Türk diplomasisi Türk siyaseti ve Türk basını Suriye Kürtlerine karşı kendisini öylesine kapatmış öylesine köreltmiş ki, Rojava’nın Suriye’nin geleceğinde, bölgenin geleceğinde Kürt ve Türk halkının ortak bağı açısından önemi ve konumunu görmezden gelen bir yaklaşım içinde
Seydi Fırat
Mecliste kurulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 24 Kasımda İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşme gerçekleştirdi, basına yansıdığı kadarıyla görüşmede Abdullah Öcalan Kürt sorunun Barışçıl Demokratik temelde çözümüne yönelik kapsamlı bir değerlendirme sunmuş.
Abdullah Öcalan Kürt halkıyla Türk halkının tarihsel bağının Kürt sorunun barışçı demokratik temelde çözümü için stratejik bir imkan niteliğinde olduğuna dikkat çekmiş ve bu imkanın doğru temelde işlevsel kılınması yönünde beklenti ve yaklaşımını ortaya koymuştur. Önder Öcalan Kürt-Türk tarihsel birlikteliğine verdiği değeri ve önemi kendi cephesinde en kapsamlı biçimde komisyona komisyon nazarında Meclise ve Türkiye halklarına sunmuştur.
Önder Öcalan yanı sıra sorunun çözümü yönünde başlatılan süreci akamete uğratacak iç de dış cephedeki potansiyel tehlikelere dikkat çekmiş ve uyarılardan bulunmuş.
Abdullah Öcalan’ın dikkat çektiği temel tehlike den biri ise Suriye’deki gelişmeler üzerine olmuş, Öcalan Suriye devlet başkanı Ahmet Eş Şara’nın bir diktatöre dönüşme Kürtlere ve diğer etnik ve inançsal bileşenlere yönelik BAAS’ı aratacak uygulamalara gireceği yönünde duruma dikkat çekmiş olmasıdır. Ve Türkiye’nin HTŞ’nin yönelimine zemin olmaması yönünde uyarı kaygı ve beklentisini ortaya koyduğu basına ve kamuoyuna yansıdı.
24 Kasımdan bu yana dikkat çeken gelişme ise HTŞ’nin Rojava’ya karşı saldırı provokasyon ve tehditlerini alabildiğine yükseltmeye çalışmasıdır. HTŞ’nin saldırıları Türkiye’nin Rojava’ya yönelik tutumu ile yakından alakalıdır. Diğer bir ifadeyle HTŞ’nin Rojava / Kuzey Doğu Suriye’ye karşı tutumu Türkiye merkezlidir. Türkiye HTŞ’yi bir süreklilik içinde Kürtlere ve Kuzey Doğu Suriye ye yönelik çözümsüzlüğe ve saldırılara odaklandırma yaklaşımı içinde hareket ediyor.
Türkiye’nin bundan ısrarı hem Türkiye hem Kürtler ve hem de Suriye yönelik etkisi hayli yıkıcı olacaktır.
Söz konusu yaklaşımdaki ısrar Kürt sorununda çözümsüzlük siyasetinin ve klasik reflekslerin Rojava üzerinde bir biçimde yeniden güncelleştirme oluyor.
Türk diplomasisi Türk siyaseti ve Türk basını Suriye Kürtlerine karşı kendisini öylesine kapatmış öylesine köreltmiş ki, Rojava’nın Suriye’nin geleceğinde, bölgenin geleceğinde Kürt ve Türk halkının ortak bağı açısından önemi ve konumunu görmezden gelen bir yaklaşım içinde. Böylesine bir yaklaşım Kürt sorunun çözümüne Türk, Kürt kardeşliğinin ve demokratik birlikteliğinin kılavuz olabilir mi? Olmadığı olamayacağı geride bıraktığımız yüzyılda tüm açıklığı ile ortaya çıktı.
Türkiye’de Kürt sorununda süre giden çözümsüzlük yaklaşımı hayli tahkimli bir yaklaşımdır. Dilde zihniyete ve duyguda hayli tahkimlidir. Kürt sorununda en haksız, en hukuksuz, en kıyıcı, en hileli yaklaşım ve uygulamalar normal doğal hatta ahlaki görme ve gösterme hayli yaygın bir yaklaşım. Çözümsüzlükten yana olan odaklar ve bir süreklilik içinde bu türden ırkçı gerici bir yaklaşım üslup ve tutumu üretmeye devam ediyorlar ve bu durum süreç üzerinde büyük bir tehdit oluşturduğu açık.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 27 Şubat çıkışıyla Türkiye’nin geleceğine büyük bir ufuk sundu. Sunulan ufku karartma girişimleri ise sürüyor. Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve Türk Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in Rojava’ya yönelik tehditleri aynı zamanda sürece yönelik umudu ve ufku karartma niteliğinde yaklaşımlardır. Tehdit ve baskı Kürt sorununda çözümün dili değildir ve olamazda bunda ısrarın Türkiye ye bir faydası olmayacaktır.
