler ya kendini kapatıyor ya borcu var. Bu da olumsuz örnek teşkil ediyor. Böylelikle çiftçi de klasik olarak ‘ben ürünümü elimden çıkarayım’ refleksine yönlendiriliyor. Bu bilimsel bir tarım yöntemi değildir. Bu sadece ekonomik risklere karşı güdüsel bir tepki olarak ortaya çıkıyor” diye ifade etti.
Bilimsel yöntemler
Abdussamed Ucaman, son basamakta ise, tarımsal alanlarının sayımının önemine ve tarımda radikal demokrasinin sağlanmasına dikkat çekti. Abdussamed Ucaman, “Tarım sayımı ile birlikte bölgelere göre özgün alanlar tespit edilir, hangi bölgede hangi ürün ekilebilir ve bu arazilerde kaç ürün münavebeli(nöbetleşerek) olarak ekilebilir sorusunun yanıtını tespit edilir. Çünkü toprağa sürekli aynı ürünleri ekersen toprak zayıflatılır. Bu münavebeli ekim sistemi gözetilerek her bölgenin mikro alanlarından bizim oluşturacağımız politikalarımız olmalı. Bu politika ile çiftçiye ‘sen bu ürünü bu şekilde ekersen biz sana teşvik veririz, bunun eğitimini de veririz’ denilmesi gerekiyor. Çünkü şuan ekilen bazı ürünler tarladan kaldırılamıyor. Bu sebeple bir bilinçlendirme bir taraftan kavratman bir taraftan da ürünün teşviki için politikalar oluşturulması gerekiyor. Ve mutlaka tarım yasasında belirtilen yüzde 1’lik desteğin verilmesi gerekiyor. Çünkü bu bir esastır. Devletin bunun uygulayıcısı ve takipçisi olması gerekiyor. Böylece kendine yetebilirlik olacak, ithalat minimize edilir, risklere hazırlıklı olunur. Ama bu sistem kolektif bir bilinçle oluşmadığı sürece çiftçi bireysel bırakıldığı müddetçe, çiftçinin antropolojik davranış biçimi bellidir. Örneğin gübreyi, ilacı fazla kullanabiliyor ve bu hem girdi maliyetlerini arttırıyor hem de ekolojik zarara yol açabiliyor. Toprağın agraga sistemi bozulmaya başlayabiliyor. Ürün deseni gittikçe daralıp çölleşmeye bile sebep olabilir. Artık bilinçsiz tarımın, bilinçsiz ekimin sonlanması da gerekiyor” diye ifade etti.
Toplumun belleği var
Abdussamed Ucaman, “Aslına bakıldığında daha demokratik tarımsal üretim sistemi devletlerden önceki toplumların birikiminde mevcut. Ortaklaşa üretim, hangi ürünün üretileceğine ilişkin bir hafıza var” diyerek devletin demokratik tarım politikalarını uygulamaması durumunda uygulanabilecek farklı tarımsal üretim bilincine işaret etti. Abdussamed Ucaman, “Yöntem olarak bahsettiğimiz demokratik tarım politikası devletin uygulayabileceği ve uygulaması gerektiği bir yöntemdir. Ancak uygulanmadığı takdirde bazı kalemler sınırlanıyor. Örneğin Dünya Ticaret Örgütleri’nin anlaşmaları ile vs. Ama yine yapılabilecek birçok şey var. Her bölge, her lokasyon, her havza yine öz, kolektif bu sorunları minimize etmekle ilgili yöntemler de mevcut. Ürünü üretip pazarını kolektifleştirerek, demokratikleştirerek ürünü işleyebilir. Ürünü işledikten sonra bunun pazarını oluşturmak. Bunu kolektif bir şekilde yapabiliriz. Köylü bilinçlendirme ile ilgili eğitim çalışmalarında ilgili aktörlerin bu konuda özverili olması. Bunu politik bir duruma dönüştürmesi. Devleti ‘biz böyle yapıyoruz’ diyerek zorlaması. Örneğin, üretici birlikleri, odalar, teknik odalar, bu işin sanayisini, endüstrisini ve işin pazarı olmak üzere tümünü o kentte ortaklaşa birleştirip bir uyum içerisinde uygulayabilir. Bu biraz lokal olarak kalacaktır ancak zamanla teşvik edici olabilir. Bu durum o lokasyonda zararı minimize eder, refahı yükseltir. Bu örnek model olabilir. Eğer devlet politikası bu şekilde sürecekse değerlendirecekse çiftçinin kendi içerisinde kolektif bir şey oluşturup, o kolektif yapıda birbirini eğiten, birbirleriyle kolaylaştırıcı olan bir yapıya dönüştürebilir. Dayanışma, ortaklaşma ve kolektivizmi ortaya koyabilirler” dedi.