• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
4 Kasım 2025 Salı
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Manşet

Bakırhan: Entegrasyon yasaları bir an önce çıkarılmalı

4 Kasım 2025 Salı - 14:35
Kategori: Manşet, Politika

Demokratik entegrasyonun sadece Kürt sorununun çözümü değil, Türkiye’nin topyekûn demokratikleşmesinin anahtarı olduğunu söyleyen DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, demokratik entegrasyon yasalarının bir an önce çıkarılması gerektiğini belirtti

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin haftalık grup toplantısında güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

3 Kasım 1992 tarihinde faili meçhul bir şekilde katledilen Halkın Emek Partisi (HEP) Dîlok İl Başkanı Abdulsamet Sakık’ı anarak konuşmasına başlayan Tuncer Bakırhan, “O’nun şahsında demokrasi mücadelesinde çalışırken, emek verirken yaşamını yitiren bütün arkadaşları da saygı ve minnetle anıyorum. Yine 2022 yılında haksız ve hukuksuz bir şekilde yaklaşık 3 yıl cezaevinde tutsak kalan Semra Güzel arkadaşımız dün tahliye edildi. Aramıza hoş geldi. Geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bir önceki dönem milletvekilimiz olan Hüda Kaya’ya da bir buçuk yıllık bir ceza verildi. Ona da geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bu ülkenin sorunlarının konuşana, muhalefet edene ceza verilmeyle çözülmeyeceğini bir kez daha belirtiyorum. Tam 9 yıl önce 2016 4 Kasım’ında demokratik siyaset susturulmak istendi. Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile birlikte birçok milletvekilimiz 9 yıl önce bugün evlerinden, iş yerlerinden alınıp tutuklanarak cezaevlerine gönderildiler. 4 Kasım 2016 salt bir hukuk operasyonu veya basit bir tutuklama dalgası değildi. Bu tarih, iktidarın Kürt meselesine yaklaşımında yaşanan radikal bir paradigmanın aynı zamanda miladıydı. Hedef sadece tutuklanan arkadaşlarımız değildi. Onların temsil ettiği 3’üncü yol paradigmasıydı. Demokratik Kürt siyasetiyle Türkiye sol sosyalist güçlerinin kurduğu ittifakı dağıtmaya dönüktü. Barışı ve eşitliği kararlıca savunanları cezalandırmaktı” dedi.

‘Hakkari’den İstanbul’a uzanan kayyımlarla devam ediyor’ 

Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik yapılan 4 Kasım Siyasi Darbesi’ni anımsatan Tuncer Bakırhan devamla şunları söyledi:

“4 Kasım iradeye yapılan müdahale kısa bir süre sonra yerel yönetimlerle devam etti. Yine o tarihlerde birçok belediyemize kayyımlar atandı. Bugün Sayın Ahmet Türk de burada. Onun da içerisinde olduğu birçok belediye eşbaşkanlarımız ve yöneticilerimiz de bu kumpas davaları sonucu cezaevlerine konuldu. O gün döşenen yol bugün Hakkari’den İstanbul’a uzanan kayyımlarla devam ediyor. Bu süreç hukukun bir siyasi araç olarak kullanılmasına Geçişi hızlandırdı. Bugün birlikte yaşıyor görüyoruz. 4 Kasım sonrasında hukuk çok daha fazla keyfiyet alanına çekildi. Geçen tüm zorlu süreçlere rağmen ne biz dışarıda kalanlar ne de içeride olan arkadaşlarımız mücadele etmekten vazgeçmediler. Hiçbirimiz geri adım atmadık. Onun için bugün buradayız. Barışın, eşitliğin, özgürlüğün en ön saflarında yer almaya devam ettik.

‘Sürecin selameti için kumpas davaları artık sona ermeli’ 

Biz Meclis’te, arkadaşlarımız cezaevlerinde; biz meydanlarda onlar mahkemelerde adaleti ve barışı savunmaya devam ettiler. Demokratik siyaseti susturmak isteyenlere yanıtımız barışın dili susmaz, barışın dilini susturamazsınız oldu. Bugün konuştuğumuz barış süreci tam da 4 Kasım’da dayatılan tasfiye politikalarına karşı gösterilen mücadelenin, sabrın ve kararlılığın bir meyvesidir. Şimdi bu sürecin selameti için kumpas davaları artık sona ermeli. Barış konuşacaksak kumpas bitmeli. Dün AİHM Selahattin Demirtaş hakkında 8 Temmuz 2025’de verdiği kararda Kobanê Davasındaki tutukluluğun siyasi saiklerle sürdürüldüğünü açıkça tespit etmiş ve tahliyesini istemiştir. İktidarın 8 Ekim’de son gün yaptığı itiraz reddedildi. Böylece Selahattin Demirtaş Kobanê Kumpas Davasında yargılanan arkadaşlarımızın kararı kesinleşmiş oldu. Türkiye, AİHS’in 46. maddesi gereği bu ve daha önce verilmiş AİHM kararlarına uymakla yükümlüdür. Bu nedenle vakit kaybetmeden bir an önce başta Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve Kobanê Kumpas Davası’nda yargılanan bütün arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır.

‘Toplumsal barışın tesisi hukuka uymaktan geçer’ 

Türkiye’nin normalleşmesi ve toplumsal barışın tesisi hukuka uymaktan geçer. Bu hukuksuzluğu sürdürmenin vicdani ve siyasi karşılığı artık kalmamıştır. Bu kısır döngü bu ayıp artık bitmelidir. Yüksekdağ, Demirtaş, Ali Ürküt, Nazmi Gür, Alp Altınörs, Günay Kubilay, Aynur Aşan, Bülent Parmaksız, Dilek Yağlı, İsmail Şengül, Pervin Oduncu, Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci, Zeki Çelik artık özgür olmalıdır. Ayrıca Leyla Güven, Selçuk Kozağaçlı, Osman Kavala, Can Atalay, Selçuk Mızraklı, Mehmet Sıddık Akış, Cihan Kahraman, Bekir Kaya, Ayşe Gökkan ve daha adını sayacağımız yüzlerce binlerce siyasi tutsak arkadaşlarımızla derhal serbest bırakılmalıdır.

‘Yerel yönetimler merkezi kıskacıyla nefessiz bırakıldı’ 

Yine Selim Sadak gibi sürgünde bulunan arkadaşlarımız da artık kendi topraklarına dönmelidir. Kumpas dosyaları kapanmalı, demokratik siyasetin alanı genişletilmelidir. Barışın temeli demokratik siyasettir. Sürecin güvencesi de demokratik siyasettir. Tam da 4 Kasım’ın yıl dönümünde bir kez daha çağrımızı açık ve net bir şekilde yapmak istiyoruz. Sürgündeki arkadaşlarımız ülkesine; tutsak siyasetçiler meydanlara barış da artık bu topraklara dönmelidir diyoruz. İşte bu dönüşlerin olabilmesi için devletin demokratik dönüşümü gereklidir. 1 Ekim’de başlayan süreç sadece bir barış süreci değil. Bu aynı zamanda devletin demokratik dönüşümünün imtihanıdır. Peki devletin demokratik dönüşümü ne demek; Türkiye hepimizin ortak evidir! Bundan ötürü duvarları tek tipçilikle örülen, pencereleri tek yöne baktırılan bir evde ne ortak yaşam olur, ne mutluluk olur. On yıllardır hatalar yapılıyor. Devlet ben bilirim dedikçe hatalar büyüyor, yurttaş küçülüyor, yurttaşın hakları küçülüyor. Devlet halkın hizmetkârı değil, sahibi gibi davrandı ve davranmaya devam ediyor. Ben bilirim kibriyle halkın sesini boğdu. Türkiye’nin binbir rengini, dilini, inancını bir tehdit olarak gördü. Toplumu tek bir kalıba zorlayarak kutuplaştırdı ve milyonları ortak evin dışına itti. Demokrasinin temeli olan denge ve denetleme mekanizmaları yok edildi. Yargı siyasi bir aygıta dönüştürüldü. Meclis etkisiz kılındı. Yerel yönetimler merkezi kıskacıyla nefessiz bırakıldı. Kim kimi denetliyor belli değil. Bir denetleyen var mı o da belli değil.  

‘Biz barışla ülkeyi ve demokrasisini büyütmek istiyoruz’ 

Demokrasilerde Meclis yürütmeyi denetler, yargı herkes için eşit çalışır; hükümet de Meclis’e hesap verir. Peki Türkiye’nin bu durumda ihtiyaçları nedir? Devletin halka hükmetmediği,  halka hizmet ettiği bir düzen kurulsun. Hiç kimsenin kimliğinden ve inancından dolayı ötekileştirilmediği bir ortak yaşam inşa edilsin. Yargının bağımsız, Meclis’in güçlü ve yürütmenin şeffaf olduğu gerçek bir denetleme ve denge sistemi tesis edilsin. Sorunlar şiddetle değil, müzakere ve diyalogla çözülsün. Toplumsal barış sağlansın ve irade yerellerde, halkın bizzat kendisinde olsun. Güçlü bir şekilde yerel demokrasi güvence altına alınsın. Yas gibi en kutsal hakka saygı duyulsun. Bu vesileyle ifade etmek isterim ki, dün Şırnak’ta, ondan önceki gün Urfa ve Ağrı’da taziyelere yapılan çirkin saldırıları kabul etmiyoruz ve kınıyoruz. Barışmanın en gerçekçi yolu herkesin yas hakkına saygı göstermektir. bu ve buna benzer onlarca öneri yapabiliriz. Fakat kısaca sözün özü şudur. Bir ülke barışla büyür, korkularla küçülür. Biz barışla ülkeyi ve demokrasisini büyütmek istiyoruz. 

‘Kürt meselesi çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek’

Değerli halkımız, içtenlikle söyleyelim. Bu süreç toplumun tüm kesimlerini içine almak zorunda. Bunun yolu 2024 Ekim’inde başlayan süreci gerçek bir demokratik dönüşüme çevirmekten geçiyor. Mardin’den Muğla’ya, Kars’tan Hatay’a herkes bu dönüşümün öznesi olmalı. Çünkü biliyoruz ki Kürt meselesi Türkiye’nin demokrasisinin kilit taşıdır. O taş yerine oturmadıkça üzerine inşa ettiğiniz hiçbir şey sağlam olmaz. Haliyle Kürt meselesi çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek, demokratikleşme genişledikçe hepimiz daha özgür ve rahat nefes alacağız. Bu vesileyle dün heyetimiz Sayın Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirerek açıklama yaptılar. Sayın Öcalan’ın herkese, hepimize Türkiye’deki emekçilere, yoksullara selam ve sevgileri var. Sağlığı ve moralinin güçlü olduğunu arkadaşlarımız söyledi. Sayın Öcalan, dün özellikle tarih ve sosyoloji üzerinde durarak tarihsel Türk-Kürt ilişkilerini bu iki kulvardan onarmayı, güçlendirmeyi öneriyor. Tarihi bir mesele için büyük çalışmalar yapıldığını, bunu yaparken de özellikle çizgiler çekerek değil kapsayıcı şekilde yıkıcı ve negatif değil pozitif bakmak gerektiğinin altını özellikle çizdiğini belirtti arkadaşlarımız. Son olarak da Kürt olgusunun Cumhuriyetin yasallığına dahil edilmesi için demokratik entegrasyona dikkat çekerek ciddiyet ve sorumluluğa herkesi davet ettiğini belirtmiş. Peki bunu nasıl yapacağız? Elbette demokratik entegrasyon yasalarını geçirerek yapacağız. 

‘Demokratik Cumhuriyet’in eşit yurttaşları olarak yaşayalım’ 

Peki nedir bu demokratik entegrasyon? Çünkü herkes bu süreci biraz kendisine göre okuyor, kendisine göre tarif ediyor. Biz gerçeğini söyleyelim. Demokratik entegrasyon kavramı özce birbirine alışma, birbirine sahip çıkma, birbirine uyumdur. Demokratik entegrasyonu zıttı olan asimilasyonla kıyaslayarak açıklamaya çalışacağım. Çünkü birileri bu süreci asimilasyon süreci olarak tarif ediyorlar. Yıllardır bu topluma dayatılan asimilasyon unut der. Dilini unut, kimliğini unut, benliğini unut, onurunu unut, benim gibi ol der asimilasyon. Asimilasyon eritir, yok eder, tek tipleştirir. Sayın Öcalan’ın önerdiği demokratik entegrasyon var ol der.  Sen Kürt olarak, o Türk olarak, diğeri Süryani olarak, Alevi olarak hep birlikte Demokratik Cumhuriyet’in eşit yurttaşları olarak yaşayalım der. Biri yok eder, diğeri kucaklar, biri reddeder, diğeri sahip çıkar. İşte ikisinin arasındaki fark bu kadar net ve açıktır. 

