Rojava, Kürtlerin gözü, kulağı ve kalbi. Orada atılan her adım, Mezopotamya’nın bin yılların tarihine yazılıyor. Orada dökülen her damla kan, bir halkın geleceğini mühürlüyor. Ve orada yükselen her ses, yalnızca Kürtlerin değil, insanlığın özgürlük arayışına ekleniyor
Doğan Cihan
Tarih, bir kez daha insanlığın kaderini belirleyen büyük bir eşiğe dayanmış durumda. Bu eşik, Kürtler için varlık ile yokluk arasındaki çizgiyi temsil ederken; Türkiye için devletin varlığı ile yokluğu arasındaki ince dengeyi gösteriyor. Uzun süredir Suriye ve Rojava üzerine yazıyorum. Çoğu zaman siyasi ve askeri gelişmelerin soğuk diliyle bilgi aktardım. Fakat bu kez, kalemin ucunu biraz daha içe, biraz daha derine çevirmek istiyorum. Çünkü Rojava denildiğinde kalbimde bir sızı başlar; her şehrinde, her köyünde sevdiklerimden en az birini feda etmiş olmanın acısı.
21. yüzyılda Kürtlerin verdiği en kanlı savaş, Rojava’da yaşandı. Bakur’dan, Başur’dan, Rojhilat’tan genç kadınlar ve erkekler, peşmergeler ve gerillalar, bu topraklara akın etti. Her biri birer şervan oldu; kanlarını bu toprağa döktüler. Bugün Rojava’nın her kenti, her köyü, kanla ve canla örülmüş bir tarihin üzerine yükseliyor. Rojava, hiçbir Kürdün sırtını dönüp gidebileceği bir yer değil. Çünkü orada dökülen kan, bir halkın özyönetim biçimine dönüşmüş durumda.
Kürtler bin yıllardır Mezopotamya’nın bereketli topraklarında komşu halklarla, farklı kültür ve dillerle iç içe yaşadı. Fakat bugün dört ayrı devletin sınırları içinde bölünmüş bir halk olarak varlık mücadelesi veriyorlar. Kültürleri, dilleri ve yaşam biçimleri parçalanmaya çalışılsa da direnerek bugüne kadar geldiler. Güney Kürdistan’da (egemenlerin diliyle Irak’ın kuzeyinde) kendi yönetimini kurmuş olan Kürtler, diğer parçaların desteğiyle Rojava’da da özyönetim biçimini hayata geçirdi. Ancak bu kazanım henüz garanti altında değil; sürekli saldırı tehdidi altında yaşayan Rojava, bu yüzden diğer üç parçanın gözü, kulağı ve kalbi haline gelmiş durumda.
Kürtlerin tarihine bakıldığında, hep saldırıların hedefi oldukları görülür. Fakat varlıklarını, öz kültürlerini koruyarak sürdürdüler. Onların en güçlü var olma biçimi, kan vermek oldu. Kürtler bir yerde kan dökmüşse, oradan ayrılmazlar. Hele ki bu toprak kendi topraklarıysa, işin rengi daha da keskinleşir. Tarihte Kürtlerin başka halkların topraklarına saldırdığına dair bir bilgi yoktur. Onlar hep kendi topraklarını koruyarak varlıklarını sürdürdüler.
Bugün Rojava’da yaşanan, Kürtlerin tarihsel öz kültürünün yeniden tekerrürüdür. Rojhilat’tan, Bakur’dan, Başur’dan gelen gençler, kadınlar ve erkekler, Rojava’da şervan olup kanlarını döktüler. Bu kan, Rojava’da bir halkın özyönetim biçimine dönüştü. Yazarken bile insanın kalbi titrer, dili haya eder. Fakat bu gerçek, orta yerde duruyor ve dile getirilmek zorunda.
Kürtler artık sizin dar kalıplarınıza, sığ ifadelerinize sığmıyor. Değişen dünyada, dönüşen Ortadoğu’da Kürtler kendi varlıklarını yalnızca kendileri için değil, dünya ve insanlık için de koruyarak ispat ettiler. Kan ve bedel ile inşa edilmiş bir özyönetim biçimi var artık. Tarihsel bağlar, ittifaklar ve fedakârlıklarla örülmüş bir yapı.
Rojava, Kürtlerin gözü, kulağı ve kalbi. Orada atılan her adım, Mezopotamya’nın bin yılların tarihine yazılıyor. Orada dökülen her damla kan, bir halkın geleceğini mühürlüyor. Ve orada yükselen her ses, yalnızca Kürtlerin değil, insanlığın özgürlük arayışına ekleniyor.








