Belki şimdi yanlış hatırlıyor olabilirim, tasavvuf erenlerinden Esrar Dede’nin bir deyişiydi sanırım. “Kötü zamanlardır ki kötü insanlar” diyordu, “haktan uzaklaşırlar da halka yaklaşırlar.”
Tuhaf gibi görünüyor ama tasavvuf düşüncesinin içinden doğru bakılınca anlaşılabiliyor. Aslında bizim şimdi anladığımız anlamıyla ‘halk’ı da kastetmiyor Dede; daha çok “dünyevi olana yaklaşmak” gibi bir anlam çıkıyor söylediklerinden.
Karışık bir konu, biliyorum ama biraz deşebiliriz. Kavramlar zaman içerisinde ve somut durumlarda değişik anlamlara gelebiliyor. Örneğin TDK’deki çok düz tanımda halk, “Aynı ülkede yaşayan ve o ülkenin yurttaşı olan insan topluluğu” olarak geçiyor ama politik alanda mesele daha sınıfsal bir anlam taşıyor. Mesela “Halk, ülkenin içinde bulunduğu devrim aşamasında, çıkarları devrimde olan sınıf ve tabakalardır” şeklindeki bir tanım da Mahir Çayan’a ait ve hemen anlaşılacağı gibi Çayan, genel olarak mevcut düzenden zarar gören, dolayısıyla bu düzenin değişmesiyle hayatı iyileşecek olan genel bir toplamı kastediyor.
Ancak işte tam da bu noktada, işin içine “avam” diye başka bir kavram daha giriyor. Daha doğrusu, “avam-havas” ikilisi söz konusu… Havas, “Kendilerini halktan ayrı ve üstün sayan, kendilerinde ayrıcalık gören kimseler” olarak tanımlanırken, avam ise “Halkın aşağı tabakası, ayaktakımı” gibi bir anlama geliyor.
Kafa karışıklığı gibi görünüyor belki uzatmadan şöyle bir soru sorarsak meseleyi daha iyi tartışabiliriz: Bir siyasal iktidar, halka saldırıp avamı hoş tutabilir mi?
Tarihte birçok kez görüldüğü gibi, evet, bu mümkün. Diktatörlerin çoğunun yaptığı aslında budur. Halkın haklarına saldıran, onları yoksullaştıran bir iktidar, aynı anda ‘avam’a oynayabilir, onun en geri yanlarına seslenerek kendi toplumsal tabanı haline getirebilir. Bu, elbette iyi bir demagoji yeteneği ve güçlü ideolojik aygıtlar gerektirir; ülkenin iletişim araçlarının büyük bir çoğunluğunu kontrol etmeniz, geri kalanları da susturmanız gerekir. İşte o zaman, grevleri nasıl bastırdığınızı anlatırken bunu bir ‘beka’ sorunu olarak sunabilir, yüzbinlerce insanın emeklilik hakkını gasp ederken, bunu ‘beleşçiliğe karşı bir tedbir” olarak gösterebilirsiniz. Savaş harcamaları, sofrayı yoksullaştırır ama siz bunu ‘milli savunma’ olarak anlatırsınız. Daha da ileriye gittiğinizde “Üç ay keyif çatan öğretmenler”, “kamu kurumlarında yan gelip yatan işçi ve memurlar”, “kamyonla para kazanan doktorlar”, “her şeye itiraz eden mühendis ve mimarlar”, vs. vs… sırasıyla hedef tahtasına çıkmaya başlar. Kahvedeki adama oynuyorsunuzdur yani. Bütün bu sayılan kesimlerin en az biriyle kötü bir ilişki yaşamış olan kahvedeki adam, önündeki okey taşlarını karıştırırken, göz ucuyla ekrana bakar ve kafasını sallar. İş, kadınlara geldiğinde zaten ipin ucu iyice kaçar; kendi eşinin evde mum gibi oturduğundan emin olan kahve adamı her türlü hakarete hevesle iştirak eder. Böylece yaptığınız şey, ideolojik araçlarınızın da yardımıyla halkın külliyetli bir bölümünü ‘havas’ olarak tanımlayıp bir illüzyon yaratmaktır. Hatta semtleri ve şehirleri bile (Kadıköy, vs.) toptan ‘keyfi yerinde elitler’ olarak göstermeniz mümkündür. Böylece, artık kendinizi bu üst sınıflara karşı ‘beka’ savaşı veren biri olarak tanımlayıp ‘avam’ı, yanınıza çağırabilirsiniz. Siz aynı anda, muazzam rantları mideye indirip, ülkenin asıl ‘üst sınıflarına’ hizmet ediyor olabilirsiniz; ama ideolojik aygıtlarınız sorunu halleder. Taksim’de yürüyen kadınlar artık ‘halk’ değil, mukaddesata karşı bir elitler topluluğudur; parkını korumak isteyenler çıkarları bozulan rantiyelerdir, çevreciler vatan hainleridir, vs…
Karışık değil mi? Daha karışık olan ise şu: Biz ne yapacağız? Bu kadar dar bir yerde çok derine inmek mümkün değil elbette ama belki bir soru sorabiliriz en azından: Aman ‘havas’ görünmeyelim diyerek halktan vazgeçip, avama doğru gidebilir miyiz? Avamın huyunu suyunu tahlil edip, ona bir şerbet icat edebilir miyiz? Etmeli miyiz? Onlara benzersek biraz, bizi severler mi acaba?
Aynı sorunun güncel versiyonu belki şu olabilir: Birileri sanki 80 milyon kişi her ezan duyduğunda hazırola geçiyormuşçasına üstümüze saldırdığında, “aslında durum öyle değil şöyle” gibi laflar etmeli miyiz?
Erenler bize kızmaz mı o zaman?