‘Bu tarihi fırsatı hep birlikte değerlendirelim’ 

Demokratik entegrasyon haklar ve inançların kendi diliyle, kültürüyle, kimlikleriyle özgürce yaşamasının adıdır. Devletin buradaki görevi halkları birbirine benzetmek değil, herkese eşit mesafede durup her birinin kendi kökleriyle büyümesini garanti altına almaktır. Bu nedenle demokratik entegrasyon sadece Kürt sorununun çözümü değil, Türkiye’nin topyekûn demokratikleşmesinin anahtarıdır. Kimsenin devlete ters düşerim. Başıma iş tarafların birbirini kabul etmesi ve birlikte yaşamayı esas almasıdır. Farklı renklerin, kültürlerin bir araya gelip birbirini tamamlamasıdır. Önemli olan birlik ve uyumdur. Bunun yolu da demokratik entegrasyon yasalarıdır. Sıkça dile getirdiğimiz daha henüz bir adımın atılmadığı ama önümüzdeki günlerde atılacağına dair umudumuzu koruduğumuz entegrasyon yasalarıdır. Yani birlikte yaşamının önünü açacak düzenlemeler bu yasaların bir an önce çıkarılmasına bağlıdır. Tarih bize bu fırsatı sunuyor. Vakit bu büyük dönüşümü gerçekleştirme vaktidir. Bu tarihi fırsatı hep birlikte değerlendirelim, heba etmeyelim diyorum. 

‘Milyonlar kuru ekmeğe muhtaç’

Kime dokunsan bin ah işittiğin bir meseleye açlık ve sefalete biraz değineceğim. Milyonlar neredeyse kuru ekmeğe muhtaç. Bunu biz söylemiyoruz. Sahalarda, sokakta buluştuğumuz vatandaşlar söylüyor. Perişan haldeki esnaf söylüyor. Açlık ile yüz yüze olan asgari ücretler ve emekliler bunu feryat ederek dile getiriyorlar. İktidarın kendi verileri de bu bedbaht durumu açık bir şekilde ortaya koyuyor. 2026 yılı Cumhurbaşkanlığı yıllık programında sosyal yardıma muhtaç hane sayısı 4.5 milyona ulaştı. 4.5 milyon hane demek 18 milyon kişi demek. Yani yardıma muhtaç 18 milyon vatandaşımız var demek. Bu sıradan bir rakam değil. Bu bir faciadır. Bu ekonominin en güzel fotoğrafıdır. 2013’te kişi başına Türkiye’de makarna tüketimi 4.4 kilogram. Peki 2025’de ne olmuş? Yaklaşık 8.1 kg olmuş! Yani iki katına çıkmış. Bu iktidarın ayıbıdır. Bu yoksulluğun fotoğrafıdır! Yani neredeyse 360 günün 60 gününü insanlar makarna yiyerek geçiriyorlar. Sadece ev kiralarına bakarsanız nutkunuz tutulur. Kiralar son 4 yılda 8 kat artmış. İnsan hakları, hukuk ve gelir dağılımı da istatistiklerde sonlardayız ama kira artışında Avrupa’da 1’inci sıradayız. Ne acı değil mi? Açlık sınırı 28 bin TL,  yoksulluk sınırı 92 bin TL iken asgari ücret 22 bin TL. En düşük emekli maaşı 16 bin 881 TL, milyonlarca emekli bu parayla yaşamaya çalışıyor. 

‘İşçilerin direnişini selamlıyoruz’

Asgari asgari ücret zamları enflasyon karşısında buharlaşıyor. Bugün bir asgari ücreti ayın yarısında cebine cebinde para kalmadan yaşam mücadelesi veriyor. Bu ülke yurttaşları, emekçileri insan onuruna yaraşır bir yaşamı en çok hak edenlerdir. Bunun için DEM Parti olarak diyoruz ki asgari ücret 2026 yılı için en az yoksulluk sınırının yarısı olan 46 bin lira olmalı ve yılda iki kez enflasyon rakamlarına göre güncellenmelidir. İktidar ‘Az kaldı toparlanıyoruz’ diyor. Televizyonları, oradaki yorumcuları izlerseniz böyle bir ülkenin ekonomi fotoğrafı yok. Onlar toparlanıyoruz hikayesi anlatsalar da biz her geçen gün geriye gidiyoruz. Neden düzelecek gibi değil: Çünkü emekçiye, emekliye asgari ücretliye değil, varsa yoksa sermaye yandaşa çalışma yapıyorlar. 2 yıldır düşecek denilen enflasyon yine yükselişe geçti. Üretim yavaşladı, fabrikalar kapısına artık kilit vuruyor, tekstil sektörü başta olmak üzere üretim alanları kriz içinde. Tekstil fabrikaları ya kapanıyor ya yurt dışına göçüyor. Bunun bedelini kim ödüyor: Orada çalışan işçiler ödüyor. Ancak bir taraftan da işçiler, emekçiler direnmeye devam ediyor. Bu vesileyle ‘Digel Tekstil’de direnen kadın işçileri, ‘Smart Solar’da direnen hakkını arayan işçileri ve onların onurlu direnişlerini selamlıyoruz. 

‘Sudan’da yaşanan soykırımı kınıyoruz’

Dünyanın birçok yerinde katliamlar, sürgünler, büyük acılar ve kan akmaya devam ediyor. Ortadoğu’da çatışmalar yayılıyor. Şimdi Afrika’da da iç savaşlar kıtayı kan gölüne çeviriyor. Bu nokta noktada Sudan’daki gelişmeler çok kaygı vericidir. Geçtiğimiz hafta Sudan’ın El Faşir kentinde yaşanan soykırım aslında hegemonik güçlerin Afrika’ya dayattığı politikaların bir sonucudur. Bu yaşananları sert şekilde kınadığımızı belirtmek istiyorum. Yüzyıllar boyunca Batı sömürgesinden kurtulmaya çalışmış Afrika halkları bugün küresel hegemonyanın çıkar mücadelesinin sahasına dönüştürülmüştür. Bölgede toplumsal, etnik, inançsal farklılıklardan kaynaklanan çelişkiler bilerek derinleştirildi. Kıta kan pahasına çıkar hesaplarının yürütüldüğü bir alana dönüştü. Tıpkı 1994’te Ruanda’da Hutu’lar ile Tutsi’lerin sömürgeci politikalarla nasıl düşmanlaştırıldığı ve bunun nelere mal olduğunu acı bir şekilde gördüğümüz gibi bugün Sudan’da yaşananlar da benzerdir. Farklı gruplar arasındaki siyasi husumetler derinleştirildi. Her iki tarafta farklı güç odakları tarafından silahlandırıldı. Ortaya çıkan tablo soykırımın eşiğidir. 

Şimdi hegemonik güçler çıkıp ne diyor? Saldırıları kınıyoruz, kaygıyla izliyoruz. Zaten yaptıkları başka bir şey yok. Bu nasıl bir iki yüzlüktür ki hem bölgeyi soykırım pahasına silahlandıracaksın hem toplumsal kesimler İnançlar ve halklar arasındaki çelişkileri derinleştireceksin. Hem de verdiğin silahlar yüzünden halk soykırıma uğrayacak ama sen kınamakla yetineceksin. Sudan’dan Afrika’nın birçok bölgesinde değerli madenler uğruna halklar karşı karşıya getiriliyor. Bu iki yüzlüye derhal son verilmelidir. Afrika’da savaşı körükleyen değil barışın etkisini yaratacak politikalar hayata geçirmelidir. Yüzlerce yıldır kan, savaş ve gözyaşından kurtulmayan Afrika’nın üzerinden sömürgeci eller çekilmeli. Afrika artık huzura kavuşmalıdır. 

‘YÖK ve iktidar gençliği tehdit olarak görüyor’ 

6 Kasım 12 Eylül’ün ürünü YÖK’ün üniversiteleri Karanlığa hapsetmesinin yıldönümü biliyorsunuz. 44 yıldır bilimsel özgürlük akademik özerklik boğuluyor. Gençlerin söz hakkı gasp ediliyor. Akademisyenler ihraçlarla; öğrenciler gözaltı ve disiplin cezalarıyla susturuluyor. Üniversiteler fikir üreten değil, iktidara biat eden yapılara dönüştürülmek isteniyor. Öğrenciler düşük burs, yüksek kira, yetersiz yurt ve geleceksizlikle boğuşuyor. Liyakatsizlik ve torpil ülkede yaygın. YÖK ve iktidar gençliği tehdit olarak görüyor.

En son Hacettepe’de palalı satırlı saldırıda bulunan saldırganlar korundu. Dayanışma gösteren öğrenciler cezalandırıldı. DEM Parti olarak gençlerin yanında olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz. Özgür, eşit, parasız ve ana dilinde eğitim mücadelesinde onları desteklediğimizi, bizim de bunları savunduğumuzu belirtmek istiyorum. Gündüz ortası üniversitede kaybettirilen Rojinlerin, Gülistan Dokular’ın kaybolmadığı bir gelecek kurmak ya da kuruncaya kadar bize rahat olmadığını belirtmek istiyorum.

Son olarak da cezaevindeki ve gündeki arkadaşlarımız açlıkla boğuşan milyonlar, ezilenler ve tüm mazlumlar çok iyi bilsin ki mücadelemiz onların özgürlüğü ve sofralarının bereketi içindir. Bunu sağlayıncaya kadar 7/24 bütün arkadaşlarımızla birlikte çalışacağımızı belirtiyorum. Kimse bu ülkede tek başına değil. Çünkü DEM Parti var. Ezilenlerin, emekçilerin, öğrencilerin, hak arayanların yanında duran bir zemin var.”

Komisyonun derhal Sayın Öcalan’ı dinlemesi gerekir

Grup toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Tuncer Bakırhan, Devlet Bahçeli’nin Selahattin Demirtaş’ın tahliyesiyle ilgili açıklamasına ilişkin sorulan soruya, “Bahçeli’ye teşekkür ediyoruz, çok doğru söylemiş. Başta Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere Kobanê Kumpas Davası’nda yargılanan tüm arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır” cevabını verdi.

Gazetecilerin, Meclis komisyonunun İmralı Adası’na gitmesine ilişkin soruya ilişkin ise “Yüzyıllık sorunun çözümü için komisyonun bir an önce İmralı Adası’na gidip doğrudan muhatabıyla görüşmesi gerekir. Komisyonun derhal Sayın Öcalan’ı dinlemesi gerekir” diye belirtti.

Konunun Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşülüp görüşülmediği yönündeki soruya ilişkin ise “Heyetimiz Cumhurbaşkanı ile görüştü. Bu görüşmede birçok başlık kendisine iletildi. Büyük ihtimalle bu noktayı da Cumhurbaşkanı’na iletmişlerdir” diye konuştu.

Gazeteciler, Yerine kayyım atanan Mêrdîn Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk’e ise belediyeye dönüş ihtimalini sordu. Türk, belediye başkanlığına geri dönüşüyle ilgili şu an için kesin bir şey olmadığını söyledi ve Devlet Bahçeli ile önümüzdeki günlerde görüşme talepleri olduğunu belirtti.

Kaynak: MA

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Amed’de fuhuş ve uyuşturucu protestosu: Özsavunmayla hareket etmeliyiz

Sonraki Haber

Almanya’nın Saksonya Eyaleti, Kuzey ve Doğu Suriye diplomasını tanıdı

Sonraki Haber
Almanya’nın Saksonya Eyaleti, Kuzey ve Doğu Suriye diplomasını tanıdı

Almanya’nın Saksonya Eyaleti, Kuzey ve Doğu Suriye diplomasını tanıdı

SON HABERLER

Burs ve öğrenim kredisi başvuru sonuçları açıklandı

Burs ve öğrenim kredisi başvuru sonuçları açıklandı

Yazar: Yeni Yaşam
4 Kasım 2025

Mêrdîn’de şüpheli kadın ölümü

Mêrdîn’de şüpheli kadın ölümü

Yazar: Yeni Yaşam
4 Kasım 2025

Amed’de silahlı kavga: İki ölü, iki yaralı

Amed’de silahlı kavga: İki ölü, iki yaralı

Yazar: Yeni Yaşam
4 Kasım 2025

DEM Parti’den 4 Kasım önerisi: AİHM kararı sonrası siyaset elini taşın altına koymalı

DEM Parti’den 4 Kasım önerisi: AİHM kararı sonrası siyaset elini taşın altına koymalı

Yazar: Yeni Yaşam
4 Kasım 2025

Güney Koreli milletvekili: Kuzey Kore askerleri Rusya’ya sevk ediliyor

Güney Koreli milletvekili: Kuzey Kore askerleri Rusya’ya sevk ediliyor

Yazar: Yeni Yaşam
4 Kasım 2025

Kadınlar adliyeden seslendi: ‘Jin Jiyan Azadî’

Kadınlar adliyeden seslendi: ‘Jin Jiyan Azadî’

Yazar: Yeni Yaşam
4 Kasım 2025

İmamoğlu’nun babası ve oğluna yurtdışı yasağı

İmamoğlu’nun babası ve oğluna yurtdışı yasağı

Yazar: Yeni Yaşam
4 Kasım 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır