Sınıf mücadelesinin düzeyi ve sınıflar arasındaki güç dengesi ücret ve bütçe politikalarını doğrudan etkiler. Tersi de geçerlidir… Ücret ve bütçe politikaları sınıflar arasındaki güç dengesinin cisimleşmiş halidir.
Asgari ücret ilk olarak sınıf mücadelesinin ve örgütlü toplumsal gücün basıncıyla uygulamaya konuldu. Kuralsız ücret politikasına bir kural konulmasını o mücadelenin gücü dayattı ve asgari ücret alt bir çıta olarak işlev gördü. Sınıf mücadelesinin zayıfladığı, örgütlü karakteri çözüldüğü oranda sadece Türkiye’de değil tüm dünyada asgari ücret kuralsızlığın, sömürüyü derinleştirmenin temel ölçütü haline geldi. Bütçelerin içeriği de hep bu dengelere göre belirlendi. Örgütlü mücadele güçlü olduğunda, sosyalizmin basıncı bu gücü pekiştirdiğinde devletler vergi politikalarını da topladıkları vergileri nasıl harcayacaklarını da onun basıncı altında belirlediler.
Bunda elbette kapitalist birikim politikaları da etkili oldu. Ki o politikaları uygulanır ya da uygulanmaz kılan da aslında örgütlü mücadelenin düzeyi oldu hep. Nitekim asgari ücrete bugünkü anlamını yani sömürünün daha da katmerlendirilmesinde bir çıta haline gelmesi işlevini kazandıran da neoliberal birikim politikalarının amentüsü olan işçi ve emekçileri örgütsüzleştirmek için çok yönlü bir saldırıya girişmektir. Devrimci örgütlenmelerden sendikalara ve her türlü örgütlenmeye kadar emekçileri atomize etmek için geniş ve kapsamlı bir taarruz olarak yürütüldü bu süreç.
Gelinen noktada örgütlü sınıf mücadelesinin gücünün dile gelişi asgari ücretin 22 bin TL iken bunun taş çatlasa 28 bin TL’ye hadi diyelim 30 bin TL’ye çıkarılması tartışmalarında cisimleşiyor.
Kaldı ki bu rakamları sadece Türk tekelci burjuvazisi ve siyasi temsilcileri de dile getirmiyor. Onlardan önce konuşan uluslararası yatırım bankaları, IMF ya da diğer emperyalist kurumlar oluyor. “Asgari ücrete yüzde 20 ya da 25 oranında artış yapılacak” diye önden haber veriyorlar ya da “Hedeflenen enflasyon asgari ücretteki artışın da sınırı olsun” buyruklarını yineliyorlar. Tekelci burjuvazi ve devletine “eğer bir yatırım üssü, lojistik deposu ya da ticaret hattı olmak ve emperyalist iş bölümü içinde yer kapmak istiyorsanız ücret politikanız emeği pula çevirmekle özdeşleşmeli” diyorlar.
Tekelci burjuvazi ve temsilcileri o yeri kapmak için büyük bir iştahla çalışıyor zaten.
Yoksullaştırarak sömürüyü daha fazla derinleştirmek, emekçileri ekmek-kira-ulaşım ve diğer yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için canla başla çalışmak dışında bir şey düşünemez hale getirmek için her şeyi yapıyorlar. 22 bin, taş çatlasın 30 bin liralık ücretlerle kira ve faturaları ödedikten sonra elde kalan sıfırı ya ikinci işlerde çalışarak ya da çocuklarının emek güçlerini aç gözlü bir hırsla soğurmaya hazır bekleyen kapitalist çarkın ortasına atmaya zorlanıyorlar. MESEM’lerde, çırak okullarında, stajlarda aşağılansınlar, kişilikleri daha o çağda ezilsin, angaryaya eyvallah demeyi öğrensinler ve üç kuruşluk önlemler alınmadığı için gerekirse ölsünler diye!..
İşçi ve emekçilere dayatılan hayatın özeti olan asgari ücret çıtası ya da hazırlanan bütçe her açıdan sınıfsal bir savaş ilanıdır. Asgari ücret sömürünün düzeyini, çalışma rejiminin şiddetini belirleyen bir sınırdır. O sınır en alta çekildikçe işçi ve emekçiler daha fazla esnek-güvencesiz-kuralsız çalışmaya razı oluyor, politikadan hayattan, dünyadan daha fazla bihaber kafalarını kaldıramaz, düşünemez hale geliyor…
Ve ne yazık ki bütçe de asgari ücret de işçi ve emekçilerin mevcut örgütsüz halleri içinden iliklerine kadar sömürmeye odaklanarak hazırlanıp belirleniyor.
Politik bir metin ve aynı zamanda güç dengelerinin cisimleşmiş hali olan bütçede savaş var, silahlanma var, faiz harcamalarına ayrılan pay var, Diyanet’in ihyası var, ama emekçilerin eğitim-sağlık-ulaşım gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması için ayrılan bölümler her yıl daha da güdükleşerek adeta savaş ilan ediliyor.
Asgari ücret özünde tekelci burjuvazi ve devletiyle onların uydusu haline gelmiş sendika bürokrasisi ve emperyalist mahfillerce belirleniyor. Ama emekçiler açısından sergilenen bu “belirleme” tiyatrosunun artık hiçbir karşılığı olmadığı düşünüldüğü için bu yıl sendika bürokrasisi “bu haliyle biz yokuz” diye bir “çıkış” yaptı. Karşı pası Çalışma Bakanlığı verdi hemen, “tamam bizim temsiliyetimizi beşten bire düşürelim” dedi. Sanki ne fark edecekse…
Her yıl sahnelenen emekçilerin aklıyla dalga geçme tiyatrolarının bu yılki versiyonu alttan alta kaynayan öfkenin de somut ifadesi aslında. Örgütsüz de olsa emekçiler özünde onurlarıyla oynamak, kendilerini insan yerine koymamak, bir lokma-bir hırkaya rıza göstermelerini dayatmak anlamına gelen asgari ücret belirleme yöntemine de zikredilen rakamlara da öfkeli. Bu öfke sokağa da alenen yansıyor. Sınıfın bu ekonomik terörün aynı zamanda siyasi bir terör olduğunu kavrayan bölükleri de az değil. Başta o bölükler belirli bir örgütlü nitelik kazandıklarında sadece asgari ücret, bütçe, savaş ve yayılmacı politikalar, sömürü rejimleri, sayısız toplumsal siyasal saldırı değil bütünsel olarak bu sömürü ve barbarlık düzenini değiştirecek güç de açığa çıkacaktır.









