Herhalde TBMM tarihinde Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bir ilktir. Üzerinde böyle tartışma yürütülen bir komisyon olmamıştır. Bunun nedeni kurulma nedeni olan konudur. AKP-MHP iktidarı her ne kadar ‘terörsüz Türkiye’ dese de içte ve dışta herkes bunun Kürt sorunu olduğunu biliyor.
Tayyip Erdoğan da Devlet Bahçeli de Türk-Kürt kardeşliğini pekiştireceğiz diyor. Demek ki Türk-Kürt ilişkisi iyi değil. Zamanla çok bozulmuş. Neden bozulduğu ise son 100 yılda yaşananlardan belli. Şundan şundan diyerek sıralamaya gerek yok. Ortada çok yalın bir gerçek var. Kürtler Türkiye Cumhuriyetiyle hiç bütünleşemedi. Zaten son 50 yıllık itiraz bunun somut kanıtıdır. Türkiye cumhuriyetinin 100 yıllık tarihinin yarısı Kürtlerle kavga ile geçmiş. Bu kavganın tarafı olan Abdullah Öcalan tüm gerçekler Kürtler için de Türk devleti için de açığa çıkmıştır, diyor. Siyaset bu günler için vardır, diyerek sorunun çözümü için çok ciddi adımlar attı. Çözümün makul yol ve yöntemlerini de gösterdi. İmralı, çözüm için her şeyi o kadar netleştirdi ki, bundan sonra niyetlerin ne olduğu açığa çıkacak.
Devlet Bahçeli’nin çağrısından sonra PKK lideri sorunu hukuki ve siyasi zemine çekme gücüm var, dedi. Bu gücünü de gösterdi. Şu anda sorun hukuki ve siyasi zemine çekilmiş durumda. Komisyonun İmralı’ya gidişi siyasi muhataplıktır. Hukuki zeminin de siyasiler tarafından döşenmesi gerekir. Bu açıdan süreçte 2. aşamaya geçildi deniliyor. 2. aşama hukuki, yani yasal adımlarla ilerleyecek aşamadır.
AKP-MHP şimdi nasıl bir yasa hazırlayacak? Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün tam sağlandığı, demokratik siyaset yapmanın engelsiz hale getirildiği bir yasa mı, yoksa silah bıraksın gelsinler gibi bir yasa mı? Buna eve dönüş yasası da diyorlardı. Sanki insanların evde canı sıkılmış da silah almış dağa çıkmış! Eğer böyle bir yasa ile işe başlanırsa niyetler de açığa çıkmış olur. Böyle bir durum da Türkiye’ye kaybettirmekten başka bir sonuç doğurmaz. Ancak şimdi kazan kazan zamanıdır. Türkiye’yi, Türkiye halklarını sevenlerin tutumu bu olur.
Kürt halkının baş müzakerecisi sorunu tıkanmaya ve badirelere uğratmadan ilerletmek istiyor. Ne var ki hala bu süreci ilerletecek düzeyde önü açılmış değil. İmralı’dan çok şey bekleniyor, hatta çağrılar yapsın deniyor. Ama Abdullah Öcalan, İmralı’ya giden DEM heyeti dışında kimseyle görüşemiyor. Böyle ciddi bir sorunda muhataba böyle yaklaşmak anlaşılır gibi değildir.
Kürt tarafı gerçekten çok politik ve sabırlı. Türk devletinin adımlar atması için her şeyi yapıyor. Ne var ki, hükümet sözcüsü kalkıyor şu da olacak, bu da test edilecek, gibi sürekli anlamsız laflar üretiyor. Bu Türk devletinin yüz yıllık Kürt politikasında yaptıklarını sıralasak Ömer Çelik bir dipnot bile olamaz. Belki de bilerek suyu bulandırmaya çalışıyor.
Hala binlerce siyasetçi zindanlarda, yine binlercesi yurt dışında sürgün hayatı yaşıyor. Siyasi nedenlerle yargılamalar devam ediyor. Tele1 TV’ye el konuyor, yayın yönetmeni zindana atılıyor. Bu ortamda silahı bırakanlar gelsinler siyaset yapsınlar, yaklaşımı nereye yerleştirilebilir?
27 Şubat çağrısı çok önemliydi. Her cümlesi gerçekleri ortaya koyuyor ve yol gösteriyordu. Hala Kürt siyasi çevreleri de Türkiye siyasi çevreleri de bu çağrının tam hakkını vermediler. Bu bile yüzeysel yaklaşımın en somut ifadesidir. 27 Şubat çağrısının sonunda büyük barış ve demokrasi şehidi Sırrı Süreyya Önder’in söylediği cümle ise bu çağrının anahtar sözcükleriydi. 27 Şubat çağrısının gerçekleşmesi siyasi ve hukuki adımlarla olacaktı. Şimdi devletten ve ilgili siyasi çevrelerden beklenen budur. 27 Şubat çağrısını olumlu bulup hukuki ve siyasi zemini yaratmamak 27 Şubat çağrısını da anlamamaktır.
27 Şubat çağrısı 2 tarafa yönelikti. PKK ve devlet. Bu iki taraf da 27 Şubat’tan bu yana bir sınav veriyor. Herkes bu sınavı takip ediyor. Kuşkusuz bu sınavın esas aşaması Meclis’e aittir. Artık şu bu partinin ne rapor sunduğu da önemli değildir. Sorumluluk Meclis’e aittir. Ya Meclis kendisini halkın temsilcisi kılıp gereğini yapacak; ya da 100 yıldır temel konularda iradesiz kalması gibi bir duruma düşülecektir. Özcesi esas sınavdan geçecek Meclis olacaktır.
İmralı’ya heyet olarak gidenler bu önemli konuda Meclis’in rol üstlenebileceğini göstermiş oldular. Şimdiye kadar doğrudan devlet kurumları Kürt sorunuyla ilgileniyor ve İmralı’yı muhatap alıyordu. Şimdi ise siyaset muhatap almış durumda. Zaten böyle temel bir konuda siyaset ve Meclis rol almazsa sorunu çözmek mümkün değildir. Artık sürecin nereye evrileceği Meclis’in irade olup olmamasına bağlı olacaktır.









