• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
25 Aralık 2025 Perşembe
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Forum

Ortaçağ zindanı değil, 21. yüzyıl tecrit tipi: Y ve S hapishaneleri

25 Aralık 2025 Perşembe - 00:00
Kategori: Forum, Manşet
Ortaçağ zindanı değil, 21. yüzyıl tecrit tipi: Y ve S hapishaneleri

Bir anlığına kendinizi bir tabutun içinde düşünsenize: Daracık, kapkaranlık ve çok soğuk… Kımıldayacak yer yok. Ölmediniz ama bir mezarın içindesiniz. Nefes alabilirsiniz; ama yaşadığınızdan emin olmanız istenmiyor

Hülya Çapar Duran

Dostoyevski içinde bulunduğumuz şu anlamsız çağda yaşasaydı, hepimizi aydınlatan o romanın adı ne olurdu acaba, hiç düşündünüz mü? Yahut modern infaz rejiminin ilk kuramcıları, hapishane tarzı bir yöntemi belirlerken ne düşünmüşlerdir? İnsan, suça karşı bir cezayla baş başa ise çok da acı çekmesin demişlerdir herhâlde, değil mi? Antik Yunan yahut Roma İmparatorluğu dönemlerinde uygulanan kısasa kısas ya da kişiye verilen cismani zarar uygulamaları, insanlık geliştikçe insanlık dışı bulunmuş; yine insanlık tarihinin kapkara dönemine damgasını vuran idam cezaları, işlenen suçlar karşısında çok da orantılı görülmemiştir. Yerlerine sürgün cezaları, kürek cezaları ve hapishane tarzı yerlerde çektirilen cezalar biçiminde yöntemler gelişmiştir. Ve sonrasında, çok daha sonrasında, belirli ve marjinal ülkeler haricinde idam cezaları dahi son bulmuş, infaz rejimlerinde insani yöntemlerin hâkim olduğu iddia edilmiştir.

Tarihi hep kanlı sahnelerle dolu olan şu eski gezegen, görüp geçirdiği savaşların da acısıyla öylesine yorgun düşmüş olmalıydı ki modern çağların aydınları ve kuramcıları, insancıl hukuku geliştirmek adına çok sayıda adım atma işine odaklanmışlardı. Evet, cezanın amacı sorgulanmış, oranları hesaplanmış ama bunca nizam içinde yine “insana dair” olan unutulmuştur. Evet, ölüm cezası kaldırılmıştır; ancak inşa edilen cezaevleriyle ölümden beter ceza yöntemleri icat edilmiştir.

Bir anlığına kendinizi bir tabutun içinde düşünsenize: Daracık, kapkaranlık ve çok soğuk… Kımıldayacak yer yok. Ölmediniz ama bir mezarın içindesiniz. Nefes alabilirsiniz; ama yaşadığınızdan emin olmanız istenmiyor.

Ne gökyüzü vardır başınızda ne de etrafınızda bir ses… Sadece çıplak duvarlar ve kendi varlığınızın ağırlığı. Yaşadığınıza dair en ufak bir belirtiyi dahi duyumsamamanız istenmiştir. En ufak bir devinim, bir fısıltı, bir dokunuş, bir kıpırtı yoktur; yani beş duyunuzun da kör edildiği dar bir alandasınızdır. Üstelik ölü de değilsiniz ki huzurla uyuyasınız. Doğru ya, idam cezası kalkmış, giyotin çoktan tarihe karışmıştı, değil mi?

Sonra bir kuyu düşünün. Uçsuz bucaksız değildir; aksine dibi vardır, derin de değildir ama ışık girmez. O kuyunun en dibindesiniz. Siz yukarı bakıyorsunuz ama kimse aşağıya bakmıyor. Sesiniz yankılanmıyor bile. Ne bir el uzanıyor size ne de bir ses. Yukarıdan hiçbir şey inmiyor aşağıya. Kendi düşüncelerinizle, sesinizle ve sessizliğinizle baş başasınız. Yüksek duvarlar, gökyüzünden başka hiçbir şeyin görünmemesi, ses yalıtımı ve insan temassızlığı nedeniyle bir mahpusun kendini kuyu dibinde hissetmesi tam anlamıyla gerçektir. Bu anlatı, bir edebiyat metninden alınmış bir metafor değildir; bu, S ve Y Tipi cezaevlerinde tutulan mahpusların gündelik deneyimidir. Kulağa korkunç geliyor, öyle değil mi? Evet, beş duyunun da ötesinde bir korkunçluk…

