Kasım, Dersim’de hiçbir zaman sıradan bir ay olmadı. Soğuğun değil, hafızanın ayı oldu. Çünkü Kasım, Dersim’de buz kesmiş bir sessizliğin, yanan ocakların, dağlara yazılmış direnişin adıdır
Rohat Emekçi
1937-38 yıllarında devletin “Dêrsim temizlenecek” kararıyla başlayan askerî harekât, yalnız bir askeri operasyon değil; bir halkın kültürünü, inancını ve özellikle de kadınların onuruna yaslanan direnişini hedef aldı. Köyler sarıldı, ocaklar söndürüldü, aileler dağıldı. Ve tam da o anda, tarihin unutmayı sevdiği bir direniş biçimi ortaya çıktı: Kadınların sessiz direnişi.
Kadınların sessiz isyanı
Dêrsim Tertelesi sırasında yüzlerce kadın, tecavüze uğramaktansa çocuklarını kucaklayıp uçurumlara bıraktı. Bazıları kendileri atladı. Ne adları kaldı geride ne mezar taşları… Ancak sözleri, rüzgârla taşlara yazıldı. Rivayete göre bir kadın uçurumun eşiğinde fısıldadı:
“Ben dağların kızıyım, göğe düşsem bile utanmam.”
Dağların yankısı: Alişer, Zarife ve Bese
Dêrsim’in sesi yalnızca silahlarla değil, sözle de direndi. Alişer ve Zarife, halkın bilincini büyüten kalemleriyle direnişin entelektüel damarını besledi. Ancak ihanet, dağların bile kalbini kırdı; Rayber Kop’un tuzağıyla öldürüldüler.
Bu sessizliğin içinden yükselen bir başka kadın ise Bese oldu. Haberlerini köy köy ulaştırdı; kadınların inancını örgütledi. Ona göre bir kadın düşerse ocak sönerdi. Bese, yalnız savaşmadı; gönüllerde bir direnişin adı oldu.
Kutudere’de kanakan bir akıntı
Kasım’ın ortasında Kutudere, artık su değil kandı. Kaçanlar, saklananlar, anneler ve bebekler oraya sıkıştı. Hayatta kalan yaşlıların anlatıları hâlâ ürpertir:
“Dereye baktım; su değil, kan akıyordu. Kadınlar çocuklarını taşlara sardı. Sonra kendileri sustu.”
Dağ keçileri bile bu sessizliğin tanığıydı. Kaçmadılar, korkmadılar; uçuruma yürüyen kadınların arkasında durdular. Doğa, insanın utancını yüzüne vurdu. Rüzgâr yas tuttu, taşlar dua etti.
Bahar geldiğinde ise Kutudere’nin taşları arasında kırmızı laleler açtı. Her biri bir kadının adıydı, bir çocuğun fısıltısı. Toprak, kanı çiçeğe dönüştürdü; ölüm bile dirilişe dönüştü.
Küskünlükle başlayan, inançla biten yıllar
Tertelenin ardından Dêrsim’in inancı bile suskunlaştı. “Ziyaretler bizi korumadı” diyenlerin sesi çoğaldı. Munzur’a küskünlük çöktü. Ocaklar sustu. Yıllar geçtikçe yaralar kabuk bağladı ve halk yeniden inancıyla buluştu.
Ana Fatma, Buyer Ana, Gola Çetu, Zerban… Kadın isimleri duaların içinden yeniden doğdu.
Darağacının gölgesi ve Seyit Rıza’nın Kasım’ı
Kasım 1937, yalnızca kışı değil, darağacını da getirdi. Seyit Rıza ve oğlu, Elazığ’da idam edildi. Oğlundan önce sehpa kurulduğunda ona seslendi:
“Başını dik tut cigeram, alnımızda kara leke yok.”
Tertelenin ardından geriye rakamlar kaldı: 70.000 ölü, 15.000 sürgün, yakılmış köyler… Ama hiçbir sayı, bir kadının uçuruma yürüyüşündeki onuru anlatamaz.
Kasım: Dêrsim’in suskun ve onurlu hafızası
Her Kasım, Munzur’un suyu biraz daha ağır akar. Dağlar, isimsiz kadınların adını fısıldar:
“Uçurumdan düşmedik biz; özgürlüğe yükseldik.”
Kasım, Dêrsim’de bir ay değil; bir halkın kanla, sessizlikle ve direnişle yazılmış hafızasıdır. Kutudere’nin kanı, Zarife’nin sözü, Bese’nin direnişi ve uçurumdan atlayan kadınların nefesidir.









