‘Marx’ın döneminde ne ekoloji krizi bugünkü gibi görünür durumdaydı ne de kapitalizmin yıkıcı karakteri bugünkü düzeydeydi’ Öcalan, Marx’a saygısını koruyarak Marksist teorinin kadın özgürlüğünü ve toplumsal ekolojiyi kavrayamayan yapısal çıkmazını eleştirdi
Ziya Güler
İstanbul’da toplanan “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum” konferansı, açılışta Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mesajın Veysi Aktaş tarafından okunmasıyla başladı. Öcalan, mesajında silahlı dönemin geride kaldığını, yeniden inşa ve demokratik toplum temelli bir sosyalizm vurgusunu öne çıkardı. Konferansa Basque (ETA bağlantılı), IRA bağlantılı, Güney Afrika ve Meksika’dan delegasyonlar ile Marksist/sol eğilimli aktörler basın ve Nobel barış ödüllü birçok ünlü isim katıldı; konferansta özellikle kadın özgürlüğü ve ekoloji temaları dikkat çekti. Birçok konuşmacı ise hukuki çerçeve, antlaşmaların sürekliliği ve mücadelenin kesintisizliği üzerinde durdu.
2025 yılında düzenlenen bu uluslararası barış konferansı, yalnızca bölgesel güçlerin değil, Avrupa ve Ortadoğu’daki ilerici hareketlerin, farklı sol geleneklerin ve toplumsal örgütlerin bir araya geldiği önemli bir tarihsel an olarak kayda geçti. Bu ortamda Sayın Öcalan’ın gönderdiği siyasi-teorik değerlendirme, konferansın çerçevesini belirleyen temel metinlerden biri hâline geldi.
Sayın Öcalan’ın yaklaşımı, klasik solun alışageldiği devletçi sosyalizm modellerinin aşılması gerektiği fikrini merkezine alırken, sosyalizmi toplumsal dokunun derin katmanlarına taşımayı amaçlıyordu. Bu da özellikle kadın özgürlüğü, ekolojik yaşam, demokratik toplum örgütlenmesi ve devlet dışı siyasal yapılar gibi temaların önemini artırdı.
Konferansın zenginliği, sadece teorik tartışmalardan değil, aynı zamanda pratik deneyimleri aktaran katılımcılardan da kaynaklandı. Zindan çıkışlı bir kadın aktivist olan Azime Işık’ın özgün anlatımı, hukukun pratik karşılığını somutlaştırırken; Demokratik Modernite dergisinin editörlerinden Haydar Ergül’ün renkli ve öğretici sunumu, tartışmaların hem bilimsel hem politik arka planını genişletti.
Yeniden inşa
6–7 Aralık 2025 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”nda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın göndermiş olduğu “Barış ve Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden Kazanalım” başlıklı mesaj büyük yankı uyandırdı. Öcalan, mesajında 52 yıllık PKK mücadelesinin ulusal onur savaşı olarak tamamlandığını ve “demokratik cumhuriyetin ve demokratik toplumun yeniden inşa edileceği” bir döneme girildiğini vurguladı. Bu doğrultuda sosyalizmin yeniden canlandırılması gerektiğini belirterek, “sosyalizmi bir anı olmaktan çıkarıp halkın nabzında canlı bir toplumsal güç haline getirmeyi” hedeflediğine dikkat çekti.
