Katledilmesinin üzerinden 3 yıl geçen Jineolojî Araştırma Merkezi üyesi ve gazeteci Nagihan Akarsel’i anlatan ve Akarsel’in ‘manevi ailem’ dediği Yıldırımcı çifti, ‘Jinwar’ı duyunca hiç şaşırmadım. ‘Kesin Nagihan’ın parmağı vardır bunda’ diyordum. Zaten köyün yeri seçilirken çok dolaşmışlar, her yeri karış karış aramışlar. Sonunda kayısı bahçelerinin olduğu bir bölgede karar kılmışlar…Bu, Nagihan’dan beklenen bir davranıştı’ dedi
Federe Kürdistan Bölgesi’nin Silêmaniye kentinde 4 Ekim 2022 tarihinde katledilen Jineolojî Araştırma Merkezi üyesi ve gazeteci Nagihan Akarsel ardından kocaman bir direniş mirası bıraktı. Çok yönlü kişiliği ile halkların mücadelesine büyük katkılar sunan Nagihan Akarsel’i Ankara’daki üniversite yıllarında tanıştığı ve herkese “manevi ailem” dediği Reyhan ve Yılmaz Yıldırımcı çifti anlattı.
Hep bizeydi
Nagihan Akarsel’i anlatırken insanın zorlandığını belirten Yılmaz Yıldırımcı, ailelerine girişinin bir tesadüften öte olduğunu ifade ederek tanışmalarını şu şekilde anlattı: “Nagihan uzun süre bizimle kaldı, evimizde yaşadı. 2001 yılında bir arkadaş aracılığıyla tanıştık. Çalışmaya ihtiyacı olduğunu söyledi. Oğlumuz Baran o zaman küçüktü ve Nagihan ona bakabileceğini, karşılığında ücret alabileceğini belirtti. Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenciydi. Bu ilk tanışma kısa sürede derin bir bağa dönüştü. İlk birkaç günün ardından Baran’a ve bize faydalı olabileceğini, ailemizin bir parçası olabileceğini düşündük. Emeğe, çocuğa bakışı ve sorunlara çözüm arayışındaki duruşu onu ailemizin vazgeçilmezi yaptı. ‘Bizi bıraksa da biz onu bırakmayız’ dedik. 2001’den, gözaltına alınıp tutuklandığı tarihe kadar bizimleydi. ”
Emeğini ortaya koyardı
Nagihan’ın insanlarla kurduğu ilişkiyi “Her bağı bir yaşam tohumu gibi özeldi” diyerek tanımlayan Yılmaz Yıldırımcı, “Her ilişkiye, her arkadaşlığa, her yaşanmış güne büyük bir anlam yüklerdi. Sıradan bir ilişki kurmaz, geleceğe tohum eker gibi bağ kurardı. Sorunları mevcut sistemden bağımsız ele almaz, her zaman kökenine inmeye özen gösterirdi” dedi. Yılmaz Yıldırımcı, sistem eleştirisini bireysel sorunlara yansıtan yaklaşımını bir örnekle şöyle açıkladı: “Bir kadının eşinden, ailesinden çektiği baskıyı, erkek egemen zihniyetin etkisini çözümler, sorunların kaynağına dair perspektif sunardı. Onun gösterdiği yol ve yöntemler, zamanla bizim de sorunları çözme biçimimizi şekillendirdi. Cebindeki iki kuruşu bile paylaşırdı. Ev işlerinden çocuk bakımına, yemekten ütüye, hiçbir işi başkasına bırakmaz, emeğini ortaya koyardı.”
Boşluk bırakmaya bir tarzı vardı
Nagihan Akarsel’in en çok kabullenemediği şeylerden birinin zamanın boşa harcanması olduğunu söyleyen Yılmaz Yıldırımcı, “’Zamanınızı boşa harcar, onu hoyratça tüketirseniz, bu hayat yaşanmış sayılmaz’ derdi. Zamana büyük anlam yüklerdi. Gözlemlediğim kadarıyla gerçekten de hayatında boş geçen vakti yoktu. Nagihan okuduğu şeyleri hem eleştiriyor hem de eksiklerini söylüyordu. ‘Toplumsal yaşama karşılığı nedir?’ diye araştırmaya çalışıyordu. Yaşamı dolu dolu yaşayan, boşluk bırakmayan bir tarzı vardı” ifadelerini kullandı.
‘Kadının bir bilimi olmalı’ derdi
Nagihan’ın Gölyazı’daki ağaç anısını ve kadın-doğa bağına dair Yılmaz Yıldırımcı, şunları anlattı: “Gölyazı, çok fazla ağacı olmayan bir yerdi; hatırladığım kadarıyla sadece bir ya da iki ağaç vardı. Bayramlarda ve ziyaretlerde giderdik. Ailemiz gibiydi. Günün sonunda geziye çıktığımızda Nagihan o ağacın altında otururdu. O az sayıdaki ağaçtan birine sırtını dayar, çölde bir yaşam kaynağı gibi görürdü onu. Şöyle derdi: ‘Eğer kadın özgür yaşarsa, doğa ile birlikte yaşamalıdır, kendi kökleri üzerinde durmalıdır.’ Bu bakış açısı sadece köydeki kadınlara değil, metropollerdeki kadınlara da yönelikti. 2001 yılında bunu fazla önemsememiş, anlam verememiştim ama Nagihan sürekli ‘Kadının bir bilimi olmalı’ derdi. Kadını, tarihini ve kökleriyle birlikte ortaya çıkaran, bugünkü yaşama anlam katan bir sosyoloji bilimi olmalıydı. ‘Toplumun içinde yeni bir toplumsal anlayış ve yaşam tarzı olmalı’ derdi. Ben ‘Nasıl olur, nedir bunun ismi?’ diye sorardım. O ise ‘Biz bunu jineoloji kavramıyla, jineoloji bilimiyle geliştireceğiz’ diye cevap verirdi.”
Pratik bir kadındı
Akarsel’in gündelik yaşamda çok pratik biri olduğunu anlatan Yılmaz Yıldırımcı,“Hani derler ya, ‘Söylemenin en iyi yolu yapmaktır.’ Bu söz tam Nagihan’a göreydi. Pratiğe dökmekte hiç tereddüt etmezdi. Bazı insanlar çok okur ama hayata geçirmez. Nagihan ise okuduklarını mutlaka uygulardı.Yani sadece söyledikleriyle değil, doğrudan yaptıklarıyla insanı harekete geçirirdi” diye belirtti.
Bir anını boş geçirmezdi
Nagihan Akarsel ile olan bağını anlatırken ilk günkü acıyı yaşayan Reyhan Yıldırımcı, hala yasını tuttuğunu söyledi. Reyhan Yıldırımcı, “Nagihan’la birlikteliğimiz anne-kız ilişkisi gibiydi, ama ötesinde de bir yoldaşlık, kız kardeşlik ve arkadaşlıktı. Sezgi ve maneviyat üzerinden bir bağ kurduk. Haftada bir gün izni vardı. O bir günlük izinde sabah kalkar, kahvaltımızı yapardık. Ardından ‘Hadi, bugün temizlik günümüz’ derdi. Üçümüz birlikte evi temizlerdik. İş bittikten sonra da Nagihan, ‘Şimdi oturalım, kendimize zaman ayıralım; okuma yapalım, film izleyelim, şiir okuyalım’ derdi. Zamanı değerlendirmeyi çok iyi bilirdi. Her anı, her saniyeyi emekle, özenle yaşardı. Kurduğu ilişkiler de bu anlayışın bir yansımasıydı” diye belirtti.
Her alanda çalıştı
Nagihan Akarsel’in Konya’da sürgün bir yapının içinde doğduğunu belirten Reyhan Yıldırımcı, kadın olmanın yanı sıra Kürt kimliği nedeniyle de bu topraklarda yaşadığı zorlukların mücadele anlayışını şekillendirdiğini söyledi. Gölyazı’nın “kadınlar köyü” olarak anıldığını dile getiren Reyhan Yıldırımcı, erkeklerin çoğunlukla Avrupa’da çalıştığını, kadınların ise köyde çocukları, hayvanları ve ev işleriyle ilgilendiğini kaydetti. Kadınların, yaşam koşullarını kabullenmiş ve bu durumun değişmeyeceğini benimsemiş olduklarını ifade eden Reyhan Yıldırımcı, Nagihan’ın bu duruma karşı yoğun bir çaba gösterdiğini söyledi.
Bu Nagihan’dan beklenen bir davranıştı
Nagihan’ın gazetecilik yaptığı dönemde Suriye’de iç savaşın sürdüğünü ve orada bir “kadın devrimi”nin yükseldiğini söyleyen Reyhan Yıldırımcı, şöyle devam etti: “O da yönünü oraya çevirdi. Rojava’da Jineolojî alanında akademik çalışmalar yaptı. Sonrasında kurulacak olan Jinwar Köyü’nün de kurucularından biri olarak anıldı. Bu projeyi daha önce ailesine ve arkadaşlarına anlattığını biliyoruz. Muhtemelen Gölyazı’daki kadınlardan yola çıkarak böyle bir proje düşündü. Daha öncesinde ‘Bir kadın köyü kurmak istiyorum. Üretimini, hayvancılığını, sebzesini, meyvesini, ilaçlarını kadınların kendilerinin üreteceği bir köy olacak. Hatta seni de o köye davet edeceğim’ derdi. Bu isteğini ilk duyduğumda çok anlam vermemiştim. Sonra kadın kütüphanesi açıldı. ‘Kadının hafızası’ diyordu oraya. Orayı da göremedim ama hep anlatıyordu. Ütopyalarını, hayallerini birebir hayata geçirdi. Jinwar’ı duyunca hiç şaşırmadım. ‘Kesin Nagihan’ın parmağı vardır bunda’ diyordum. Zaten köyün yeri seçilirken çok dolaşmışlar, her yeri karış karış aramışlar. Sonunda kayısı bahçelerinin olduğu bir bölgede karar kılmışlar. Yine bir ağaca dönüyoruz aslında meyveye, doğaya, kadına… Bu, Nagihan’dan beklenen bir davranıştı.”
Haber: Fırat Can Arslan / MA