Türkiye’de insan hakları mücadelesini yürütmek hiçbir zaman kolay değildi ama 90’lı yıllarda çok daha zordu. Ve bütün o zorluk içinde rotasını her zaman barıştan yana, barış dilinden ve diplomasisi dilinden yana tutturmak çok zor aslında, çok kolay değil. O yüzden durduğu yer hep aynıydı
Hüseyin Kalkan
Tahir Elçi, 2013’te başlayan çözüm sürecine büyük katkılarda bulunan bir hukukçu ve insan hakları savunucusuydu. Süreç sona erdikten sonra bir televizyon programına katıldı. Ve programda söylediği ‘PKK, terör örgüt değildir’ sözlerinden sonra hedef gösterildi. Gözaltına alındı. Aleyhine devlet yanlısı medyada kampanya yürütüldü. Ancak yine de savaşa karşı mücadele etmekten geri durmadı. Dört Ayaklı minarede mermilerin yarattığı tahribatla ilgili basın açıklaması yaptıktan sonra 28 Kasım 2015’te katledildi. Gazeteci Burcu Karakaş bu cinayetle ilgili yaptığı çalışmayı ‘Hakikatin Peşinde Tahir Elçi’ ismi ile kitaplaştırdı. Cinayetin 10. yılı vesilesiyle yayınlanan kitapla ilgili sorularımızı yanıtlayan Burcu Karakaş, dönemin Türkiye’sinin siyasi iklimine dair şu belirlemelerde bulunuyor:
“2015 yılı 7 Haziran seçimleri sonrası, Türkiye’nin yokuş aşağı gittiği bir yıldı. HDP’nin barajı geçmesinden sonra, Suruç katliamı, Ankara katliamı, Tahir Elçi’nin öldürülmesi, sokağa çıkma yasaklarıyla dolu, kaotik bir yıldı. Çözüm sürecinin sona erdiği ve aslında Türkiye’nin tekrardan çatışmalı sürece sürüklendiği bir zaman. Tahir Elçi, tam böyle bir zamanın ortasında öldürüldü. Şu an tekrar bir sürecin ortasındayız, barışı konuşuyoruz. O yüzden ben böyle bir zamanda aslında sadece cinayetin değil, Tahir Elçi’nin de tekrar konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Elçi, sadece Diyarbakır Baro başkanı değil, Türkiye’deki insan hakları mücadelesine çok ciddi katkılar sunmuş da bir isim.”
Artık konuşmak lazım!
Burcu Karakaş, Elçi’nin rotasının her zaman barıştan yana olduğunu belirtiyor. Koşullar ne kadar ağır olursa olsun, Elçi’nin bu tutumundan vazgeçmediğini vurgulayan Burcu Karakaş, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Bence Tahir Elçi’nin hayatı boyunca durduğu yer hep aynı yer. Ne anlamda söylüyorum bunu? Gerçekten aslında Abdullah Öcalan’ın da uzun zamandır söylediği bir şey. Silahlar miadını doldurdu ve artık konuşmamız lazım. O yüzden silahlı mücadeleye karşı bir insandı ve barışın müzakere masalarında dile getirilmesinden yanaydı ve bütün hayatını da aslında buna vakfetti diyebiliriz. Türkiye’de insan hakları mücadelesini yürütmek hiçbir zaman kolay değildi ama 90’lı yıllarda çok daha zordu. Ve bütün o zorluk içinde rotasını her zaman barıştan yana, barış dilinden ve diplomasisi dilinden yana tutturmak çok zor aslında, çok kolay değil. O yüzden durduğu yer hep aynıydı. Elçi’nin bence barış talebini yüksek sesle dile getiren bir isim olduğu için kaybının özellikle çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki Kürt hareketi içinde yeri doldurulamayacak çok sayıda insanı kaybettik. Tahir Elçi o insanlardan biriydi ve bütün bu süreçte de hatırlamak o yüzden bence ayrıca önemli.”
Cizre JİTEM Davası
Cizre JİTEM Davası’nın başlaması Tahir Elçi’yi çok heyecanlandırdı. Hem Cizreliydi hem de Cizre JİTEM Davası’nın avukatlarındandı. Burcu Karakaş, bu süreci şöyle anlatıyor:
“2009 yılından itibaren Türkiye’de yüzleşme davaları bir bir açılmaya başlandı. Bu tabii aslında Kürtlerin yıllardır maruz kaldığı hak ihlalleri açısından çok önemli davalardı. Hiçbir şekilde bunu küçültememek lazım. JİTEM davasın da Cizre’de 21 kişi katledildi. Yüzlerce insanın aslında yargılandığı yüzleşme davaları. Önemli davalar, o zamanki siyasi konjonktürü hatırlayalım. Kitap için görüştüğüm avukatlardan biri, bu yüzleşme davalarında da avukatlık yapmış biri. ‘Şimdi geriye dönüp baktığımız zaman biz de acaba çok mu heyecanlı davrandık’ demişti. Çünkü gerçekten oradan Tahir Elçi senin de söylediğin gibi adalet çıkacağına dair, adil bir karar çıkacağına dair inancı vardı. Bu tabii şimdi bugünden bakıp o zamanı değerlendirmek başka bir şey. O zaman içinde olunca başka bir şey. Yani 90’lı yıllarda gözaltında kaybetmedim diyor devlet, işkence yapmadım diyor, öldürmedim diyor, köyü boşaltmadım diyor. Yıllar sonra bütün bu inkârının tersine devlet bu cinayetleri üstlenen davaları açıyor. Tabii ki çok önemli. Orada mağdurların başta olmak üzere aslında haksızlığa uğramı Kürt halkının bundan heyecan duyması da çok anlaşılır bir şey. Ancak sonra Cizre JİTEM Davası da diğer JİTEM davaları gibi beraatla sonuçlandı. Bundan yana ailesini ve kendine yönelik tehditlerde artı. Hep bir diken üstünde olduğu bir durum var. Öldürülmesinin derin devletin parmağı ile ilgili, bu konulu dava ile ilgili derin devletin parmağı olabileceği yönünde benim kitap için konuştuğum birkaç kişide de böyle bir fikir vardı. Ama tabii bunu somut olarak ortaya koymamız mümkün değil.”
Ahmet Hakan’ın programı
Tahir Elçi’nin hedef haline getirilmesinde neden olan olaylardan bir CNN Tük’te Ahmet Hakan’ın programına katılması oldu. Hakan’ın sorusu üzerine, Elçi, PKK’nin ‘bir terör örgütü olmadığını’ söyledi. Burcu Karakaş bu programdan sonraki gelişmeleri şöyle anlatıyor:
“CNN Türk’teki canlı yayında PKK terör örgütü değildir dedikten sonra kıyamet koptu. Orada yayını tekrar izleyecek olanlar için ya da bugünden bakıldığı zaman hukuki çerçevede bir şey anlatmaya çalışıyor. Terör örgütü nedir, ne değildir, neye terör örgütü denir? Tabii o kavramsal çerçeveyi canlı yayında çizmesine imkan bırakılmıyor. Üzerinden Türkiye’de yaşıyoruz zaten, daha önce de olmuş bir şey. Bir hedef gösterme ve linç kampanyası başlattı. Ölüm tehditleri aldı. Sonrasında bir baro başkanı hakkında yakalama kararı çıktı ve makamı belli, nerede olduğu belli. Tamamen bir gözdağı vermek amacıyla Diyarbakır barodaki makamından nasıl ifade vermek için İstanbul’a götürüldüğü görüntüler hala var, biliyorum. Tabii o zaman hem yakın çevresinden, hem ailesinden kendisinin can güvenliği için endişe edenler de olmuş, uzaklaşmasını önerenler de olmuş. O tabii bunu istememiş. Çünkü savaşın en ağır yaşandığı zamanlardan biriydi ve baro başkanı olarak da görevini yapmak istedi. Tabii aslında Hrant’ın cinayetindeki gibi, hatırlarsak medyanın birebir hedef gösterdiği ve o linç ortamının oluştuğu bir zamandı. Biz hala bugün cinayetin tek hakikatin ortaya çıktığı bir zamanda yaşamıyoruz. Dava açıldı, üç tane polis memuru yargılandı. Bu üç polis memuru beraat etti, beraat kararları onandı ve dosya şu an Anayasa Mahkemesi’nde. Bunun arkasında nasıl bir örgütlenme vardı, nasıl bir irade vardı bunların hiçbiri ortaya çıkmadı. Bunun ortaya çıkması için de siyasi irade gerekiyor. Özellikle böyle bir çözüm süreci ortamında eğer isterlerse bu cinayetin de aydınlatılabileceğini düşünüyorum.”
Gözlerin aradığı adam
Sırrı Süreyya Önder’i kaybetmemiz birçok bakımdan büyük bir kayıptı. Ama aynı zamanda barış mücadelesi için yeri doldurulmaz bir kayıptır. Tahir Elçi de benzer kumaşta bir insandı. Gözler bu süreçte onu ve onun gibi kaybettiklerimizi arıyor: Burcu Karakaş bu konudaki düşüncelerini ve duygularını şöyle anlatıyor:
“Çok arıyor bence ya. Yine kitap için konuştuğum insanlardan Eren Keskin söylemişti. Eren’in var kitapta o ifadesi. Çok doğru ifade etti bence. ‘Biz Tahir gibi kişilerin kıymetini sonra anladık’ dedi. Çünkü her şeyi kavgayla çözemezsin. Her siyasi hareket içinde insanların belli bir rolü oluyor. Bazısı biraz daha sert bir dil kullanıyor, bazısı biraz daha yumuşak kullanıyor, daha diplomatik bir dil. Tahir Elçi’in bence bütün insan hakları mücadelesinde yürüttüğü süreçte diplomasiden yanaydı. Yani ne demek istiyorum? Şöyle, Cizre’de avukatlar yürüdüğü zaman panzerlerle önünü kestiler. Orada bir grup panzerleri aşıp yan taraftan yürüyelim diyor. Tahir Elçi Vali’yi arıyor, kaymakamı arıyor, görüşmeler yapıyor ve burada oturma eylemi yapalım diyor. Sonuna kadar aslında bütün o resmi kanalları zorluyor. Bu da bir mücadele yöntemi aslında. Vali ile kaymakamla aynı düşüncede olmadığını bilmiyor mu? Biliyor yani. O da bir mücadele yöntemi. O yüzden Eren Keskin’in söylediğine çok katılıyorum. Tam olarak bence bu süreçte de eksikliğinin hissedileceği bir isim. Muazzam bir birikim vardı. Tabii ki de sadece Tahir Elçi değil, 90’lı yılların insan hakları mücadelesinden gelen birçok isimde de bu birikim var. Ama taraflarla konuşmakta bir beis görmeyen ve herkesle aynı masada oturup konuşmak suretiyle müzakere edebilecek bir isimdir. Bence o yüzden gerçekten eksikliğinin hissedileceğini düşünüyorum. Komisyona mesela Tahir Elçi olmadığı için Tahir Elçi Vakfı’ndan temsilciler dinlendi. Eşi Türkan Elçi de komisyonda aynı zamanda. Ama Tahir Elçi’yi biz birebir dinleyemiyoruz. Şu anda hayatta olsaydı ben bu sürece çok heyecanla yaklaşacağını düşündüm.”
Unutmamak için
Burcu Karakaş, yaklaşık bir yıl süren bir çalışma sonucu kitabın ortaya çıktığını söylüyor. Kitabı için yaptığı çalışmayı şöyle özetliyor Burcu Karakaş:
“Kişisel bir hikaye üzerinden Türkiye’deki Kürt meselesini de anlatmaya gayret ettim. Ne kadar başarılı oldum bilmiyorum. Bana öyle geliyor ki böyle insan hikayelerinden yola çıkarak o dönemin siyasi iklimini anlatabiliriz. Tahir Elçi’nin çocukluğunun, üniversite yıllarının izini sürmek istedim. İnsanın kişiliği biraz o yıllarda şekillenir. Ama esasen tabii ki Tahir Elçi’nin katledilmesi 10. senesinde onu tekrar bir hatırlatmak istedim. İlk bu kitap fikrini Türkan Elçi’ye açtım. Çünkü başka biri de böyle bir çalışmaya giriyor olabilir. Hani kendisine de bir sormak istedim. O da tabii ki deyip olumlu yaklaştı. Sen böyle bir şey yapmak istersen ne güzel olur dedi yani. Onun üzerine önce İstanbul’da başladım görüşmelere. İstanbul, Ankara, Diyarbakır ve Cizre. Ve tabii yurt dışında yaşayan diğer isimlerle de online görüşmeler yaparak 50’yi aşkın isimle görüştüm. Hem ailesinden hem yakın çevresinden. Bu çalışma bir yılı aşkın süre devam etti. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Tabii o sırada başka paralel okumalar yaptım. İşte hem Cizre tarihiyle ilgili olsun, hem Türkiye’deki meselesiyle ilgili başka hafızamı tazelemek için yaptığım okumalar olsun. Böyle ben de biraz kafamda aslında geri dönüp baktığımda 2015 yılı nereye oturuyor? Çünkü unutuyoruz ya çok zor bir seneydi. Benim için de herkes için de çok zor bir seneydi. Ağır bir zamandı. Bütün siyasi atmosferin yeniden şekillendiği bir zamandı. Ağır kayıpların verildiği bir zamandı. O yüzden biraz herhalde yakın geçmişi de hatırlatmak için de bu işe girdim. Ve sonunda böyle bir kitap çıktı diyebilirim.”