Konferansta söz alan Kürt, Arap, akademisyen ve uluslararası solcular, barış ve demokrasiyi merkeze alan bu yaklaşımı desteklediler. Örneğin Fransa’dan katılan vekil Francesca Girra, Öcalan’ın mesajını “barış, demokrasi, ekoloji, feminizm ve sosyalizm konusunda devrim niteliğinde” olarak nitelendirdi ve PKK’nin feshedilmesi çağrısını cesur bulduğunu belirterek Türkiye’nin bu süreci sonuna kadar desteklemesi gerektiğini ifade etti. Meksikalı Marksist filozof John Holloway ise Öcalan’ı “kapitalizmin karanlığında parlayan bir ışık” olarak tanımladı; kadın özgürlüğü ve ekoloji konularını Marksist eleştiri noktasında ön plana çıkardı. Nobel Barış Ödüllü İranlı hukukçu Şirin Ebadi de gönderdiği videolu mesajda silahların bırakılıp diplomasinin seçilmesi gerektiğini vurguladı ve “Öcalan’ın özgürlüğü ile iki taraf arasında doğrudan müzakerelerin başarısının” sürecin temel koşulları olduğunu belirtti. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın konferansa gönderdiği metin, Marksizm ve Reel Sosyalizme yönelik kapsamlı bir yeniden yapılanmayı da içeriyordu. Öcalan, Marx’ın tarihsel koşullar içinde büyük bir düşünsel cesaret ve özgüvenle hareket ettiğini belirtirken, aynı zamanda Marksist düşüncenin kendi dönemini aşamayan sınıfsal daralmalarına dikkat çekti. “Marx’ın döneminde ne ekoloji krizi bugünkü gibi görünür durumdaydı ne de kapitalizmin yıkıcı karakteri bugünkü düzeydeydi” Öcalan, Marx’a saygısını koruyarak Marksist teorinin kadın özgürlüğünü ve toplumsal ekolojiyi kavrayamayan yapısal çıkmazını eleştirdi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Marx’ın dönemi ile günümüz koşulları arasındaki farkları işaret ederek “Marx’ı suçlamadığını, ancak onun kadın özgürlüğüne dair görüşlerinin yüzeysel kaldığını” ve tarihsel gelişmeyi sadece sınıfa indirgemesinin ağır sonuçlar doğurduğunu dile getirdi. Klasik Marksizm’in devlet ve ulus-devlet sorunlarını yeterince çözememesinin bedelinin ağır olduğunu savundu. Öcalan, bu eleştirileriyi yaparken Marx’ın emeğine saygı duyduğunu özellikle belirtti ve Marksizm ile Marx’ın düşüncesini ayırarak bir özeleştiriye işaret etti. Sayın Öcalan’ın mesajında salt sınıf mücadelesi yerine “komün” perspektifinin önemi de vurgulandı. Tarihin sınıf mücadelesiyle sınırlı olmadığını, binlerce yıllık insani deneyimin “komünal gelişmeyle anti-komünal gelişme” arasındaki çatışma olarak okunmasının daha doğru olduğunu ifade etti. Buna göre günümüzün proletarya olarak adlandırılan kesimlerine kadar uzanan bir tarihsel süreçte komünün öncelikli bir başlangıç olduğu savunuldu. Öcalan, devlet karşıtı bir toplumsal yapılanma olarak komünün kadın özgürleşmesi ve ekolojik uyum ekseninde yeniden hatırlanması gerektiğini belirtti. “Devlet bir şiddet örgütlenmesidir; ancak komün değildir. Devlet bir örgüt biçimi olarak savaşlara, komün ise barışa yol açar” sözleriyle ortak yaşamı öne çıkardı.
Bu yaklaşım konferansta geniş karşılık buldu. Katılımcılar, teoriyi yalnızca sınıf mücadelesine indirgemeyen; kadın, toplum ve ekoloji boyutlarını merkeze alan bu eleştirel çerçeveyi yeniden yapılanmada gereklilik olarak vurguladılar. John Holloway’ın konuşmasında belirttiği üzere Sayın Öcalan’ın mücadele çizgisi, salt ekonomik eşitsizliklere karşı bir duruş değil; toplumsal cinsiyet karşıtlığına, ataerkil sistemlere ve ekolojik yıkıma karşı bütünlüklü bir mücadele hattıdır. Holloway, hem Kürt özgürlük hareketini hem de Zapatistaları bu özellikleri nedeniyle “anti-devletçi, anti-ataerkil, anti-ekolojik yıkım karşıtı” hareketler olarak tanımladı ve Sayın Öcalan’ın kadınların köleleştirilmesini insanlık tarihinin en eski kölelik biçimi olarak tanımlamasını bu siyasal çizginin temel halkası olarak değerlendirdi. “Devlet savaşın önünü açar, komün barışa götürür” yaklaşımı konferansta yalnızca bir teorik tespit olarak değil, politik bir yönelme olarak da öne çıktı.
Konferansta anlayış ve tartışma
Konferans katılımcıları, Öcalan’ın mesajının bu fikirlerini farklı açılardan ele aldı. Sayın Öcalan’ın “müzakere–demokratik toplum–sosyalist inşa” ekseninde sunduğu çerçevenin konferansın temasına ve kapsayıcılık tartışmalarına doğrudan bağlandığı vurgulandı. John Holloway (Meksikalı Marksist sosyolog), Öcalan’ın çağrısını “karanlıkta parlayan ışık” metaforuyla destekledi. Holloway, Kürt hareketinin ve Zapatistaların komünal deneyimlerini öne çıkararak “Hem Kürt hareketi hem de Zapatistalar komünleşmeyi kendi pratiklerinde yüksek düzeyde geliştirmiştir” dedi ve devletin ayrımcı şiddet örgütlenmesine karşı komünal dayanışmayı savundu.
Laura Boldrini (Eski İtalya Meclis Başkanı), Öcalan’ın silahları devre dışı bırakma çağrısını toplumsal demokratikleşme çağrısı olarak yorumladı ve Avrupa Birliği’ni sürece garantör olma çağrısıyla eleştirdi. Narin Nadirova gibi konuklar ise Öcalan’ın çağrısının Kürt meselesine özgü değil, genel demokratikleşme ve hukuk temelli barış beklentilerine denk düştüğünü belirterek sürece umut bağladıklarını ifade ettiler. Konferans boyunca Marksist gelenek ve mevcut sorunlar bağlamında da derin tartışmalar yürütüldü. Norman Paech (Alman akademisyen), Öcalan’ın “demokratik ulus” kavramının devlet normunun ötesine geçtiğini ve Türkiye’yi merkezsizleştirerek demokratikleştirme iddiası taşıdığını belirtti. Haydar Ergül (Demokratik Modernite dergisi editörü) ise Öcalan’ın manifestosunu, kadın eksenli toplumsal varlığı ve ekolojik doğaya öncelik veren bir dönüşüm reçetesi olarak özetledi; kapitalizmin yaşanmaz bir dünya yarattığını, sınıfların kaldırılması ve komünün ikame edilmesi gerektiğini vurguladı.
Bu yorumlarda Öcalan’ın Marksizm eleştirileri konferans zemininde de yeniden hatırlandı; tartışmalar, Marx’ı bütünüyle reddetmeden onun kuramsal mirasını güncellemeyi amaçlayan bir boyut kazandı. Örneğin Holloway ile yapılan bir söyleşide, “Marx’a gerçekte yapılması gereken, onu bir kenara bırakmak değil, yeniden düşünmek ve o eski anlayışı dönüştürmektir. Marx ile Marksizm arasında bir ayrım olması gerektiği fikrine katılıyorum” sözleri öne çıktı.
Konferansın kazanımları
Konferansın öne çıkan kazanımlarından biri, dünya barış süreçleri deneyimlerinin paylaşılarak sabır, kapsayıcı dil ve toplumsal meşruiyet gibi ortak ilkelerin vurgulanması oldu. Güney Afrika, İrlanda, Bask ve Katalonya temsilcileri “sabır, toplumsal meşruiyet, yasal güvence ve kapsayıcı dil” unsurlarının barış için kritik olduğunu aktardı. Kuzey İrlanda’da “Hayırlı Cuma” Anlaşması’nda olduğu gibi tüm tarafların taleplerini aynı anda alamayacağını kabul etmesi ve süreçte aktif sabrı benimsemesi gerektiği örneklerle anlatıldı. Bask sürecinde ise “sabır toplumsal ölçekte örgütlenince” çözümün mümkün olduğu vurgulandı. Öcalan’ın mesajı da bu bağlamda özgürlük, hukuk ve demokratik müzakere ekseninde “zamanı genişletme” yeteneği üzerine bir perspektif sundu; kısa vadeli zafer yerine uzun vadeli dönüşümün gerekliliği sık sık tekrar edildi.
Konferansın bir diğer önemli kazanımı, Kürt sorununun evrensel demokrasi sorunu olarak ele alınması bağlamında uluslararası destek sağlanması oldu. Katılımcılar, Öcalan’ın demokrasi, ekoloji ve kadın özgürlüğü vurgularının yalnızca Kürt hareketine özgü olmadığını, bütün insanlık için yeni ihtimaller açtığını dile getirdi. ABD’de, AB’de ve İran, Irak gibi bölgelerdeki deneyimler de aktarılarak Türkiye’nin dönüşümü için demokratik bir yol haritası tartışıldı. Avrupa Parlamentosu üyeleri ve eski üst düzey siyasetçiler, Kürt hareketini gözlemci konumuna davet ederek sürece şeffaf katılım çağrısı yaptı. Örneğin Laura Boldrini, AB’yi garantörlüğe çağırarak “Öcalan’ın silah bırakma çağrısı aynı zamanda toplumun demokratikleşmesi çağrısıdır” dedi. Yüksekdağ ve Demirtaş gibi siyasi liderlerin mesajları ile Şirin Ebadi’nin video katkısı, demokratik talebin meşruiyetini güçlendirdi.
Konferans katılımcıları, Öcalan’ın demokratik toplum sosyalizmi perspektifini genel bir dönüşüm stratejisi olarak ele aldı. Bu süreçte Marksist geleneğin eksik yanları ile doğanın ve kadının özgürlüğünün altını çizilmesi, yeni örgütlenme ve hukuk tasarılarına yol açabilecek bir tartışma zemini yarattı. Ortadoğu’nun çok etnisiteli yapısında diyalog kültürünün geliştirilmesi, sabırlı müzakere geleneği ve yasal güvenceler sayesinde barış arayışının sürekliliği bu konferansın en önemli sonuçları arasında sayılabilir. Konferans, Öcalan’ın mesajının kavranışını uluslararası dayanışma ve demokratik dönüşüm ilkeleriyle somutlaştırırken Marksist eksende ortaya çıkan sorunlara ilişkin yeni ufuklar açtı ve barış sürecine umut verdi.
Konferans, katılımcılar arasında uluslararası bir dayanışma ve yeni iş birliği ufukları açtı. Hem Kürt hareketi içinden (Mesud Barzani, Bafil Talabani gibi Kürdistan Bölgesel Yönetimi liderleri) hem de küresel sol, feminist ve barış çevrelerinden (Girra, Patti, Ebadi, Holloway vb.) güçlü destek mesajları alındı. Francesca Girra, Öcalan’ın barış-demokrasi çağrısını Türkiye’nin yanı sıra tüm Avrupa’ya taşımayı hedeflediklerini, hatta Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne AB’nin de aktif katılması gerektiğini vurguladı.
İtalya Volt Partisi Eşbaşkanı Daniela Patti ise Öcalan’ın demokratik konfederalizm paradigmasının Batı dünyası için de bir model oluşturduğunu belirtti. Irak Kürdistanı’ndan Rojava’ya çok sayıda Kürt temsilci de süreçle ilgili fikirlerini paylaştı. Rojava Yönetimi liderlerinden İlham Ahmed, Öcalan’ın Suriye’deki deneyiminin Kürtler arası diyaloğu ve kadın özgürlüğünü ilerlettiğini, barış sürecine “Türkiye ile diyalog ve sınırların açılması” şeklinde destek verdiklerini açıkladı.
26 yıl cezaevinde tutulduktan sonra “beraat” olan aktivist Azime Işık ise Öcalan’ın İmralı’da maruz kaldığı “tecrit” uygulamasının ilk olarak Kürtlere yönelik başlatıldığını ve ülke genelinde yaygınlaştığını vurgulayarak serbest bırakılan siyasi tutsakların sorunlarının süreçle birlikte çözülmesi gerektiğini söyledi. Bu beyanlar, konferansta hem devletten demokrasiye geçiş (hukuk reformu ve demokrasi talebi) hem de birey ve topluluk haklarının yeniden tesis edilmesi yönünde yeni somut önerilerin tartışıldığını gösteriyor.
Konferansın en somut çıktılarından biri, kapanışta ortak bir sonuç bildirgesinin hazırlanmasına karar verilmesi oldu. Toplanan konuşma ve notlar birleştirilerek oluşturulacak bu bildirgenin sürece dair önerileri ve taahhütleri halkla paylaşacağı açıklandı. Ayrıca katılımcılar barış sürecine yönelik “ölüm listesi” değil, demokratik entegrasyon yasaları (özgür yurttaşlık, toplumsal barış ve özgürlük yasaları) çıkarmanın gerekliliğine dikkat çekti.
Neden bu konferans tarihseldir?
Bu toplantı, yalnızca bir akademik tartışma değil; bölgesel barış dinamiklerinin, Kürt meselesinin ve küresel solun yeni yönelimlerinin bir test sahasıdır. Sayın Öcalan’ın önerisi, 20. yüzyıl devletçi sosyalizmine karşı bir alternatif; kadın–emek–ekoloji merkezli, tabandan örgütlenen demokratik bir sosyalizm manifestosuydu.. Konferans, bu manifestonun pratik muhataplarıyla temas etmesi ve uluslararası sahiplenmeye dönüşmesi açısından belirleyicidir.
Konferansın çıktıları ve ortaklaşılan sonuçlar
Konferans sonunda şu başlıklarda geniş bir ortaklaşma sağlandı:
- Kadın özgürlüğü ve ekoloji yeni sosyalist paradigmanın merkezidir.
- Demokratik ulus fikri günümüz siyaset krizine bir alternatiftir.
- Marksist gelenek eleştirel biçimde güncellenmelidir.
- Barış için güvence mekanizmaları oluşturulmadan hiçbir süreç tam anlamıyla ilerleyemez.
- Ulusal birlik, bölgesel barışın ve demokratik çözümün ana taşıyıcı sütunudur.









