Belli ki, bölgesel konjonktürün zorlamasıyla, mecburen bu yola giren Türk devlet aklı, hala sorunun çözümünden Kürt halk iradesinin tasfiyesini anlamakta, buna odaklanmaktadır. Rojava’da gelişecek bir statü doğrudan Bakur’u etkiler denilip ha bire orası baskı altına alınıp sindirilmek isteniyor
Yıllardır Trump’la bir görüşme yapmak için didinen, bunun için her türlü yola başvuran Erdoğan, sonunda muradına erdi. Beyaz Saray’da, tam da ‘Büyükelçinin’ dediği gibi yaşanan ‘meşruiyet’ sorununa ‘çare’ bulundu. Erdoğan uzun süredir beklediği rahatlığı bu görüşme ile sağladı denilebilir. Artık seçimlere kadar bir koltuk sorununun olmadığını söylemek yanlış olmaz. ABD’den böyle bir olur alan, bir nevi onların belirlediği yola giren Erdoğan için içerde yapılacaklar daha kolay olacaktır. Bu yanıyla görüşmenin iktidar açısından olumlu geçtiği söylenebilir. Fakat görüşmenin dışa yansıyan kısımlarına bakarak olumlu geçmeyen, üzerinde uzlaşı sağlanamayan kısımlarının da olduğu görülüyor.
Malum! İktidarın, Türk devlet yönetiminin epey zamandır temel gündemlerinden biri İsrail’in bölgede izlediği politikalardır. Tabii ki, bahsi edilen politikalar Filistin ile ilgili olanlar değildir. Filistin’de yaşananlar AKP-Erdoğan için sadece ve sadece halkı manipüle etmek, desteğini almak için başvurulan bir propaganda aracından ibarettirler. Erdoğan tersini iddia etse de, Filistin konusunda izlediği politikanın İsrail’i rahatsız etmediği aşikârdır. Bu hususta, asıl sorun İsrail’in Suriye özelinde yürüttüğü politikalar, daha doğrusu Kürtler ile ilgili dile getirdikleri olmaktadır. İsrail merkezi bir Suriye’den yana olmadığını söylemekte, bu da Erdoğan yönetimini fazlasıyla rahatsız etmektedir.
Trump ile yapılan toplantının sonrasında dile gelenler gösteriyor ki, görüşmeden bu konuda elle tutulur bir sonuç çıkmamıştır. Halbuki, birçok kimse Trump -Erdoğan görüşmesinin önemli bir gündeminin İsrail- Türkiye ilişkileri olduğunu dile getirmiş, Trump’ın bu konuda aracı rol oynayacağını vurgulamıştı. Kuşkusuz, Netanyahu-Trump görüşmesinin sonucu da bu minvalde önemlidir. Fakat birinci görüşmeden yansıyanlar, Türk devleti açısından esas tehdit olarak görülen konuda ciddi bir ilerlemenin yaşanmadığını göstermektedir. Yani İsrail ile bölgede devam eden çıkar çatışması sürmektedir.
Bu çatışma nereye evrilir, kim geri adım atar onun sonuçlarını yaşayarak göreceğiz. Fakat ulus devlet ideolojisine dayalı politikalar ile bölgede halklar lehine bir sonuç alınmadığını, alınamayacağını Gazze-İsrail savaşından yeterince görmek mümkündür. Dün Irak’ta yaşanan durum bugün İsrail-Filistin özelinde yaşanmaktadır. Dolayısıyla, Türk devlet aklının planladığı, öngördüğü biçimde Suriye’de bir ulus devlet inşasına yönelmek mümkün değildir. Buna ne bölgenin dinamikleri izin verir ne de bir DAİŞ’liyi Suriye’de iktidara getiren akıl yol açar. Bu DAİŞ’linin kendisi gibileri sistemin içine çekmek, eritmek için neredeyse son yirmi yıldır hazırlandığı bütün çıplaklığı ile ortada zaten. Bu nedenle, Suriye’ye yaklaşırken hayatın gerçeklerinden kopmamak, Saddam’ın, Esad’ın başına gelenlerden, bugünlerde İran’da yaşananlardan ders almak mühim.
Şüphesiz, uzun bir zamandır Suriye’de yürütülen politikalar doğrudan Türkiye’de izlenen siyaset ile bağlantılı gelişiyor. Adeta birbirinin içine geçmiş bir siyasal konjonktür söz konusu. Türkiye’de atılan bir adım Suriye’yi etkilediği gibi orada yaşanan bir gelişme de Türkiye’deki siyasete yön verebiliyor. Açık ki, ülkenin son bir yılına damgasını vuran temel gelişme ‘Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ oluyor. Bu sürecin nereden nereye geldiği yeterince biliniyor. Fakat iktidarın bu süreci fazlasıyla Rojava-Suriye eksenli yürütmek istediği, Suriye’deki halklar demokratik bir yönetim kurmasın diye uğraştığı da görülüyor. Bu bağlamda, son bir bilgi oldukça manidar. AKP’li kaynakları adres gösteren partinin sözcüsü Yeni Şafak gazetesine göre, AKP’nin sürece dair hukuksal düzenleme hazırlıkları Kasım ayı sonunda tamamlanacak. Yani çokça dile getirdikleri 10 Mart anlaşmasının nihayete ereceği tarihe kadar.
Görülen o ki, iktidar için temel sorun çokça dile geldiği üzere, Rojava-Suriye’de Kürtlerin hak, hukuk, statü sahibi olmaması. Kürtler Suriye’de bir statüye kavuşmasın, Suriye’de demokratik bir rejime ön ayak olmasın diye hemen her şey yapılıyor. Bunun için Colani yönetimi başta olmak üzere, herkes baskılanıyor, içerde ve dışarda tüm imkânlar buna seferber ediliyor.
Dikkat edilirse, bugünlerde hala netleşmeyen konu Meclis’te oluşturulan komisyonun Önder Apo ile görüşüp görüşmemesi oluyor. Bu konuda ciddi bir ağırdan alma, zamana yayma siyaseti devrede. Halbuki, iktidar da devlet de çok iyi biliyor ki, Önder Apo ile görüşmeyen bir komisyon hem kendi varlığına hem de devam eden sürecin varlığına son verecek. Bu konuda en ufak bir kafa karışıklığı yok. Fakat buna rağmen bu konuda karar verilmiyor. Son bir yılda yapıldığı üzere, sadece konuşuluyor ama pratik adım atılmıyor.
Belli ki, bölgesel konjonktürün zorlamasıyla, mecburen bu yola giren Türk devlet aklı, hala sorunun çözümünden Kürt halk iradesinin tasfiyesini anlamakta, buna odaklanmaktadır. Rojava’da gelişecek bir statü doğrudan Bakur’u etkiler denilip ha bire orası baskı altına alınıp sindirilmek isteniyor. Gerçek bir çözüm niyeti olsa bunların hiçbirinin yaşanmayacağı, Rojava’daki sürecin Bakur için bir desteğe dönüşeceği aşikârdır. Dolayısıyla geçen bir yıldan çıkarılacak derslere de bakarak, soruna gerçekçi yaklaşmak, yeni bir hayale kapılıp halklarımızın ortak geleceğini heba etmemek gerekir.