S ve Y denilen tecrit tipi hapishaneler, yalnızca özgürlüğü değil, insana insan olduğunu da unutturmaya çalışan derin kuyulardır. Ve evet, bu kuyunun adı tecrittir. Üstelik “tecrit” yasaklanmaya çalışılan bir kelimedir. O yasak kelimenin yarattığı hissiyat, yani infirat, yasak değildir ama! Gayet meşru görülür; meşruluğu üzerindeki tek bir eleştiri dahi spekülasyon sayılır. Kelimesi yasak, kendisi ise farz görülmüş bir ceza olarak, üstelik teknikleri de geliştirilerek süregiden bir infaz yöntemi olarak herkesin yaşamının göbeğinde durmaktadır. Yaşamdaki karşılığı ise sessiz bir çöküştür.

Şüphesiz cezaevleri, salt suç ve ceza ilişkisini düzenleyen yapılar değildir. Her dönemin egemen aklı, “suçluyu” nasıl gördüğünü, “toplumu” nasıl dizayn etmek istediğini, cezaevlerinin mimarisi ve işleyişiyle dışa vurur. Evveliyatında koğuş tipi olarak imar edilen bu yapılar, 12 Eylül sonrasında kişiyi yalnızlaştırma yöntemleriyle çeşitli tiplere evrilmiş; F Tipi cezaevleri bu şekilde hayata geçirilmiştir.

Hücre tipi cezaevlerinde esas olan; az mahpuslu bloklar, duvarlar arasında sıkışmış, minimize edilmiş sosyal yaşam alanlarıdır. Bu ceza biçiminin köklerinin Ortaçağ dini ritüellerine dayandığı hiç düşünülmüş müdür? Kiliselerin mahzenlerinde, kurallara aykırı davrandığı için kendisini cezalandıran din adamlarının çekildiği inziva yönteminin, 21. yüzyılda “modern” ceza biçimi olarak sunulmak istendiğinin kimler farkındadır?

F Tipleri 2000’lerin başında bir travma eşliğinde dayatıldığında, insanı tamamen tecrit etme biçiminin hem ruhani hem de cismani bir eza olduğu ve bunun işkenceye tekabül ettiği defalarca ifade edilmiştir. Ancak bugün gelinen noktada F Tipi de yetersiz görülmüştür. Artık S Tipi ve Y Tipi adı altında, neredeyse mezar büyüklüğünde odalarda, tek başına yaşatılan ve insan teması minimuma indirilen mahpuslar vardır. Bu izolasyon kimi zaman “yüksek güvenlik”, kimi zaman “suç ayrıştırması” ve en nihayetinde “infaz rejimi” olarak adlandırılmıştır. Oysa bunların tamamı aynı duygunun farklı kelimelerle örtülmesidir: Tecrit!

Bir insanın sesinin yalnızca kendisine çarpıp geri dönmesi, hiçbir yere ulaşmayan bir yankı yaratılması; zamanla kimliğinin ve benliğinin silikleştirilmesi… Tecrit altındaki bir kişi, kendi iç ve dış sesiyle baş başadır. Ortak alanlar yoktur; atölye, kütüphane, spor yasaktır. Mahpuslar günde 23 saat boyunca o S Tipi tabutluktadır. Üstelik bu tabutluk sürekli gözetim altındadır; kameraların vizörleri gece gündüz o dar alanı tarar. Bu bir film kamerası değildir. Bu bir güvenlik kamerası da değildir. Bu, devletin gözüdür.

Devlet, mahpusa “buradayım, her soluk alışverişini izliyorum” der. Devlet, mahpusa o tabutlukta dahi nefes aldırmaz; zira bir yaşamı soldurmakla vazifelidir.

Ve evet, F Tipi, S Tipi, Y Tipi cezaevi yöntemleriyle topluma ve bireye dayatılan şey, insanı insani olmaktan uzaklaştırmaktır. Oldukça geri bir noktada duran ceza yasaları dahi daha insancıl normlara göre yazılıdır. Ve modern infaz hukukunda infazın amaçlarından biri de bireyin toplumsal bağlarını koruması, ailesinden ve sosyal çevresinden kopmaması olarak ifade edilir. Ancak ceza infazının gerçekleştiği bu kuyular, bunun tam tersini haykırmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım, hukuk ilkelerinde insani yöntemleri beraberinde getirmiştir. Savaş sonrası alınan birçok uluslararası karar, bedeni cezaların kaldırılmasını şart koşmuştur. Türkiye’de de idam cezası kaldırılmıştır. Ancak hemen ardından F Tiplerinin, bugün ise S ve Y Tiplerinin uygulamaya sokulması, idam zihniyetinin gerçekten terk edildiğini söylememize imkân verir mi?

