Şam’a giden gazeteci Azad Altay izlenimlerini; ‘Buradaki durum, bir dönemin Türkiye’si ile de çok benzerlik gösteriyor. Türkiye’de yaratılan ‘Kuyruklu Kürtler’ algısının bir benzeri burada da yaratılmış. Bu algı son yıllarda değişmiş. Özellikle Rojava Devrimi sonrası bir Kürt varlığı bilinci oluşmuş. Bu durumun farkında olan kesimlerin Rojava’ya sempatisi bir hayli fazla’ sözleriyle anlatıyor
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Şam, her yönüyle yaralı bir kenti andırıyor. Her bir yapıda savaşla birlikte yarım kalmış bir hikayenin izini görmek mümkün. Diğer coğrafyalarla farklılık gösteren “olağan akış” sürerken, Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük algı değişmeye başlamış.
Bütün Ortadoğu’yu etkileyen ve Tunus’ta 17 Aralık 2010’da Mohamed Bouazizi adlı seyyar satıcının kendisini yakmasıyla başlayan “Arap Baharı” bölgede yeni bir döneme kapı araladı. Yolsuzluk, işsizlik ve adaletsizliğe karşı başlayan halk hareketleri, bölgede değişim umudunu arttırırken, bazı diktatörlerin devrilmesini sağladı. Ancak diğer taraftan bazı yerlerde uzun süreli kriz ve çatışmaları da beraberinde getirdi.
13 yıl süren savaş
Suriye, bu sürecin en şiddetli ve kanlı yaşandığı ülkelerin başında geliyor. Mart 2011’de patlak veren iç savaşta yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarca kişi göç yollarına düştü. Yıllarca devam eden çatışmalar 2024 yılının sonlarına doğru başkent Şam’ın (Damascus) merkezine kadar ulaştı ve 8 Aralık 2024’te Esad rejimi devrildi.
El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi’nin isim değiştirmesinden ve başka bazı grupları etrafında toplamasından oluşan Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) ülke yönetimine gelmesiyle bölgedeki denklemler de değişti. Rusya ve İran bölgeden çekilirken, ABD-İsrail’nin etkisi arttı. Önümüzdeki süreçte bölgenin nasıl şekilleneceği ise belirsizliğini koruyor.
İstanbul’dan Şam’a
13-20 Kasım tarihleri arasında Qamişlo kentinde düzenlenen 5’nci Rojava Uluslararası Film Festivali dolayısıyla, ilk kez Suriye’yi ziyaret eden Mezopotamya Muhabiri( MA) Azad Altay sonrasında ziyaret ettiği Şam’a dair izlenimlerini anlattı.
14 yıldır aralıksız bir şekilde süren savaştan bitkin düşen ülkede ilk durağım başkent Şam oldu. 2025 yılının Ocak ayından bu yana hem Ankara hem de İstanbul’dan buraya düzenli uçak seferleri yapılıyor. İstanbul mu Ankara mı derken; İstanbul’dan gidişlerin daha “güvenli” olabileceğine karar verip, birkaç parça eşya ve ekipmanla yola koyuldum.
3-5 dakikalık kısa bir sürenin ardından kapılar açıldı ve uçağa yöneldik. Yaşlılar hızlıca hareket edip çantalarını yerleştirme derdindeyken, gençler uçakla birlikte fotoğraf çektirdikten sonra merdivenlerden çıkıyordu.
Anadil’den yoksun anonslar!
Kapılar kapandıktan sonra bir uçağın ilk kez bu kadar boş olduğunu fark ettim. Ya ülkesine dönenlerin sayısı ya da havayoluyla yolculuk yapmayı isteyenlerin sayısı azdı. Kalkıştan hemen önce kabin ekipleri, acil ve beklenmedik durumlar karşısında neler yapılacağına dair uyarıları anlatmaya başladı.
Bazı yolcular gözlerini kabin ekiplerinden ayırmazken, bazıları ise koltuk arkalarındaki uyarı yazılarına bakarak neler söylendiğini anlamaya çalışıyordu. Türkçe ve İngilizce anonslar bitiyor, ancak büyük çoğunluğu Arap olan yolcuların anadilinde anons yapılmıyordu.
Tanıdık yüzler
Tıpkı Kürdistan’dan kalkan uçaklardaki uygulama gibi: resmi ve “uluslararası dil” dışında anons yasaktı. Bu da bu coğrafyanın kadim halklarına dayatılan kaderin özetiydi. Nihayet kazasız belasız Şam’a gelmiş, kapıda vizemi almıştım. Ayrıca havaalanı çıkışında festivale gelen iki yönetmen arkadaşla karşılaşmak da beni bir hayli sevindirmişti. Çok beklemeden taksiye binerek, Qamişlo’ya gidecek olmanın heyecanını yaşamaya başladım.
Tozlu yollardan şehirdeki yapıları seçmeye çalışırken, bir zamanlar ticaretin kalbi olan bu kadim kentin nasıl da kriz ve kaosun merkezi haline getirildiğini düşündüm. Şam, iç savaş öncesi 4,5 milyon nüfusuyla ülkenin en büyük kentiymiş. Ancak çatışmaların başlamasıyla hem ciddi bir göç vermiş, hem de bir o kadar da göç almış. Kentte şimdi kaç kişinin ikamet ettiğini ise bilen yok!
Dünyanın en eski şehirlerinden
Kesin olarak bilinmese de tarihinin milattan önce 8 bin yılına kadar uzandığı belirtiliyor. Ayrıca “dünyanın en eski şehirlerinden biri” ünvanına sahip. Yüz yıllar boyunca kültürel, ticari ve idari anlamda bölgenin önemli noktalarından birisi olmuş.
Mimarisi, sokakları, bahçeleri ve evleriyle birçok dönemin ve medeniyetin izlerini taşıyan bir kent. Tarihi ve kültürüyle önemli bir kent olsa da yıllardır süren iç savaş nedeniyle büyük bir yıkım yaşamış.
Hem tarihi mimarisi hem de ideolojik saldırılar nedeniyle zengin demografisi de büyük bir zarar görmüş. Bu durumu, kente ilk ayak basıldığında görmek mümkün.
Savaş ve krizin canlı izleri
Havalimanı çıkışından kent merkezine doğru ilerlerken yolun her iki tarafında yıkılmış onlarca yapı ve yakılmış araçla karşılaşmak mümkün. Kenar mahallelerdeki yıkım, merkeze oranla daha fazla. Kentin kalbine ilerledikçe yıkıntılar azalıyor; ancak savaşın ve krizlerin izleri halen canlı.
Kent merkezinin mimarisi, görenleri kendisine hayran bırakıyor. Taş evler, ahşap oymalı balkonlar, sokak ve caddelerinin güzelliği… Açık renkli yapıların dış kaplamaları zamanla tozdan ve kavurucu sıcaklardan kaybolmuşsa da güzelliklerinden bir şey kaybetmemişler.
Gündelik yaşam “olağan” akışında ilerliyor. Ancak bu olağanlık diğer coğrafyalardaki olağanlığa hiç benzemiyor. Kentin her yerinde her an bir patlama yaşanabilir, insanlar kör bir kurşuna kurban gidebilir ya da bir karışıklık çıkabilir. Yıllarca devam eden bu durum artık hem kentin hem de içinde yaşayanların “olağanı” haline gelmiş.
Sadece bunlar da değil, rejim bir günde değişse “neden ve nasıl değişti” diye soracak çok az insan bulunur. İnsanlar bu durumu kanıksamış durumda. Ölüm, yaralanma… gibi korkular ise birçok insanda aşılmış. Bu nedenle Esad düşmüş olsa da yeni rejime “alışmak” çok zor olmamış.
Toplumlar özgünlüklerini koruyor
Bu “alışkanlık”, yeni rejimin uygulamalarını kabul etmek anlamında yaşanmamış. Toplumun neredeyse tüm kesimleri kendi özgünlüklerini koruyor. Yeni rejim her ne kadar kendi uygulamalarını kabul ettirmeye çalışsa da bu durum kabul görmemiş. Örneğin Hristiyanlar, yaşadıkları mahallede yeni rejimin baskılarına boyun eğmemiş. Ne giyim kuşamlarından ne içeceklerinden ne de sosyal yaşamlarından ödün vermemiş. Rejim de her ne kadar karşı olsa da bu durumu kabul etmiş görünüyor.
HTŞ’lilerin yönetiminde olan diğer kentlerde gece saatlerinde dolaşmak yasakken, Şam’da bu durum farklı. Halen gece yaşamı çok hareketli. Bitmek bilmeyen bir enerji söz konusu.
Şam’dan notlar
Sadece bir gece kalabildiğimiz kente dair ayrıca şunlar söylenebilir;
* Kentin altyapısı büyük bir zarar görmüş. acil yardım ve tıbbi destek çok sınırlı.
* Çatışmaların artması ve rejim değişikliğiyle birlikte ülkeye gelen turist sayısı yok denecek kadar azalmış.
* Yoğun “güvenlik” önemleri günlük hayatın bir parçası haline gelmiş. Bütün sokak ve caddelerde silahlı HTŞ’liler ile karşılaşmak mümkün. Ayrıca kentin giriş ve çıkışlarında kontrol noktaları bulunuyor.
* Yoğun göç, alt ve üst yapının gördüğü zararla birlikte kiralar uçmuş.
* Elektrik kesintileri sürüyor. 3 saat aralıklarla kesintiler yaşanıyor. Bazı yerlerde elektrik kesintileri daha da uzayabiliyor.
* Kentin suyu bir hayli kirli. İçme suyu büyük bir sorun.
* Yiyecekten içeceğe ve giyime kadar birçok günlük ihtiyacın fiyatı son yıllarda bir hayli artmış. Fabrikaların bazıları kullanılmaz halde, dış yatırım yok denecek noktada.
* Ana caddelerin dışında kentin her noktasında kapanmış işletmeler görmek mümkün. Ayrıca gazetelerden ve televizyonlardan izlediğimiz eski pazarlar üzerinde bir suskunluk söz konusu.
* Her an karşınıza bir motosikletli çıkabilir. Yollarda ne trafik ışığı ne de trafik işareti bulunmuyor. Bu nedenle bir noktaya ulaşmak zor bir durum. Kenti bilen birisiyle hareket etmek hem kontrol noktalarında hem de gideceğiniz yere ulaşmak için olmazsa olmaz bir şey.
* Şehirde lüks ya da yeni araçlara rastlamak mümkün. Ancak genel olarak araçların modelleri bir hayli eski. Toplu taşıma araçları neredeyse kullanılmayacak halde. Çıkardıkları mekanik sesler büyük bir kirliliğe neden oluyor.
* Kirlilik ilk göze çarpan konulardan. Her yerde çöp yığınlarına rastlayabilirsiniz. Çöplerden yükselen kötü kokunun yanı sıra mazot kokusunun da kentin her yerini sardığını söylemek mümkün.
Kadınlar var ama…
Elbette her yönüyle “yaralı” olan bir kentte kadınların durumu en çok merak edilen konuların başında geliyor. Kent merkezinin birçok noktasında kadınlara rastlamak mümkün değil. Ana caddeler daha güvenli olacak ki kadınlar buralarda daha rahat gezebiliyor, alışveriş yapabiliyor ya da bir işletmede oturabiliyor. Sorduğumuzda; rejim değişikliği sonrası birçok kadın başörtüsü takmak zorunda kalmış. Ancak buna direnen kadınların sayısı da oldukça fazla. Özellikle farklı inanç ve halklardan kadınlar bu uygulamaya karşı duruyor.
Dikkat çeken bir başka nokta ise, toplu araçlar dışında kadınların araç dorselerinde seyahate maruz bırakılması. Kadınlar, aracın ön tarafında yer olmasına rağmen genelde açık dorselerde yolculuk yapmak zorunda kalıyor.
Kürt algısı Türkiye gibi
Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük tartışmaların başkent Şam’a nasıl yansıdığı ve tartışıldığı da bir başka merak edilen konu. Kürtlerin yoğun yaşadığı kentlerde neler yaşandığı, hatta Kürtlerin varlığı bile uzun yıllar buradaki halklardan saklanmış. Baas rejimi döneminde hem devlete bağlı yayın organları hem de diğer basın mecralarında Kürtler hep görmezden gelinmiş. Yanı sıra Arap olarak yansıtılmış.
Bir kesim halen Kürtleri yerleşik hayata geçmeyen göçebeler olarak görüyor. Yaşadıkları coğrafyada herhangi bir teknolojik aletin bulunmadığını, dünyadan bihaber bir “tür” olarak görüyor. Rojava topraklarının Şam ile olan mesafesi, bu mesafede çok az yerleşim yerinin olması, ticari ilişkilerin farklı ülkelerden sağlanıyor olması gibi etkenlerin etkisi de azımsanamaz.
Entegrasyon süreci hızlanmalı
Buradaki durum, bir dönemin Türkiye’si ile de çok benzerlik gösteriyor. Türkiye’de yaratılan “Kuyruklu Kürtler” algısının bir benzeri burada da yaratılmış. Bu algı son yıllarda değişmiş. Özellikle Rojava Devrimi sonrası bir Kürt varlığı bilinci oluşmuş. Bu durumun farkında olan kesimlerin Rojava’ya sempatisi bir hayli fazla. İnşa edilen sistemin benzerinin tüm ülkeye yayılması gerektiğini düşünenlerin sayısı da oldukça yüksek. Bu nedenle son süreçte tartışılan entegrasyon sürecinin hızlanması gerektiği düşünülüyor.
HABER MERKEZİ