Bastille Hapishanesi pek çok filme, romana konu olmasının ötesinde Fransız İhtilali’nin de  bir simgesidir. Bu simgeleşme hali bilinçaltımızla da ilgili olabilir mi? “Oubliette” tarzı zindanların en belirgin örneklerinden birisidir Bastille.

Ortaçağ’ın o meşhur kaleleri, şatoları onca görkeminin altında zindanları da içerirdi. Yer altındaki bu zindanlar ya da yeraltı hücreleri, insanların ölüme terkedildiği alanlardı. Buraya dair ayrıntı vermeye gerek yok elbette ama oubliette türündeki zindanlar, bir kimsenin sonsuza dek kalabileceği düşüncesinden hareketle oluşturulmuştur. Oubliette’nin kelime kökeni ise Fransızca “oubler” yani “unutmak”tır.  Yani sonsuza dek unutulacağınız kuyular!

Yazıya çağrışımların bu kadar baskın gelmesi umduğum bir şey değildi; bunu tahayyül de etmemiştim. Ancak ceza ve infazın tarihsel dönüşümü dönüp dolaşıp buraya geldi. Ve ne yazık ki çağrışım olarak ifade ettiğim şeyin bizatihi gerçek olduğunu birlikte gördük! S ve Y tipi cezaevleri ile amaçlananın, tasarlananın  artık bir “ceza” değil, bir “çökertme” olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Biz dışardakiler bu gerçekle ancak yüzleşebilir ama ya cezaevindekiler?! Onlar yaşıyorlar bu gerçekliği! Aynı zamanda tükenişi, yok oluşu… Bu yeni nesil cezaevleriyle birlikte devlet, “seni toplumdan soyutladım” demiyor sadece. Aynı zamanda şunu da söylüyor: “Seni sesinle, fikrinle, bedeninle, belleğinle yok sayıyorum.” diyor; “unutulacaksın fikirlerinle birlikte” diyor, “seni unutturacağım” diyor.

Hapishane mimarisini, devletin bireye ya da “yurttaşına”  yaklaşım biçimi ile birlikte görmek gerekiyor. Ya da daha doğru bir ifadeyle hapishane, devletin görünen en somut biçimidir. Bugün yükselen duvarlar, sadece kaçışı değil, hafızayı ve direnci de engellemek içindir. Ancak tarih hep göstermiştir ki: Duvarlar yükseldikçe adalet değil, baskı büyür.  Ve unutmayalım, bir toplumun adalet terazisi, salt mahkemelerinde değil, duvarlarının arkasında yaşananlarda da ölçülür. O terazi ise hep eğik. Ancak o terazinin eşitleneceğine olan inancımız, umudu besliyor ve mücadeleyi diri tutuyor.  Tecrit tiplerinde direnenlere selam olsun;  unutturma mimarisine karşı her bir koğuştan yeni bir filiz yeşeriyor.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Sol hareketler Türk ve Türkiye halklarına ‘Fransızlar’

Sonraki Haber

Yeni yıl ve beklentiler için mücadele

Sonraki Haber
Şiddet sarmalından çıkmak ve barış

Yeni yıl ve beklentiler için mücadele

SON HABERLER

Yılbaşı sepetindeki tezkere ve Doğu Akdeniz’deki büyük iflas

Yılbaşı sepetindeki tezkere ve Doğu Akdeniz’deki büyük iflas

Yazar: Bedri Adanır
25 Aralık 2025

Barışa karşı ‘Yeşil’ kartı

Barışa karşı ‘Yeşil’ kartı

Yazar: Heval Elçi
25 Aralık 2025

Burdur Gölü’ne su taşınacak

Burdur Gölü’ne su taşınacak

Yazar: Heval Elçi
25 Aralık 2025

Halkın sanatçısı olmak

Açlık bir yazgı değil adaletsizlik

Yazar: Heval Elçi
25 Aralık 2025

Şiddet sarmalından çıkmak ve barış

Yeni yıl ve beklentiler için mücadele

Yazar: Reyhan Hacıoğlu
25 Aralık 2025

Ortaçağ zindanı değil, 21. yüzyıl tecrit tipi: Y ve S hapishaneleri

Ortaçağ zindanı değil, 21. yüzyıl tecrit tipi: Y ve S hapishaneleri

Yazar: Bedri Adanır
25 Aralık 2025

Sol hareketler Türk ve Türkiye halklarına ‘Fransızlar’

Sol hareketler Türk ve Türkiye halklarına ‘Fransızlar’

Yazar: Aziz Oruç
25 Aralık 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır